Figen Yüksekdağ, Kobane davası savunmasında ne söyledi?
HDP'nin eski eş genel başkanı Figen Yüksekdağ, Kobane davasında esasa dair savunmasını yaptı: "Bizler hesap verenler değil, hesap soranlar olabiliriz ancak."
Figen Yüksekdağ | Fotoğraf: HDP
Halkların Demokratik Partisinin (HDP) eski eş genel başkanı Figen Yüksekdağ, Kobane davası'nda davasının bugün görülen duruşmasında esasa dair savunmasını yaptı. Yüksekdağ, "Bizler hesap verenler değil, hesap soranlar olabiliriz ancak" dedi.
Ankara'da 18’i tutuklu 108 siyasetçinin yargılandığı Kobane davası sürüyor. Sincan Cezaevi Kampüsü'ndeki Ankara 22'nci Ağır Ceza Mahkemesinde görülen duruşmayı bugün, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğlulları ve Tuncer Bakırhan'ın yanı sıra çok sayıda siyasi parti ve kitle örgütü temsilcisi izledi.
Kimlik tespitinin ardından dosyaya eklenen evraklar okundu ve Figen Yüksekdağ, esasa dair savunmasına başladı.
"MASKELİ BİR YARGILAMA YAPIYOR SİYASİ İKTİDAR"
Mahkeme heyetine ve yargı için "Siyasetin maskesi" diyen Yüksekdağ, "Bize karşı maskeli bir yargılama yapıyor siyasi iktidar. Yüzünü göstermeye cesaret edemiyor. Yüzünü gösterecek kadar kendisine güvenemiyor. Önceden de söyledim yine söylüyorum; yazık size, HSK onların elinde, bizim için kurulmuş özel bir mahkeme bu. Sıkıyönetim mahkemesinden, DGM’den farkı yok” dedi.
"GERÇEKLERİ SÖYLEMEYE GELDİM"
İktidarın "Siyasi hesaplaşma mücadelesini dürüstçe vermediğini" söyleyen Yüksekdağ, 7 yıldır “Namert ve kirli bir savaşla yüz yüze olduklarını" ifade etti.
Yüksekdağ, "Bir davada hangi hukuk gerçekleştirildi? Hukukun gözünü kıra kıra bizi bu noktaya getirdiniz. Siyaset esnafları tarafından pazarlansın ve iktidar tarafından kullanılsın diye önceden yazılmış bir kararı okuyacaksınız. Bugün burada yüz yüze karşınızdayım ama emin olun ki sizin adaletinize güvendiğim için gelmedim buraya. Gözünüzün içine baka baka, yüzünüze bakarak gerçekleri söylemeye geldim. Ama karşımda bir yüz var mı, o tartışmalı. Bize bu yıkımı ve zulmü yaşatanlar halen büyük bir arsızlıkla bu zulme devam ederek bu operasyonu sürdürüyor" dedi.
"BU DAVADA YARGILAYAN BİZİZ"
“Kobane davası bir insanlık davasıdır” diyen Yüksekdağ, tutuklu siyasetçiler hakkında 38 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendiğini hatırlattı. Yüksekdağ, "O davanın savcısı da heyeti de hakimi de bizleriz, kadınlardır, gençlerdir, Alevilerdir, ezilen tüm halklardır, inançlardır, emekçilerdir. Bu insanlık davasının yargılayanları, yargıçları bizleriz. Kobane davasının, hak ve halk davasının gereğini yapmak için bugüne kadar nasıl mücadele ettiysek, bundan sonra da mücadeleye, hesap sormaya ve yargılamaya devam edeceğiz” diye konuştu.
"HUKUK KATLEDİLİYOR"
Yüksekdağ, şunları söyledi:
“Yargı kurumları kimi isterse terörist ilan ediyor, tutukluyor, hapse atıyor. Tam anlamıyla bir şiddet mekanizmasına dönüşmüştür. Şiddet bir meşru müdafaanın ürünü değilse, çok rezalet ve karanlık bir kuyudur. Seni çeker. Herhangi bir kurumu da şiddet aracı olarak kullanıyorsanız sizi çeker ve karanlık bir girdaba döner. Bugün yargının hali budur, şizofrenik bir mekanizmaya dönüşmüştür.
Hukuk, içinin boşaltıldığı bir yapıya dönüştürüldü. Bunları çıkardığınız zaman geriye sadece çıplak bir şiddet kalır. Mahkemeler kuruluyor, siyasi iktidar talimat veriyor, savcılar jet hızıyla tutuklama kararı çıkarıyor. Ağır cezalar ve kesin hüküm vermekte birbiriyle yarışıyor. Özellikle toplumsal muhalefete böyle bir şiddet mekanizması olmuştur. Bir iktidar merkezi ve şiddet organı haline dönmüştür. Bu şiddet organı içinde her türlü pislik dönmeye başlar ve birbirine karşı çekilen silahlara dönüşü.
Yargı şu an tam bir kıyım mekanizması. Hukuk katlediyor, insanların adalete olan inancını katlediyor ve yine kendi içinde bir yarışa giriyor. Heyet başkanın bir suç şebekesinin üyesi çıkması buna örnektir. Resmen kara mizah gibi. Ne pislik yapmak istiyorsanız dolandırıcılık için bile 'Ben MİT’e çalışıyorum' diyor. Gerçek anlamda bakanla bir fotoğraf çektiğinde bir ayrıcalığa ulaşıyor. Devlet kurumları doğrudan bir çete yapılanmasının içine geçmiştir. 90’lı yıllardaki Susurluk süreci budur. Gerçek çok keskindi, devletin mafyalaştığı gerçeği önümüzdeydi. Birisine ceza mı vermek istiyorsun, basıyorsun parayı, veriyorsun. Yargı böyle işliyor. 'FETÖ borsası' deniliyordu. FETÖ’cülerin nasıl bölündüğünü ve FETÖ borsasında nasıl tahliye satın aldığını iktidar temsilcileri söyledi, biz söylemedik. Borsa diye adlandırılan çarklar kuruldu. Savcılar bugün sırf kendi çıkarları için, otopark için avukatları dövdürüyor. Şimdi bu koşullar içinde yargıya güven nasıl olacak?”
"5 BİN 267 SAYFADA IŞİD YOK"
5 bin 267 sayfalık mütalaada IŞİD isminin tek bir yerde dahi geçmediğini söyleyen Yüksekdağ, Türkiye’de son birkaç yıl öncesine kadar da “hatırı sayılır” bir IŞİD yargılamasının yapılmadığını ifade etti. Yakalanan IŞİD üyelerinin savcılıklar ya da mahkemeler tarafından serbest bırakıldığını hatırlatan Yüksekdağ, şöyle devam etti:
"İstihbarat birimleri tarafından bilinen IŞİD’liler yakalanıyorlar, gözaltına alınıyorlar, çeşitli biçimlerde ya savcılık aşamasında ya mahkeme aşamasında salıveriliyorlar. Bu zamana kadar siyasi iktidar IŞİD’e nasıl davrandıysa, siyasi iktidarın güdümündeki yargı mekanizması da IŞİD’e öyle davrandı. Yargı mekanizması doğrudan siyasi iktidarın güdümünde tavrını planlıyor. Siyasi iktidar uzun yıllar IŞİD’i korudu ve kolladı. IŞİD doğrudan iktidarın kanatları altında palazlandı, Kobane saldırısını da Türkiye sınırları içinde gerçekleştirdiği saldırıları da iktidarın çeşitli birimlerinin gözetimi altında gerçekleştirdi. Bu gözetim sırasında tek bir IŞİD’li sanık yargılanmadı. 2017 yılına kadar Türkiye, Uluslararası Koalisyona girene kadar IŞİD’i terör örgütü olarak görmüyordu. El Nusra’yı halen görmüyor ve ona bağlı kurumları halen görmüyor. Nasıl bir saflaştırma var? Eğer toplumu çürüten suçları işlemişsen, uyuşturucu kaçakçılığı, insan ticareti, kadın cinayeti, işkence suçları işleniyorsa, yargı mekanizması ve siyasi iktidar tarafından açık biçimde kollanıyor."
"KADINA ŞİDDETE, KADIN CİNAYETLERİNE CAYDIRICI CEZA YOK"
Yargıdaki cezasızlık politikasının sadece IŞİD üyeleriyle sınırlı olmadığını dile getiren Yüksekdağ, kadın katillerinin de cezasızlıkla ödüllendirildiğini ifade etti. Yüksekdağ, "Bu memlekette kadına yönelik şiddet suç değil zaten; İstanbul Sözleşmesi iptal edildi, 6284 Sayılı Yasa tehdit altında. Onu da siyasi iktidar ortaklarına pazarlık, anlaşma ikramı olarak kullanma niyetinde. Kadına yönelik şiddet, kadın cinayeti işlemek bu memlekette caydırıcı cezalara karşı karşıya kalmıyor. İnfaz düzenlemesinde kadına suç işleyen erkekler, açık cezaevinden çıkıp yarım bıraktığı işi tamamladı. Böyle dehşet olayları yaratan, dehşet örgüsünü yaratan siyasi iktidarın zihniyetidir, o zihniyet paralelinde dizilmiş ve örgütlenmiş doğrudan iktidarın uzantısına dönüşmüş yargı mekanizmasıdır” diye konuştu.
