Göçmen-yerli; işçilerin sınıfı da ortak mücadeleleri de
Dosyamızın son gününde yerli ve göçmen işçilerin mücadelelerini, mücadele deneyimlerinin getirdiği kazanımları tartışmaya açıyoruz.
Fotoğraf: Eda Aktaş/Evrensel
E. AVA
Düzenli ve düzensiz göç sirkülasyonu bir yandan dünyada değişkenlik gösterirken dosyamızın ilk iki gününde göçmen işçilerin Türkiye’de ve dünyada çoğunlukla “kayıtsız”, “geçici iş gücü” olarak çalıştığının üzerinde durduk.
Eurostat, Avrupa Komisyonu ve BM Uluslararası Göç Örgütünün (IOM) 14 Aralık’ta yayımladığı verilerde, 2022 yılında AB vatandaşı olmayan 9.93 milyon kişinin AB sınırları içerisinde çalıştığını kaydediyor. Bu rakam elbet kayıtlı göçmen işçileri yansıtırken, AB’de iş gücünün yüzde 5.1’ine tekabül ediyor. Yayımlanan ilgili açıklamada bizim de dosyamızın ilk iki gününde üzerinde çokça durduğumuz “kayıtsız göçmen işçi” sayısının çok daha fazla olduğu noktasına değiniyor.
2022 yılından bu yana AB’de imalat, tekstil, nakliye, inşaat, restoran ve otellerde ve bakım sektöründe daha çok göçmen işçilerin istihdam edildiği açıklamada vurgulanıyor. Öte yandan Türkiye’de kayıtlı 3 milyon 237 bin 585 göçmenin “geçici koruma” statüsüyle kayıtlı çalışan işçi sayısı 91 bin 500. Bu 1 milyondan fazla göçmen işçinin kayıtsız, sigortasız şekilde çalıştığı anlamına geliyor. Sektörel olarak yine Türkiye’de de daha çok tekstil ve inşaat alanlarında kayıtlı ve kayıtsız göçmen işçilerin çalıştığını görüyoruz.
Dosyamızda bu tabloyu ortaya koyarken kayıtlı ve özellikle kayıtsız işçilerin nerdeyse “kölelik” koşullarında çalıştırıldığına dair tespitlerde bulunduk. Bu vahim tablonun karşısında ise göçmen işçilerin mücadele olanakları, imkanları ve sendikalaşma oranları ise soru işareti yaratabilir.
DÜZENSİZ GÖÇMEN MÜCADELEDE DE AYRI DÜŞÜYOR
Uluslararası temel insan hakları belgelerinin göçmen işçilerle ilgili yaklaşımının temelinde, “Vatandaş olsun veya olmasın tüm insanların ‘insan’ olmaları nedeniyle insan haklarından yararlanmaları gerektiği” ilkesi bulunur. Ancak bu temel ilkeye rağmen, göçmen işçilerin sendikal hakları düzensiz göçmen işçiler açısından uluslararası düzeyde farklı sendikalar açısından tam olarak kabul görmemiştir. Uluslararası belgeler; düzenli göçmen işçilerin sendikal haklarını tanırken, düzensiz göçmen işçilerin sendikal haklarını düzenleme konusunda yetersiz kalıyor.
Burada iki faktöre değinmekte yarar var; birincisi kayıtsız veya kayıtlı göçmenlerin daha çok çalıştığı iş kollarında sendikaların zayıf olması, ikincisi sendikaların, göçmen işçilerin en büyük kümesi olan kayıtsız göçmenlerin sendikaya üye olmasına sıcak bakmaması.
Penninx ve Roosblad “Sendikalar, Göç ve Avrupa’da Göçmenler” adlı çalışmalarında sendikaların göçmen işçilerle ilgili farklı ikilemlerinden bahseder: “Sendikalar göçmen işçilerin istihdam edilmeleri konusunda hükümet ve işverenlerle aynı görüşte mi olmalı yoksa onlara karşı direnmeli mi?”, “Göçmen işçiler diğer işçilerle aynı haklara sahip olacak şekilde sendikaya üye olarak kabul edilmeli mi yoksa tamamen veya kısmen sendikadan dışlanmalı mı?”, “Sendikalar dışlayıcı değil de içerici bir politika tercih ederlerse göçmen ve yerel işçilerin genel çıkarlarını bütün işçileri aynı kabul ederek mi temsil etmeli yoksa göçmen işçilerin ihtiyaçlarını ve çıkarlarını dikkate alarak özel politika ve stratejiler mi geliştirmeli.”
GÖÇMEN İŞÇİYE SENDİKA, DİL VE SİYASET BARİYERİ
Bu ikilemler sadece Avrupa’da değil dünyanın birçok yerinde -Türkiye dahil- tartışılan bir yerde duruyor. Sendikalar açısından yerli işçinin örgütlenmesinin daha kıymetli olduğu algısı, bir yandan dünyada günden güne artan kayıtsız göçmen işçilerin görmezden gelindiği anlamına geliyor. Ancak sadece sendikaların tutumları veya çeşitli sektörlerde sendikal çalışmanın zayıf ve yetersiz olması kayıtlı ve kayıtsız göçmen işçilerin hak mücadelesinin bir parçası olmasını engellemiyor. Bazı başka faktörlerden de bahsedebiliriz. Göçmen işçilerin göç ettikleri ülkenin dilini bilmemeleri yerli işçilerle, iş yerlerinde sendika varsa sendika yetkilileri ile iletişim kurmalarını engelliyor. Öte yandan mevsimlik işçi, projeye bağlı işçi yani geçici göçmen iş gücü hedef ülkede geçici bir süre kalacağı için sendikalara üye olamıyor. Geçici iş gücü olmayan göçmen işçi bile ne kadar süre bir ülkede, şehirde ve iş yerinde kalacağına dair fikre sahip değil. Dolayısıyla sendikaya üye olması çok daha zorlaşıyor.