"SANIK OLMASI GEREKENLER SERBEST BIRAKILDI"
"Halk adına siyaset yaptığımız için yargılanıyoruz" diyen Yüksekdağ, iddianamede "azmettirici" olarak yer aldıklarını belirtti. Yüksekdağ, iddia edilen suçların faillerinin ise yargılanmadığına işaret ederek, şunları kaydetti:
"Çünkü Tayyip oradan çıkıp ‘Benim 41 Kürt kardeşimin katilleridir bunlar’ dediği için yapılmadı, yargılanmadı. Başka katillerin bulunması gerekiyordu. Siyasi iktidarın ve iktidarın başındaki şahsın işine gelen buydu. Siyasi hasmını, rakibini devre dışı bırakmak için kirli savaş yöntemlerine başvurmaktı en iyi yol. Bu davada sanık olması gereken Hizbullahçılar, Cumhurbaşkanı affıyla ya da yeniden yargılama kararlarıyla birer birer serbest bırakıldı. Doğrudan cinayetten, katliamdan suçlu bulunmuş ve ceza almış insanlardı bunlar. Yapmak istersen kılıf bol, kirli kılıflar çok, kılıfına uydurup serbest bırakıldı, tahliye edildi.”
"BİZİM ONLARA HESAP SORMAMIZ GEREKİYOR"
Dosyadaki kimi müştekilerin cinayet suçundan yargılanmaları gerektiğini dile getiren Yüksekdağ, "Bizim onlara hesap sormamız gerekiyor” dedi.
Dosyada müşteki olarak yer alan ve cinayet zanlısı olmasına rağmen serbest bırakılan bir korucuyu örnek veren Yüksekdağ, "Kobane halkına sahip çıkan, katledilen insanlar hakkında yürütülmüş ceza davaları yok bugün. Bu koşullar içinde bu dosyayla bu gerçeklikle muhatap oluyoruz. Öyle bir manipülasyon ve provokasyon mekanizması işliyor ki başladığı yerde durmadı. Bu yargılama da Kobane manipülasyonunun devamıdır. Kobane’nin provoke edilmesi, bizlere karşı işlenmiş bir suçtu. Bugün 9 yıl öncesi olaylardan yola çıkarak bu davaların açılması, cezaların istenmesi, manipülasyon ve provokasyonun devamıdır" diye kaydetti.
"ŞİDDET POLİTİKALARININ SONUCU TOPLUMUN DAMARLARININ KESİLMESİDİR"
Yüksekdağ, şöyle devam etti:
"O kadar içinden çıkılmaz duruma geldik ki yozlaşma sorunundan bahsediliyor. En çok bahseden de siyasi iktidardır. Bu yozlaşmanın sebebinin kendileri olduğu gerçeğini örtmek için yine sağda solda sorun ve müsebbip aramaya çalışıyorlar. Sağa sola çamur atmaya çalışıyorlar. Siyasetin bu kadar çürüdüğü yerde yozlaşmanın olmaması düşünülemez. Savaşın bu kadar arttığı, insanların bu kadar yoksullaştığı koşullarda yozlaşmanın gelişmemesi düşünülemez. İnsanlar çok büyük bir çaresizlikle yüz yüze. Bize karşı savaşın bedelini tüm Türkiye halkları ödedi. Milliyetçi hareketle, ‘Teröristler ile savaşıyoruz’ yalanlarıyla toplumu kutuplaştırdılar. Bir kesimi bize karşı hale getirdiler. Bu toplumun bütün haklarını elinden aldılar. Bu toplumun tutacak dalı kalmadı. Yoksulluk almış başını gidiyor. Bu memlekette yapılan en büyük yatırım savaş yatırımı ise yoksulluğun gelişmemesi düşünülemez ki. Bizlere karşı sergilenen siyasi tasfiye operasyonunun doğal ve kaçınılmaz sonuçlarından biri yaşanıyor. Toplum ekonomik olarak, değerler yapısı olarak dibe vuruyor. Bununla birlikte yozlaşma, bıkkınlık, sosyal dinamiklerini yitirme durumu yaşanıyor. Bu zamana kadar sergilenen baskı ve şiddet politikasının, korku yayma politikasının sonucu toplumun damarlarının kesilmesidir."
"HUKUK VE ADALETTEN BAHSETMEK İMKANSIZ"
"Türkiye toplumu savaş politikaları ve açlıkla terbiye ediliyor. Bugün Türkiye toplumunda çok önemli bir kesim işsiz kalmamak için, o kadar büyük saygısız hakaretlere maruz kalıyor ki bu bir toplumun onursuzlaştırılmasıdır. Bugün bir kadının yaşamını idame etmesi için hakaretleri kabul etmek zorunda kalması büyük bir saldırıdır. Böyle psikolojik bir şiddetle karşı karşıyayız.
Yargının içinde bulunduğu bu toplam tabloda gerçek bir hukuk ve adaletten bahsetmek imkansızdır. Biraz hak mücadelemizden bahsedeceğim; Kobane bir halk ve hak davasıdır. Halkların bir direniş davasıdır. Dayanışmanın tel örgüler ve sınırlarla bitmeyeceği sanılan bir kardeşlik davasıdır. Bu davanın savcısı da yargıcı da bizleriz. Hesap vermesi gerekenler de sizlersiniz. Bizler hesap verenler değil, hesap soranlar olabiliriz ancak. Bizim alacağımız çok. Bizler, ezilenlere yasak sayılan hakları kazanacağız ve alacağız. Hayatta her şey sözle başlar, bazen kutsal kitaplar ‘Oku’ der, bazen ‘Konuş’ der. Tüm kutsal kitaplar doğru sözü, hak sözü iletmek için aracılar kılar. Tarihten bu yana herkes doğru söz arayışındadır. Bizler de bu tarihten ve gelenekten gelen insanlarız.
Geçmiş sadece geçmiş değil, birikimdir. Tüm hak mücadelesini geçmişten gelenlerle birleştiririz. Yeter ki adalet, özgürlük ve ezilen halklar için kurulan sözler olsun. Eğer insan düşünen bir varlıksa düşündüklerini ifade etme hakkını da sahiptir. Söz hakkı en temel ve bu evrenin en öncelikli hakkıdır. Siz bize sözümüzün hesabını soramazsınız. Sadece siz değil, hiç kimse soramaz, hiçbir kral, hiçbir iktidar soramaz. Biz söz hakkını sizden değil, insanların tarih boyunca verdiği mücadele ve birikimden aldık. Bu söz hakkı nice kıyım ve mücadele sonucu ortaya çıkmıştır. Biz sözümüzün gereği için kurmak istediğimiz yaşamı savunduğumuz için size hesap vermeyiz."
"ASLA SÖZÜMÜZE İHANET ETMEDİK"
"Biz sözümüzün niteliğini ve içeriğini hiçbir zaman bozmadık, yitirmedik. Sözümüze ihanet etmedik. Bugün bize bu mahkeme 'Sözünüze ihanet edin' diyor, çok beklersiniz. Daha çok bekleyeceksiniz. Biz sözümüze sadık kaldık. Bundan sonra da sözümüzü saptıracak ve çarptıracak bir zihniyette olmadığımızı onlar da çok iyi biliyor. Bugün bu halk da çok büyük bir saldırıyla karşı karşıya. Dün HDP’ydi, bugün DEM Parti. Devam ediyoruz ama çok ağır bedeller karşısında bunlar gerçekleşiyor. DEM Parti hiçbir zaman siyasi olarak özgürce örgütlenme alanına sahip olmadı."
"ATEŞ ALTINDA ÇALIŞMA YÜRÜTTÜK"
"HDP tarihi ders kitaplarında konu olur, bölüm olur. Böyle bir imkansızı nasıl başardığının ders olarak okutulması gerekir. Yarın öbür gün belki geç olacak. 7 Haziran seçimlerinde 6 buçuk milyon insan oy verdi ve biz hiçbir zaman örgütlenme hakkına sahip olarak başaramadık bunu. Ateş altında örgütlenme çalışması yürüttük. Saldırı, kurşun yağmuru, gaz bombaları altında siyasi parti faaliyeti yürüttük.
Örgütlenme haklarının güvence altında olmadığını ifade eden Yüksekdağ, Yargıtay’ın Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin kısa ismine dönük aldığı karara atıfta bulundu. Yüksekdağ, şunları söyledi: "Bu dahi örgütlenme özgürlüğüne dönük darbenin kesintisiz devam ettiğini gösteriyor. Sadece DEM Parti’nin siyasi tüzüğüne yönelik olarak değil, alanlarda, sokaklarda yerleşim alanlarında sürdürülmesine karşı da yoğun saldırılar gerçekleştiriliyor. Bunların her biri bizim sözümüzün ve sözümüzün gereği olan düşüncemizin, hareketimizin, örgütlenmemizin ne kadar değerli ve ne kadar her koşulda savunulması gereken bir gerçek, hakikat olduğunu gösterir."
ARA SONRASI SALONA SLOGANLARLA GİRDİLER
Duruşmaya ara verildi. Ara sonrası duruşmaya Yüksekdağ’ın savunmasıyla devam edildi. Siyasetçiler salona “Jin, jîyan, azadî” sloganları ve zafer işaretleriyle gelirken, izleyiciler de “Özgür tutsaklar onurumuzdur” sloganı attı.
Yüksekdağ, duruşmaya izlemek üzere katılanları, Danimarka, İsviçre Almanya elçiliklerinden gözlemcilere, Fikret Başkaya’ya, Baskın Oran’a teşekkür ederek beyanlarına devam etti.
"TWEET'E DÖNÜK SUÇLAMA YOK HÜKMÜNDE"
HDP'nin dava konusu tweete dönük suçlamanın "yok hükmünde" olduğuna vurgu yapan Yüksekdağ, şöyle devam etti:
"Bu tweet 'cinayete teşebbüs' gibi sonuçlara yol açtı, 'Azmettiricilik yaptınız', 'Bir sürü suç işlediniz' diyerek yargılamaya başladınız. Bu tweet yeni bir şey değildi, 5 yıl sonra tweet'i yeniden keşfettiniz. Selahattin Bey ile 2019’da bu fezlekeden yargılanıyorduk, buna karşı sözümüzü söyledik. Aradan bu kadar uzun süre geçtikten sonra tweet ısıtılıp karşımıza çıkarıldı. Tamamen siyasi ihtiyaçlarla ilgiliydi. Erdoğan tarafından bir seçim yaklaşıyordu, kritikti, seçimin kazanılması gerekiyordu. Kürt siyasetçilerin içeride tutulması gerekiyordu, toplumu kutuplaştırmak için bizim gibi yaratılmış, üretilmiş bir 'düşmana' ihtiyaç vardı. Siyasi iktidarın AKP-MHP hükümetinin genel taktiği zaten. Bir tane düşman yaratılır, yalanlarla, manipülasyonlarla, çarpıtmalarla, kasetlerle ama şu ama bu yöntemlerle düşmanlaştırır ve bunun üzerinden bir kutuplaşma, bir konsolidasyon yaratır ve bu yolla kendi siyasi kapısını açmaya çalışır. Bu dosyanın yeniden açılması ve bizim Selahattin Bey ile birlikte ikinci kez tutuklanmamızın arka planında böyle bir siyasi amaç, böyle bir arka plan vardı. Bu siyasi arka plan üzerinden tweet'in karşımıza çıkarması gerekiyordu, davanın açılma süresinde bir kampanya başlatıldı. İletişim Bakanlığından İçişleri Bakanlığına kadar hakkımızda yoğun bir medya, kamuoyu kampanyası başlatıldı beraberinde dosya açıldı.”
"YEREL SEÇİM ÖNCESİ KARARI AÇIKLAYACAKSINIZ"
Mahkeme aracılığıyla iktidarın kirli siyasetini sürdürdüğünü ve etik dışı yöntemlere başvurduğunu belirten Yüksekdağ, “Meselenin tweet olmadığını siz de biliyorsunuz” dedi. Yüksekdağ, savunmasını şöyle sürdürdü:
“Meselenin dava dosyasında ifade edilen şeylerden olmadığını siz de onlar da biliyor. Mesele bir siyasi intikam olmanın ötesinde bu iktidarın hayatta kalma meselesidir. Düşmanlık üzerinden, bizim üzerimizde kurdukları baskı üzerinden ayakta kalabileceklerini düşünüyorlar sadece. Yerel seçimler yaklaşıyor. Yerel seçim kampanyasını da yine bu dava ve mahkeme kararı üzerinden yürütecekler. Mahkeme tarihinizle ne kadar denk düşüyor. Yerel seçim öncesi siparişi verilen kararı çıkaracaksınız onlar da sallayarak bağımsız yargı ceza verdi, bunlar teröristtir diyerek kendi siyasi yolunu açmaya çalışacak. Bu tweet meselesi şuradan önemlidir, partimizin o dönemde yaptığı bir dayanışma çağrısını böyle bir yargılamaya konu etmeniz aslında bizi cezalandırmaktan daha çok Türkiye toplumunu korkutmak ve onları cezalandırmaya dönüktür.”
"İKTİDAR TÜRKİYE HALKLARINA 'KONUŞMAYIN' DİYOR"
AİHM kararına girmeyeceğini ifade eden Yüksekdağ, savunmasına şöyle devam etti:
“Bu tweet'e dayanak hale getirmeniz bizi emsal olarak göstermek suretiyle tüm Türkiye halklarına siyasi iktidar, ‘Konuşmayın, söz söylemeyin, tweet atmayın’ diyor. Bu zamana kadar sayısız kez insanlar sadece Twitter'da Instagram'da çeşitli sosyal medya mecralarında dayanışma, siyasi içerik taşıyan herhangi bir konu paylaştığı için gözaltı, tutuklama saldırısıyla karşılaştı, ceza aldı. O nedenle sosyal medya aracılığıyla söz söylemek ciddi bir korku alanı. Siyasi iktidar toplumu korku altında tutmak için sayısız korku karakolu kurdu, en büyüğü de zihin. Bunu da söz ve düşünce, ifade özgürlüğü üzerinden yapmaya çalışıyor."
"NEREDEYSE PROFESYONEL SANIK OLACAĞIZ"
"İnsanlar kesinlikle eskisi kadar rahat konuşamıyorlar, ben bazen diyorum ki içerideyim çok rahat konuşuyorum. İnsanlar söz söyleyemiyor. Bir eylem çağrısı yapılacak, telefonundan, sosyal medyasından mitinge, yürüyüşe çağrılmayacak hale gelmiş insanlar. İnsanlar bu hale getirilince kendini geri çekme hali ilelebet sürecek mi sanıyorsunuz? Bugün korkutursun insanlar susar, kendini geri çeker ama yarın öbür gün toplum mutlaka senin uyguladığın bu zulme tepki verir ve sen bu tepkinin altında kalırsın. Bugüne kadar yaşanan tüm bu toplumsal olaylarda bu yaşanmamış mıdır? Bütün kitlesel hareketlerin çıkışı, büyük korku dalgalarının ardından gelişmiştir.
Kaç yıldır yargılanıyoruz. Neredeyse profesyonel sanık olacağız. Bir tweet ile kıyametin sorumlusu ilan edilmek bize geri adım attırmaz ama bütün kadınlarda ve topluma gözdağı verme girişimidir. Her yerde tepki vermek en doğal haktır, bizim ve Türkiye halklarının kimseden icazet almasına gerek yoktur.
Bir tweet için açtığınız ceza dosyası artık yok hükmündedir ama bizim o tweetle yaptığımız çağrı halen varlığını koruyor, var olacak, etkisi sürecek. Ne dedik, Kobane halkıyla dayanışalım, insanlık direnişini, onur direnişi sahiplenin dedik. Doğru ve insanlığın akışına uygun bir çağrıydı, hiçbir fazlası eksiği yoktu, belki daha fazlasını söyleyebilirdik. Bugün Kobane halkıyla dayanışmayı bir ceza konusu haline getiriyorsanız, bütün halkların dayanışmasına karşı olduğunuzu gösteriyorsunuz. Eğer bunu toplumun elinden alırsanız toplumdan geriye bir yozlaşma ve yığın kalır. Bugün iktidarın yapmaya çalıştığı toplumu yığınlaştırmadır. Bizim suçumuz buna hayır demek mi? Buna hayır dedik ve demeye devam edeceğiz.”
"BİRİKEN TEPKİ GEZİ'DE VÜCUT BULDU"
"Dayanışma çağrısı yapılan HDP’nin dava konusu tweet'i üzerinden başlatılan yargılama süreciyle Türkiye’de bir korku iklimi yaratılmak istendiğine dikkat çeken Yüksekdağ, şöyle devam etti:
“Amaç hak alanını daraltmak ve giderek yok etmek, ortadan kaldırmaktı. Türkiye toplumunda var olan gittikçe değişen, büyüyen demokratik değişim isteğini bastırmak için öyle bir davaya ihtiyaç vardı. O tweet öncesinde toplumda demokratik değişim isteği gelişmiştir, Gezi direnişi diye tarif ettiğimiz haziran halk hareketi, doğa ve yaşam duyarlılığı sahiplenmesi üzerinden kendini gösteren, başlayan ama giderek bir toplumsal adalet, özgürlük ve onur isyanına dönüşen Gezi direnişinden bahsediyorum. Türkiye’de muhalefetten yana yaprağın kıpırdamadığı, baskı politikalarıyla işçi direnişlerinin ezildiği, kadın hareketinin engellendiği, bütün Kürt halkına dönük ciddi saldırıların geliştirildiği bir dönemdi Gezi direnişinin ortaya çıktığı dönem. O süreç içinde biriken tepki, Gezi’de vücut buldu.”
"UMUT HAREKETİ"
Gezi direnişini “umut hareketi” olarak değerlendiren Yüksekdağ, direnişin Türkiye halklarına değişimin mümkün olabileceğine dair umut verdiğini söyledi. Yüksekdağ, “2013’ten sonra Türkiye toplumunu bir umutsuzluk sarmıştı. Muhalefette, demokrasi ve özgürlüklerden yana bir umutsuzluk ve karamsarlık havası hakimdi. Bu dönemden çok tanıdık gelen fısıltılar konuşmalar geçiyordu. Türkiye’de kendisine bir gelecek görmediğinden bahsediyordu, yurtdışına gitmek kendisini nereye atarsa Türkiye dışında orada yaşama hayalini kuran kişilerin sayısı fazlalaşmaya başladı” diye belirtti.
1980 darbesinin ardından ilk kez Gezi direnişiyle beraber toplumda bir “soğuma döneminin” başladığını dile getiren Yüksekdağ, “Bu ülkede demokratik değişimin olmayacağından umudunu kaybetmiş, değişimi başka yerde aramaya başladı. Gezi hareketi umudun yeniden fışkırması, öldü sanılan umudun yeniden ortaya çıkması oldu. Bir büyük insanlık hareketi olarak ortaya çıktı. O Gezi direnişinde ben de yer aldım, milyonlarca insan vardı, 5 milyonun üstünde insan katıldı Haziran hareketine. Sadece Taksim’de değil Bayburt dışında bütün illerde insanlar sokağa çıktı, sokağa çıkamayan tencere, tavayla, ışığını yakıp söndürerek katıldı. Türkiye’nin sayısız meydanında özgürlük iklimi oluşmaya başladı, bu özgürlük iklimi içinde umut yeniden canlandı. Ve Türkiye toplumu yaşadığı güçsüzlüğü birbirine sarılarak aşabileceğini anladı” sözlerini kullandı.
"GEZİ BU ÜLKENİN İNSANLARINA DAYANMA GÜCÜ VERDİ"
Direnişin toplumda birliktelik anlayışını somutlaştırdığını kaydeden Yüksekdağ, “Birbirinden koparılan, kutuplaştırılan, ‘Sen teröristsin, sen aymazsın’ diyerek birbirinden koparılan insanların birbiriyle yeniden tanıştığı, arada çizilen yapay ve zorlama sınırların ortadan kalktığı, en kötü ihtimalle silikleştiği bir dönemdi. Farklı görüşlerden insanlar onur ve özgürlük değerlerinde buluşarak o Taksim Meydanı'nı güzelleştirdiler. Çelişkiler ve çatışmalar vardı ama o Gezi günlerinde hiçbir kötü olay yaşanmadı, insanlar birbirine saldırmadı, kırmadı, dökmedi, herhangi bir güvenlik sorunu yaşanmadı. İnsanlar, farklılıklarını kabul ederek biz olma, toplum olma duygusunu yaşadı. Bir toplum birbirinden koparılırsa, ayrıştırılırsa, atomize edilirse dağılma, çürüme, yozlaşma başlar. Ama bir toplumda biz olma duygusunu yaratan gelişme yaşanırsa o toplum kendini yeniden onarır, yaralarını sarar. Gezi direnişi çok ağır cezalarla mahkum edildiğini sanılan bu direniş, bu ülkenin kanayan yarasını sardı, bu ülkenin insanlarını barıştırdı, dayanma gücü verdi” dedi.
AKP iktidarının ortaya çıkan toplumsal mücadele hattından rahatsızlık duyduğunu dile getiren Yüksekdağ, “Ağır yaralı Türkiye toplumu, ülkesinden umudunu kesme noktasına gelen Türkiye toplumu yeniden toplandı ve kendisini yeniden üretti. Ama egemen yapı özellikle de AKP ve saray iktidarı toplumun birbiriyle barışmasını istemedi hiçbir zaman. Çareyi, toplumun kutuplaştırılmasında yani sizin deyimiyle milletin bölünmesinde, halkın bölünmesinde gördü” diye belirtti.
"ERDOĞAN, HALKIN KENDİSİYLE BAŞ HİZASINDA OLMASINI İSTEMEDİ"
Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın “çapulcular” ve “ayaklar baş olmaya başlıyor” sözlerini anımsatan Yüksekdağ, “Erdoğan, halkın kendisiyle baş hizasında olmasını istemedi. Diktatörlük, tek adam, tek merkeziyetçi zihniyet toplumu ya da herhangi bir siyaseti kendiyle eşit görmez; kibirlidir, küstahtır, küçük dağları kendi yarattığı zihnine sonuna kadar, gideceği güne kadar inanır. ‘Siz kimsiniz benimle baş hizasında olamazsınız’ dedi ve o günden bu yana topluma kırım operasyonu başladı” şeklinde konuştu.
"KÜRT HAREKETİ DEMOKRASİ MÜCADELESİNE KATKI VERDİ"
Gezi direnişinde yaratılan bütünleşme ruhu ile birlikte farklı siyasal ve toplumsal dinamiklerin yan yana mücadele ettiğini hatırlatan Yüksekdağ, şöyle konuştu:
“O dinamiklerin en önemlisi de Kürt özgürlük hareketiydi. Hareketin içine girdiği süreç, toplumun politik niteliğini ciddi bir birikim olarak ciddi bir düzey olarak ortaya koydu. O dönemde elbette sadece Gezi’de değil çok daha öncesinde de Kürdistan’da ezilen halkın giriştiği önemli, tarihsel, köklü, özgürlük ve adalet mücadelesi vardı. Ve bu özgürlük ve adalet mücadelesi çok ciddi bir birikimi yarattı. En önemlisi kadın devrimi, kadın özgürlük hareketinde yaratıldı. Kadın devrimi Rojava’da bir nitelik yarattı ve bütün Türkiye toplumunu demokratik siyaset zeminin, yapısını etkileyen bir dinamiğe dönüştürdü.
Kürt hareketi, politik özgürlük taleplerinin yanı sıra aynı zamanda ezilen sınıf olmaktan kaynaklanan talepleri ve mücadeleleriyle Türkiye’deki demokrasi mücadelesine çok önemli katkılar sağlamıştır. Bu dinamiklerin buluşması Gezi ile sınırlı kalmadı. Türkiye’nin dört bir yanında geliştirilen Gezi eylemlerine Diyarbakır’dan, Lice’den ses verildi. O dönemde yaşamını kaybeden demokrasi şehidi olarak bugün de saygı ile andığımı şehitlerimizden biri de Medeni (Yıldırım) arkadaşımız idi. İsmail Korkmazlardan, Abdullah Cömertlere yaşamını kaybeden arkadaşlarımıza tekrar minnet, şükran duygularımı gönderiyorum.”
"AKP İKTİDARININ BÜYÜSÜ BOZULMUŞTU"
Demokratik bir muhteva ile başlayan ve barışçıl, eşitlikçi bir mücadele biçimiyle süregelen Gezi direnişinin iktidarın baskı ve şiddet politikalarıyla karşı karşıya kaldığını aktaran Yüksekdağ, “Gezi direniş mekanlarının ortadan kaldırılması, bu birikimin ortadan kalkması anlamına gelmiyordu. Uzun zamandan sonra ilk defa Türkiye’nin doğu ve batı yakası bir araya geldi. Bu tablo egemenleri çok daha telaşlandırdı, kaygılandırdı. Demokratik değişim talebi Gezi’ye yönelik saldırılara rağmen ortadan kalkmadı, değişik şekillerde kendini sürdürdü. HDK ile birlikte 2013-2014 sürecinde gittikçe büyüyen demokratik hak örgütlenmeleri, bu iklimde, zeminde beslendi, gücünü aldı. Siyasette, mücadelede kendini ortaya koydu. Gezi direnişinin ortaya çıkardığı o birleşiklik tablosu içerisinde bir çoğalma durumu yaşandı, örgütlenme düzleminde de kendini çoğaltmaya başladı. Daha çoğulcu, daha kolektif daha dayanışmacı, demokrasinin geliştirilmesinin inşa edilmesine uygun bir toprak gelişmeye, oluşmaya başladı. Siyasi iktidarın asıl hazmedemediği Türkiye’de demokrasinin gelişmesiydi. Türkiye halklarının birleşmesi, başarabileceğini görmesiydi. Aslında AKP iktidarının büyüsü bozulmuştu” ifadelerini kullandı.
“Halkların Demokratik Kongresi (HDK) bizim siyasi yürüyüşümüzün dönüm noktasıdır” diyen Yüksekdağ, HDK’nin Gezi direnişi sırasında toplumsal bir hareket olarak kendini var ettiğini belirtti. Yüksekdağ, şöyle devam etti: “Bizler bu dönemde yapılması gereken doğru şeyi yaptık, birilerinin mutlaka bizim yaptığımızı yapması gerekiyordu. İster tarih, ister tesadüf, ister zorunluluk önemli değil ama birilerinin yapması gerekiyordu. Türkiye'deki demokratik değişim isteğini, siyasi iradeye dönüştürmek gerekiyordu.”
"HDP BİR FİKİR, FELSEFE PARTİSİDİR YARGILANAMAZ!"
O dönemde siyasal ve toplumsal açıdan yeni bir sorumluluk ve irade ihtiyacı duyulduğunun altını çizen Yüksekdağ, “Türkiye'de artık toplum kabına sığmıyor, bu kap dar geliyor, Gezi gibi bir dayanışma demokratik bir direniş hareketiyle kendini ortaya koydu. Bir siyasi iradenin müdahale edip, toplum içindeki unsur olarak bu harekete öncülük yapması gerekiyordu. O süreçte HDK’nin içinden çıkan bir yönelim olarak HDP kurulmuştur. Türkiye halklarının birleşik demokratik devrimci geleceğini inşa etmek üzere kurulmuştur. HDP bir fikir, felsefe partisidir. HDP bir tarih partisidir ve hiçbir fikir hiçbir felsefe ve tarih asla mahkeme salonlarında yargılanamaz. Asla mahkeme salonlarına sığmaz. Beş milyon sayfalık dosya yapsanız ona da sığmaz, 15 milyona da sığmaz. Çünkü fikir, felsefe, tarih asla yargılanamaz” dedi.
HDP’nin Türkiye toplumunun değişim talebini siyasi bir çıkış ile “taçlandırmak ve öncülük rolünü üstlenmek” istediğine değinen Yüksekdağ, şunları kaydetti: “Bir çatı partisi olan HDP’nin Eş Başkanı Figen Yüksekdağ olmadan önce ESP Genel Başkanı Figen Yüksekdağ idim. Bugün de ana evimi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. Bütün ESP saflarında mücadele eden yoldaşlarımı, arkadaşlarımı saygıyla selamlıyorum. Ama ben ESP görevini yürütürken yaşanan bu değişimler bize bir çağrı yaptı. Hayat, mücadele, halk bize bir çağrı yaptı. Artık kendi sınırlarımızın dışına çıkma çağrısı yaptı. Artık toplumun birleşerek başarma isteğine, siyasi sınırlarımızı arkamıza bırakarak cevap olma çağrısı yaptı. Bu tarihsel bir çağrıydı, çağrıyı duymak da tarihsel bir görevdir. Benim bir sosyalist olarak bu çağrıyı duymaktan başka görevim yoktu.”
"HİÇBİR SOSYALİSTİN KÜRT HALKINA SIRTINI DÖNME HAKKI YOKTUR"
“Sosyalizmin özünde eşitlik vardır” vurgusu yapan Yüksekdağ, ulusların, halkların, dinlerin eşitliğini esas alan bir mücadele anlayışına sahip olduğunu anlattı. Yüksekdağ, şöyle devam etti:
“Biz sosyalistlerin halklara sırtını dönüp sosyalizmcilik oynama hakkı yoktur. Burnumuzun dibinde kan akarken, Kürt halkının eşit hakları kabul edilmezken, sırtımızı dönemezdik. Bir sosyalist bunu yapamaz. Sosyalizmin temelinde enternasyonalist bir bakış ve ulusların birleşmesi eşit haklarla yaşaması vardır. Türkiye'de hiçbir sosyalistin ezilenlere, Kürt halkına sırtını dönme hakkı yoktur. Ayrımcı yaklaşan, Kürt halkına tepeden bakan zihniyeti ve partileri eleştirdim ve eleştirmeye devam edeceğim. Birleşikliği savunmak adına ne söylediği belli olmayan, sapla sapanı birbirine karıştıran bir sosyalizm olamaz. Eğip bükmeden bu hak mücadelesi etrafında nerede yer alacağını bilmek gerekir. Benim partim ESP ve diğer sosyalist partiler safını net belirledi. Bende isterdim ki oturup sosyalist programın çelişkilerini sorunlarını anlatayım, bunları konuşmak isterdim, insanların refah içinde yaşaması için ne gerekiyorsa onu anlatmak isterdim ama etrafınızı karanlık sarmışsa ve etrafınızda ‘hawar’ sesleri duyuluyorsa, Kürt halkı katlediliyorsa kulaklarınızı tıkayamazsınız. Bir yerde ateş yanıyorsa hiçbir şey yapamıyorsanız, yananlar ile birlikte yanacaksınız.”
"KİMLİĞİMİ NEFRET GEREKÇESİNE DÖNÜŞTÜRDÜLER"
Sosyalist bir Türk olarak, “Ne işin var Kürtlerin arasında” şeklinde birçok kez tepki aldığına dikkat çeken Yüksekdağ, “Ancak biz bıkmadan usanmadan anlatmaya çalıştık. Hak olanının, doğru olanın bu olduğunu anlatmaya çalıştık, ikna etmeye çalıştık ve bunu anlatmaya devam edeceğiz. Benim Türk kimliğimi, sosyalist kimliğimi daha fazla nefret gerekçesine dönüştürdüler, çünkü ‘Türkler kendi isteğiyle Kürtlerin yanında olamaz’ fikri vardı. O sınırları kendileri koymuşlar. Ben ve yoldaşlarım bu sınırı onların nezdinde aşmış olduk. Bütün bu nefretle bizi ayrı yerlere savurma çabalarına karşı biz bir çizgide inat ve ısrar ettik, yine inat edeceğiz” dedi.
Türkiye ve Kürdistan halklarının birleşik mücadelesinin tasfiye edilemeyeceğini dile getiren Yüksekdağ, “Biz hem dövüldük hem ateşte yandık ama bu çeliği kıramazsınız. Türkiye ve Kürdistan halklarının devrimci demokratik birleşik mücadelesi kırılmaz bir çeliktir” sözlerini kullandı.
"DENİZLERİN VASİYETİDİR"
Sosyalist olmanın gerekliliklerinden birinin de reddedilen ulusların haklarına sahip çıkmak olduğunu söyleyen Yüksekdağ, buna karşı bu fikrin faşizm hareketleri tarafından kırıldığını ve kimi sosyalist yapılar tarafından yok sayıldığını aktardı. Bu durumun Türkiye’deki sosyalizm mücadelesini kesintiye uğrattığını ifade eden Yüksekdağ, “Bizim açımızdan Kürt halkının davasına sahip çıkmak, güncel politik bir zaruretten ibaret değil, bize bir vasiyettir. 1968’lerde devrimci hareketlerde yaşamını yitiren devrimci yoldaşlarımızın vasiyettir. Bu miras ve vazife bize idam sehpalarında bırakıldı. Deniz Gezmiş, Yusuf İnanların sözüyle bize vazife edildi. Bütün devrimci kadroların katledildiği dönemlerde, çok genç yaşlardaki yoldaşlarımızda çok önemi bir bilinç ve nitelik ortaya çıkarmışlardır. Denizlerin yazdıkları son mektupta tarihe ve bize vazife edilen şuydu: ‘Yaşasın Türk ve Kürt halkının bağımsızlık mücadelesi.’ Bu sözler nice kayıplar ve durgunluklarla sınanarak dönüp dolaşıp bize geldi. Bizden de sonraki kuşaklara gidecek” diye konuştu.
"MİLLİYETÇİLİK YOZLAŞMANIN ODAK NOKTASINA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ"
Milliyetçiliğin Türkiye’de yozlaşmanın odak noktasına dönüştürüldüğüne dikkat çeken Yüksekdağ, milliyetçiliğin kişisel amaçlara alet edildiği bir anlayışın geliştiğini ifade ederek, “Bu aynı zamanda ırkçı, şovenist, talancı yağmacı bir zihniyet, bir çeteleşmedir” dedi.
Dünya genelinde yaşanan benzer sorunların 50 yıl önce çözüme kavuşturulduğunu belirten Yüksekdağ, ABD’deki eyalet sistemini örnek vererek, “Bu memlekette 50 bin insan ölüyor, sadece bir dil için, dilini konuşabilmek için. Özerkliğe gelemedik daha. Türkiye halkı geleceğini göremiyor, ekmeğinden, çocuğunun geleceğinden emin değil. En önemli sebebi birileri istiyor diye, koltuklarında oturmaya devam etsin, kasaları dolmaya devam etsin diye sürdürülen savaştır. Bu savaşın içerisinde aynı zamanda Türk ulusu da Kürt milleti de geleceksizleştiriliyor, çok daha büyük bir yozlaşmanın çürümenin içine sürükleniyor” diye konuştu.
"ASIL BÖLÜCÜLER BİZE BU DOSYAYI HAZIRLAYANLARDIR"
Yüksekdağ, savunmasının devamında şu ifadeleri kullandı:
“Kürt toplumunu çökertemiyorlar çünkü çekilen onca acıya, o kadar kayba rağmen akıl almaz saldırılara rağmen bu toplum bir taraftan çekiyor bir taraftan da dayanıklılık geliştiriyor. Ama Türk ulusunun durumu kötü. Kendini seçkin, hakim ulus sanıyor. Her şeye kendinin sahip olduğunu sanıyor oysa ki öyle değil. İktidardakiler Türk ulusuna bunu söylüyor ama bunu söylerken geleceğini, ekmeğini, yemeğini, hakkını, onurunuz çalıyor, adaletsizlik dayatıyor. Bunun karşısında Türk ulusu direnme refleksi geliştirebilecek noktada değil. En büyük sorun Kürt sorununun çözülmemesi çok büyük bir Türk sorununa yol açıyor. Asıl bölücüler bize bu dosyayı hazırlayanlardır. Bizi devletin birliğini, bütünlüğünü bozmakla itham edenler, devleti milleti kendi babasının bahçesi sananlardır. Ve asıl bölücüler de sanki babasının bostanını tarlasını kendi kafasına göre bölüyor gibi bölen aynı iktidar merkezleridir."
"HALKLARI KIYIMDAN GEÇİRDİLER"
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş süreci ve sonrasında birçok katliamın gerçekleştiğini anımsatan Yüksekdağ, farklı kesimlerin bir arada demokratik ve adil şekilde bir arada yaşama koşullarını sağlayamayan iktidarları sorunları baskıyla çözmeye çalıştıklarına dikkat çekti. Yüksekdağ, “Süryanileri kıyımdan geçirmişler, Ezidîleri kıyımdan geçirmişler, Ermenileri kıyımdan geçirmişler, ölmeyeni sürgüne dünyanın bilmem kaç yerine dağıtmışlar Bunların her birini yönetemedikleri farklılıkları çözmek için yapmışlar, çözebilmiş mi hayır. Ermeni Katliamı’nın yaşandığı dönemden bize kalan çok ağır bir bakiye, hâlâ sırtımızda taşıyoruz. Halen Kürt’ü de Türk’ü de bu sınırlarda yaşayan bütün insanlar o katliamın acı yükünü sırtımızda taşıyoruz” dedi.
"ONLAR SÖYLEMEYİNCE TARİH UNUTACAK MI"
İnşa edilecek demokratik bir Türkiye’de samimi bir özeleştiri ve barışçıl bir el uzatma ile tarihte yaşanan acıların hafifletilebileceğini ifade eden Yüksekdağ, “Ama Türkiye'yi yöneten zihniyet böyle düşünmüyor. Kendi bağımsız fikriyle de yapmıyor, Ermeni katliamının yapıldığı dönem İttihat Terakki dönemidir, Sarıkamış kaybının kıyımının yaşandığı dönemlerdir. O kıyımdan kayıptan çıkabilmek için çözüm çare ararken kendilerini Almanya’nın yanında ona biat noktasında gelmişlerdir. Ermeni Katliamı’nda Almanya’nın çok büyük payı vardır, Alman devleti birincil dereceden sorumlulardandır. Planı yapan, İttihatçılara tehcir projesini, Ermeni sorunun sürgünle, kıyımla çözülmesi fikrini veren Alman devletidir. Bağımsız bile düşünemiyor. Türkiye ordusunun başında Alman general vardır. Ama milliyetçilik hamaseti yapanlar bunları söylemez, onlar söylemeyince tarih unutacak mı? Ermeniler kıyıma uğradı, kovuldu, düne kadar birlikte yaşadığı ortak vatan topraklarından” dedi.
"KALEM TUTAN KENDİNİ YARGIÇ, ASA TUTAN SÜLEYMAN SANIYOR"
Cumhuriyet tarihinin “acılar tarihi” olduğunu belirten Yüksekdağ, “Memleketin hali bakımından acı duyuyorum. 50 yıl içerisinde Kürtlere karşı yaklaşımı bakımından değişen hiçbir şey olmaz mı? Bazı kentlerin mahallelerinde sokağa çıkma yasağı ilan ediliyor, köyleri basılıyor, kadınlara gençlere işkence ediliyor. Hani derler ya çeke çeke kendimizi güçlendirmeyi ve onarmayı başarıyoruz. Bu halk kendi geleceğini inşa etmeyi ve güçlendirmeyi başaracaktır. Dikkat ettiyseniz sizi ciddiye alıp ne mütalaayı ne de iddianameyi konuşuyorum. Alın sizin olsun vakti gelince faşizm müzesinde sergilersiniz. haklılığımız ve mücadelemiz bize kalsın. Kobane halkıyla dayanışmak için sergilediğimiz tavrı yargılayabileceğinizi sanıyorsunuz. Ceza verebilirsiniz, kalemi tutan kendini yargıç, asayı tutan Süleyman sanıyor ama biz tarihe baktığımızda halkların yargılanamayacağı biliyoruz” ifadelerini kullandı.
"FETÖ VE AKP BİRLİKTE ÇALIŞTI"
6-8 Ekim 2014’te gerçekleşen Kobane eylemlerinin AKP tarafından provoke edilerek “kana bulandığını” dile getiren Yüksekdağ, şöyle devam etti:
“Bunu Gezi’de başaramamıştı. Kobane dayanışma hareketi ikinci bir Gezi’ydi. Sınır nöbeti ağustosta başladı, tek bir kişinin burnu kanamadı. Evet kolluğun şiddeti vardı ama ona rağmen büyük bir şiddet yoktu. İktidar bunu gördü, halkın kendi geleceğini eline alabileceğini gördü ve bundan korktu. Sadece FETÖ’nün provoke ettiği bir durum olarak görmüyorum, bunu siyasi iktidarla birlikte yaptılar. Ama AKP iktidarı Erdoğan'ın siyasi zihniyeti ve pratiği aparat kullanmayı çok sever. Bakın geçmişe hep maşa tutmuştur, kendi yapmak istemediklerini başkalarına yaptırmıştır. Bunları da hep anlaşma görüntüsü altında yaptı. 20 yıllık AKP saray iktidarı belli anlaşmalar ve aparatlar kullanarak bu tür kirli işlere bu noktaya getirmiştir."
"YAPTIĞIMIZ ÇAĞRI İNSANLIK ÇAĞRISIYDI"
"Hiçbir FETÖ’cü polis açık biçimde işlediği suçlardan yargılanmadı, soruşturma açılmadı. Allah korusun bir soruşturma açarsa sonu nereye çıkar bilinmez. Başka yakın zamanlarda örnekler de odu. Kobane sürecinde tek bir polis darbeden tutuklandı, cezaevinde yatıyor, duruşmalara SEGBİS’le bağlandılar. Darbe girişiminden yargılanıyorlar, Kobane sürecinde işledikleri suçlardan, ihmallerden dolayı açılmış tek bir soruşturma yok. Açılsa takır takır yazarlar, okurlardı. Kobane dayanışma hareketinin bir batıdan doğudan bütün halkların iki yakasının bir araya gelmesi durumunu, sonucunu yaratma ihtimaline karşı siyasi iktidar aslında Kobane direnişi ve dayanışma hareketi karşısında hiç de sineye çeken bir tutum ve yaklaşım göstermedi. Aksine diş biledi, aksine bizim aleyhimizde provokasyona dönüştürme fırsatı kolladı, zamanının gelmesini bekledi. Hareket bir sivil dayanışma, demokratik bir direniş hareketi olarak başladı ve yaptığımız çağrı haklarımızı dayanışma için insanlık için sokağa davet eden bir çağrıydı, amacına ulaştı ancak 7’si itibariyle provokasyon süreci başladı, fitilini ateşleyen başlangıç noktası Antep’de Erdoğan’ın ‘Kobane düştü düşecek’ konuşmasıdır.”
"ERDOĞAN’IN YAKLAŞIMI TERS TEPTİ"
Siyasi iktidarın Kobane’de bir taraftan Kürtleri ve Türkiye'deki demokratik dinamikleri bir araya getiren bir merkeziyet oluşturduğunu bir yandan da IŞİD'e güvendiğini ifade eden Yüksekdağ, şöyle devam etti:
“Erdoğan da zaten çok emin olduğundan o konuşmayı yaptı. ‘Nasıl olsa yarın öbür gün Kobane’de de düşecek bunlar da kendi kendine onu da söyledi, kendi kendilerine çalıp oynadıkları ile kalacaklar’ diye. ‘Bir direniş hareketi geliştiriliyor, demokrasi hareketi geliştiriliyor. Siz öyle sanın ama IŞİD Kobane’yi düşürecek ve benim korktuğum ikinci bir Gezi de memlekette yaşanmayacak’ diye güveniyordu. Ama bu yaklaşım ters tepti. Başta Kürt halkı olmak üzere bütün Türkiye halklarında ciddi bir vicdan isyanına yol açtı. Vicdan isyanı silahlı isyandan daha güçlüdür. Düşüncelerinden dolayı yargılıyorsunuz insanları vicdanlarından dolayı da yargılamayı bulursunuz, önünüze getirirler. O süreci bütün arkadaşlarım hatırlarlar, kimse sokağa çıktığında birbirini tanımıyordu. Sokağa çıkan politik mücadelede herkes birbirini tanır. Dünyanın en büyük örgütçüsü halktır, sağı solu belli olmaz. Halk vicdanıyla gerçekten maneviyatıyla insanlığa, kendisini ve birbirini örgütledi. Bizim bilmediğimiz yerlerde bu memlekette Samsun’dan tutun İzmit’ten İzmir’e Aydın’a Manisa’ya Adana’ya; Gezi’den sonra Türkiye çapında en yaygın iller ve ilçeler bakımından en yaygın eylemler Kobane sürecinde yaşandı. Diktatörler ve siyasi iktidarlar bu toplumu sevmiyor.”
Verilen 20 dakikalık aranın ardından Yüksekdağ ve tutsak siyasetçiler “Yaşasın birleşik mücadelemiz” sloganı, alkış ve zılgıtlarla karşılandı.
"SAVAŞ YORGUNU BİR ÜLKE"
Yüksekdağ, şöyle devam etti:
“2011’de başlayan Suriye savaşı, öncesindeki Bahar İsyanı ve Rojava adı verilen bir özgün Kürt statüsünün ortaya çıkması yeni bir durumdu. Çözüm sürecinin etkisiyle Türkiye’deki iktidar Kürt realitesi ile barışmak ve Türkiye’nin yeniden demokratik tesisi için, siyasetin önünün açılması, toplumun yararı için değerlendirmek yönünde görüş açısı vardı. İlk başta iktidarın görüşlerinin bir kısmının samimi olduğunu düşünüyorum, mutlak bir güven değil ama. Gerçekten savaş yorgunu bir ülke vardı, yıllardır 35 yılı bulmuş bir adı konulmayan savaş ve çatışma süreci yaşanıyordu. Kürdün evladının da Türkün evladının da canı yanıyordu ve bu gerçekten her açıdan ekonomik de sosyal da siyasi olarak da toplumun refah düzeyi bakımında da memleketin temellerini çürüten bir etki taşıyordu. AB ve batıyla kurulan ilişkiler, onlara biçilen demokratik gömleği giymiş olmaları, etraflarında konumlanan güçlerin kendilerince AKP’ye özgü demokratik bir cumhuriyet kurulacağına dair telkinleri Kürt sorununu müzakere ve diyalog ile çözümüyle adımlar atıldı. Tek başına siyasi iktidar adım atmadı, hem savaşın ağır yıkımının yarattığı basınç vardı, bu basıncı siyasi iktidar da devlet yapısı taşıyamıyordu. Ne ezebiliyor, ne de yok edebiliyor. Siyasi bir risk alındı ve süreç başlatıldı.”
"ANALARIN GÖZYAŞINI DİNDİRECEĞİM DİYORSUN AMA KARAKOLLAR YAPIYORSUN"
Oslo Görüşmeleri’nin 2012 yılında kesintiye uğratıldığını hatırlatan Yüksekdağ, 2013 Newroz'unda PKK lideri Abdullah Öcalan'ın mesajıyla beraber somut ve tarihi çözüm sürecinin başlatıldığını ifade etti. O dönemde iktidarın Kürt halk gerçekliğini Rojava, Türkiye ve Suriye boyutuyla anlamaya dönük bir takım yaklaşımlar geliştirdiğini anımsatan Yüksekdağ, şöyle devam etti:
“Ama biz o dönemde yaklaşımlarını yeteri kadar tutarlı ve kararlı görmüyorduk. Bugün baktığımızda bırakın tutarlılığı, kararlılığı inanılmaz bir pragmatizm inşasının önüne çıkarlarını ören bir yaklaşım ürünü olduğunu anladık. Ben bugünden o günkü yaklaşımlarının siyasal ve sınıfsal anlamını ölçebiliyorum o dönem de eleştirdik. ESP Genel Başkanı olarak yaptığım açıklama buraya konulmuş, net şekilde Türkiyeli sosyalistler olarak iktidarı eleştirdik. Bir çözüm süreci başlattın ama gereğini yerine getirmiyorsun. Anaların gözyaşını dindireceğim diyorsun ama karakollar yapıyorsun. Savaşın ve silahlanmanın, mühimmatın yolunu heba ediyorsun. Tutarlı demokratik barışçıl bir çözüm iradesi ortaya koyman gerek diye eleştiriyoruz. Bir taraftan savaşan karşılıklı savaşan güçler var bir taraftan eline geçince öldüreceksin, sivil halka zarar veren provokatif eylemleri engellemeyeceksin, ölümlerine yol açan koşulları ortadan kaldırmayacaksın, bir taraftan da çözüm sürecinin siyasi ekmeğini, rantını yemeye kalkacaksın.”
Kobanê işgal sürecinin çözüm sürecindeki ilk kırılma noktası olduğunu söyleyen Yüksekdağ, siyasi iktidarın barışı inşa edecek iradeyi ortaya koymadığını ve yüz yıldır olduğu gibi imhacı bir anlayış ile hareket ettiğini ifade etti. Yüksekdağ, “Çözüm sürecine dahil olan ikircikli karmaşa, devlet kaosu o sürece doğrudan yansıdı. Bir taraftan bir irade var ama ağır basan yapıcı taraf Kürt siyasi hareketiydi ama devlet cephesinden bir irade olmasına rağmen bu kafa karışıklığı, niyetsizlik her bir hareketlerine yansıyordu” dedi.
"YÜZ YILLIK YÖNTEM DEVREYE GİRDİ"
Yüksekdağ, çözüm sürecinde iktidarın belirli aralıklarla PYD ile devam eden görüşmelerini ve Erdoğan’ın “Direnen Kürt kardeşlerimi selamlıyorum” sözlerini hatırlattı. PYD ile gerçekleştirilen resmi görüşmelerin samimi olmadığını belirten Yüksekdağ, “Kardeşlikten çok faydacılık yaklaşımı olduğunu gördük. Ancak o dönemde Kobanê direniş döneminde asla ve asla gerek atılan tweeti gerekse eylem ve etkinlikleri terörize etme yaklaşımı asla sergilenmedi. Biz sadece 7 Ekim’den itibaren provokatif karanlık güçler halkın içine salındıktan sonra itidal çağrıları yapmaya, provokasyon ortamını ortadan kaldırmak için elimizden geleni yaptık. Ama devletin başka bir aklı o süreçte devreye girdi. Ve sadece FETÖ üzerinden değil, geleneksel bazı algılar, statükocu zihniyet üzerinden Kobane hareketini provoke etmek suretiyle yüz yıl boyunca ezberlenmiş ezerek, öldürerek çözme, onu gerçekleştirebilmek için en uygun ve elverişli koşulları yaratmak için provokasyon yöntemi devreye girdi. Kobane hareketinin provoke edilmesinin en önemli nedeni budur. Siyasi iktidarın cemaat dahil bütün bileşenlerinin üzerinde uzlaştığı, anlaştığı bir şeydi” diye konuştu.
"DEVREYE HİZBULLAH KONULDU"
Kürt sorunundaki çözümsüzlükte ısrar eden iktidar ve devlet aklının devreye farklı aktörleri sokmaya çalıştığını ifade eden Yüksekdağ, “Örneğin 90’lı yıllarda aktif rol oynayan, tetikçi olan Hizbullah’ı devreye sokmaya çalıştı, HÜDA PAR’la HDP’yi karşı karşıya getirme provokasyonu ile devletin baskı aygıtlarının ulaşamadığı Kürtistan’daki yerlerde de başka bir baskı aygıtı yoluyla baskı altında tutmak için Hizbullah ve HÜDA PAR’ı oyunun içine çekme hamlesi geliştirdi. O dönemden itibaren Hizbullah ve HÜDA PAR iktidarın oyununun içine çekildi, o dönem onların farkında olduğunu düşünmüyorum. O dönemden sonra ikinci bir aparat olarak az kullanılmış bir aparat devreye sokuldu. Kobane’den aylar sonra biz aynı masada çalışmaya devam ederken, Yasin Börü ve arkadaşlarının katledilmesi ile birlikte HÜDA PAR devreye sokuldu. ‘Yasin Börü’nün katili Selahattin Demirtaş, HDP’liler’ diye diye aradan yıllar geçmesine rağmen provokasyonu yenileyerek önümüze koydular” ifadelerini kullandı.
"ÇÖKTÜK MÜ, HAYIR!"
6-8 Ekim 2014 sürecinin ardından AKP’nin çözüm sürecine dair karanlık bir ajanda hazırladığını söyleyen Yüksekdağ, MGK toplantısında karar altına alınan “'çöktürme planına” dikkat çekti. Yüksekdağ, “Sokaklar kana bulanacak, kaos çıkarılacak diyerek bir simülasyon hazırlamış. Hendeklerden tutalım, kadın örgütlerinin kapatılması, TV’lerin kapatılması, sivil kuruluşlara baskı, saldırı, her şey var. İktidar bir cezaevi sipariş ediyor. ‘Yeni Türkiye bu’ diyor. Bu çöktürme planın yapıldığı dönem çözüm sürecinin sürdüğü ve görüşmelerin sürdüğü bir dönemdi. MİT’in ve tüm devlet yetkililerinin olduğu masada oturduğumuz sırada siyasi iktidar çok büyük devasa bir savaş planı yapmış. Çöktüreceği kimler, bizleriz. Neyi çöktürdüler, çöktük mü? Hayır!" dedi.
"BİTTİLER DEDİKLERİ NOKTADA YİNE AYAKTAYIZ"
Kürt siyasi hareketi, kadın hareketi ve sol sosyalist hareketin ağır saldırılarla karşı karşıya kalmasına rağmen direndiğini vurgulayan Yüksekdağ, şöyle devam etti:
“Bizler ‘bittiler’ dedikleri noktada yine ayaktayız. Biz üçüncü yolu da buluruz, açarız, üçüncü cepheyi de onların korkulu rüyası olarak dikilir karşılarında dururuz. Oyun içinde oyun, kirliliğin içinde kirlilik, hesabın içinde hesap. Bugün geldiğimiz noktada bu iktidar kaç yıldır, beka, bayrak hamaseti üzerinden bizleri terörist ilan ederek ayakta kaldı. Başardıkları tek şey bu. Ayakta kalmak ama bu ülkenin varlık hakkını kazandınız mı beyler, efendiler? Çözüm sürecini dinamitleyerek bu memleketin varlık hakkını dinamitlediniz. Bölgeyi ve dünyayı görmediniz mi? Bu dünya savaşı Türkiye’nin göbeğinde durduğu dar bir üçgene dönüşmüş durumdadır. Üçüncü dünya savaşının merkezi bu coğrafya. Hiç mi bir tarih bilinci ve akıl olmaz. Bu nasıl bir kibirdir. Aynı hataları yeniden yaparak daha fazla ölüme, yoksulluğa sürüklemek ancak böyle bir akılla olabilir. bir dünya savaşının kapıya dayandığı koşullar da halkların bekası için, devlet demiyorum kusura bakmasınlar bu benim devletim değil böyle bir devlet olamaz, bütün halkların bekası için Kürt halkının varlığı ve haklarıyla birlikte bu toplumun var olmasından başka bir yol yoktur.”
Ülke kaynaklarının ve servetinin yanı sıra yaşam hakkının da savaş politikaları uğruna heba edildiğine değinen Yüksekdağ, “Bu kadar çok Mehmet var diye savaşmak zorunda mısınız? Kürt Mehmet ile Türk Mehmet’i birbirine kırdıran karanlık korkunç bir zihniyetle ayakta kalıyorlar” sözlerini kullandı.
"HDP EZİLENLERE KAZANABİLECEKLERİNİ GÖSTERDİ"
AKP’nin 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında ilk kez “yenilebileceğini gördüğünü” ifade eden Yüksekdağ, "O zamana kadar hükümetler hep darbe ile düşmüştür. Türkiye tarihinde 7 Haziran başarısı bir ilktir. Yeni bir dinamik ve demokrasi yöntemine evrilmişti. ‘Bu antidemokratik iktidarı değiştirebiliriz’ dedi halklar. Her ne olursa olsun bu siyasi iktidar ve başındaki Erdoğan kendisini hükümetten indiren bir parti olarak bizi gördüğü için bize karşı ayrı bir husumet besliyor. Bu davalar ve tutuklamalar bu husumetin yansımasıdır. Ama demokratik değişim isteği ve olgusunu engellemeyi başaramıyorlar. HDP ezilenlere kazanabileceklerini ezenlere de kaybedebileceklerini gösterdi. Bunun hesabı soruluyor. Biz bunun hesabını ancak bizi seçenlere veririz. Tutuklandığımda milletvekiliydim ve halen bir halkın emanetini taşıyorum. Hesabım ancak halka ve kadınlaradır. Bu özeleştirimdir, yaptıklarım için değil yapmadıklarım için suçluyum, yapmadıklarım için eksik ve hatalıyım. Halklarımız bizim yaptıklarımızdan çok daha fazlasını hak ediyordu” dedi.
"YARGILAMADA HEDEFLENEN EKSEN KAYDIRMA"
Kendisine isnat edilen suçlamalara dair sürecin Mecliste kurulacak bir komisyon ile ilerletilmesi gerektiğini söyleyen Yüksekdağ, “Doğrudan siyaset tarafından sorulur, ben cevaplarım. Ne eksik, ne fazla ama bunun dışında kimse bizi mahkeme salonlarına taşıyamaz, bizi sorguya çekemez. İktidara çağırımdır: Yüreğiniz varsa kurun bir komisyon karşılıklı konuşalım. Bunun dışında önemili olan bir diğer nokta, bütün yargılama sürece boyunca kafanıza göre sanıkları topladınız bu dosyayla bizim ne ilgimiz var hepsi ayrı ayrı soruyor. HDP MYK’sında olmayanlar da burada. bir çuval dava oluşturup buradan bir şey çıkarabileceğinizi sanıyorsunuz. Bu yargılama sürecinde hedeflediğiniz bir eksen kaydırmadır, gerçeği gizlemedir. Bir insan bu kadar beceriksiz olamaz. bu iddianameyi kendini zorlasa kimse yapamaz. Bu kaos içinde istediğiniz kadar gerçekliği kaçırma ve gizleme şansı yakalıyorsunuz. Yargıda gerilla taktiği bu sanırım, vur kaç. Bu kaos kasıtlı olarak oluşturuldu siyasi iktidarı yargı masaları oluşturmuştur” diye konuştu.
Asıl yargılama sürecinin Kobane dosyası kapandıktan sonra başlayacağına vurgu yapan Yüksekdağ, “Bu dava bir hak, halk ve siyasi özgürlük davasıdır. Bu süreç geçicidir tarih kendi hükmünü verecektir. Halkların ve devrimci siyasetin hükmü açığa ortaya çıkacaktır” dedi.
"ÖCALAN TANIK OLARAK DİNLENSİN"
Dava dosyasında önemli eksiklerin olduğunu kaydeden Yüksekdağ, çözüm sürecinin resmi muhatabı olarak yer alan PKK lideri Abdullah Öcalan’ın tanık olarak dinlenilmesini talep etti.
Yüksekdağ, “Hakikatın kaynağına ulaşmak gibi bir derdiniz varsa Öcalan tanık olarak çağırılmalıdır. Bizzat Sayın Öcalan’ın gönderdiği mesajla çok daha kanlı olayların önüne geçilmiştir. En önemli tanık odur. Gelemiyorsa SEGBİS’le bağlarsınız ve böylece yıllarca İmralı’da süren tecridin bu davayla kırılmasına vesile olursunuz. Böylelikle bizim tutsaklığımız bir kırılmaya yardımcı olur” çağrısında bulundu.
Yüksekdağ, Kürt sorununda demokratik çözüm ve Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecridin son bulması talebiyle cezaevlerinde başlatılan açlık grevlerine dikkat çekerek, “Özünü ve canını ortaya koyarak sergiledikleri tavır ve tutumdan söz ediyoruz. Bu bir şeyler ifade etmeli, eğer bir irade ortaya konulmazsa çok daha trajik olaylarla karşı karşıya kalınacak. Ateş sadece düştüğü yeri yakmaz. Senin kardeşinin canı yanıyorsa senin de başka yerlerden canın yanacaktır” mesajı verdi.
"DİRENENLER TARİHE GİRER, ZALİMLER UNUTULUR"
HDP’nin büyük bir tarihsel arka plana sahip olduğunu belirten Yüksekdağ, “Bir fikrin bir paradigmanın zamanı geldiyse onu yavaşlatabilirsiniz, kırabilirsiniz, zarar verebilirsiniz belki ama asla ilerleyişini durduramazsınız. Düşer, zayıflar, güç kaybeder ama sonra gücünü onaracağı, sağaltacağı alanlar bulur kendisine. Yeniden yürümeye başlar, yeniden kendisini yeşertir yükselir. HDP böyle bir gerçeklik, böyle bir hakikattir. Hayatın ve mücadelenin insanlığın, doğanın gelişim ve değişim yasaları işlemeye devam edecek. Bu yasaları en fazla sahiplenenler, değişime en açık olanlar kazanacaklar. Bugün değilse yarın, çok yakın bir gelecekte kazanacaklar. Tarihe yazılacak o kalın harfleri onlar tayin edecek Tarih bir taraftan hafızası güçlü bir bilimdir diğer taraftan çok unutkandır. Zulme direnenlerin eylemleri tarihe çok güçlü girerler, zalimlerin zulmünü unutturur ama mazlumların yarattığı insanlık cennetini yüceltir tarih bilimi” dedi.
"YAŞASIN HALKLARIN EŞİT ÖZGÜR BİRLİĞİ"
Yüksekdağ savunmasını şu beyanlarla sonlandırdı:
“HDP’nin sembolü amblemi ağaçtır, DEM Parti de öyle devam ediyor. O ağacı sevdik, ağaçlar güçlü köklerini göğe uzatmazlar, toprağın derinliklerine gizlerler. Çok anlamlı ve bizi tarif ediyor. Bir taraftan köklerimizi yapraklarımızı göğe uzatıyoruz ama dallarımızın çok daha fazlası köklerimizde. Ve o toprağın altındaki damarlarla, köklerle birrbirimize sarılıyor, besliyor, birbirimizi sağaltıyoruz. Yeni yaşam ağacını asla ve asla kurutmayız. Yaşasın halkların, eşit, özgür birliği ve yaşasın halklarımızın demokrasi, barış ve özgürlük mücadelesi.”
Yüksekdağ’ın savunmasının ardından salondan, “Kobane umuttur, umut dimdik ayakta” ve “Yaşasın devrim ve sosyalizm”, “Biji berxwadana Kobane” sloganları yükseldi.
Duruşma yarın saat 10.00’da Yüksekdağ’ın avukat beyanlarıyla devam edecek. (MA)