Örneğin dosyamızın ilk iki gününde de bahsettiğimiz gibi AB örneğinde ülkeler arası işçi transiti gerçekleşirken Türkiye’de iş olanaklarının değişmesi ve çalışma koşullarının ağır ve dayanılmaz olmasıyla birlikte özellikle kayıtsız göçmen işçiler sürekli il ve iş değiştirtiyorlar. Değinebileceğimiz diğer faktör ise devlet baskısı. Göçmene “Seni her an geri gönderebilirim, sınır dışı edebilirim” mesajı veren ve yaptırım uygulayan devletler, göçmenlerin herhangi bir alanda örgütlenmesinin önüne geçiyor. Örneğin Türkiye’de özellikle son beş yılda farklı alanlarda mücadele eden göçmenlerin geri gönderme merkezlerine (GGM) gönderilmesi, sınır dışı edilmesi ve hatta uluslararası hukuka aykırı olarak uluslararası korumaya sahip göçmenleri tehlikede oldukları ülkeye geri göndermesi göçmenleri örgütlenmeden uzaklaştırdığı bir tabloyu da ortaya seriyor.
ŞİRECİ’DE GÖÇMEN-YERLİ İŞÇİ KAZANIMI
Ancak kısıtlı da olsa göçmen ve yerli işçilerin dayanışma ve mücadelelerinden bahsedebiliriz. Örneğin Türkiye’de Adana’da saya işçilerinin hakları için işverene karşı mücadele sürdürdüğü dönemde Suriyeli işçilerle birleşmesi veya yakın dönemde Antep’te Şireci Tekstil’de hakları için mücadele eden ve kazanan yerli ve göçmen işçilerin birlikte mücadele etmesi gibi. AB açısından ise Türkiyelilerin de iş gücü olarak en çok göç ettiği Almanya, göçmen işçilerin sendikalaşma ve mücadele deneyimi açısından önemli bir yerde duruyor.
SINIFIN BİR PARÇASI OLUYORSA SINIF MÜCADELESİNİN DE BİR PARÇASI OLMALI
Almanya’da göçmen işçilerin sendikalara katılımı ve yerli işçilerle birlikte mücadeleyi sürdürmesini Almanya IG Metall Sendikası Göç Dairesi Eski Başkanı Nafiz Özbek ile konuştuk.
Türkiye’de yaklaşık son 10 yıldır göçmen işçilerin emek sürecine dahil olmasını tartışıyoruz. Ancak Almanya’daki süreç daha eski. Almanya’ya Türkiyeliler ilk göç ettiklerinde sendikalarda nasıl örgütlendiler?
1995’ten bu yana göçmen işçilerin Almanya’ya gelişi bir anlaşma silsilesi sonucu ortaya çıktı. Akdeniz ve komşu ülkeler ise daha yoğunluklu göç alınan yerlerdi. O süreçte sendikalar kendi tarihleriyle de biraz yüzleşerek geçmişteki hataları yapmamaya çalıştılar. Örneğin geçmişte sendikalar arasında korkunç rekabet vardı. Veya Alman milliyetçiliğinin daha yaygın olduğu dönemde sendikalara sadece Almanlar üye olabiliyordu. Ancak bunların hepsi yaklaşık 1949’da. Yani 2. Dünya Savaşı’nın bitmesinden sonra Münih’te yapılan DGB’nin genel kurulunda o dönem Baden Württemberg’deki bölge şefiydi. Diyordu ki, ‘Birlik sendikasını göz bebeğiniz gibi koruyun.’ Bu şu anlama geliyordu: Buraya göçmen işçiler geliyor. Eğer geçmişteki hataları tekrarlayıp göçmen işçileri dışlarsak bu sendikaların ilke ve siyasetlerine uymaz. Dolayısıyla göçmenleri sendikaların bir parçası yapmamız lazım. Dolayısıyla altyapı oluşturmamız lazım. Ki bu bir yandan gelen göçmenlerin dilinde yayın ve propaganda yapmak anlamına geliyordu. Bu süreç 1960’lardan itibaren Almanya’ya gelen Türkiye ile işçinin geldiği andan itibaren çalıştığı fabrikanın sendikasına üye olabileceği öyle bir hakkının olduğu zeminini yarattı. Sadece 1972 yılına kadar aktif ve pasif seçim hakkı yoktu. Ancak bu sonradan değişti. İş Yeri Teşkilat Yasası’nda değişiklikle göçmen işçiler Almanya’ya sonradan gelseler bile sendikal ve siyasal alanda ve iş yeri temsilciliğinde Almanyalı işçilerle aynı haklara sahip oldular.
Özellikle ilk süreçte göçmenlerin kendi diliyle onlara seslenmek bir yana çeşitli eğitim süreçlerinin de sendika tarafından başlatıldığına şahit olduk.
Göçmen işçilerin sendikalarda seçim hakkını kazandıktan sonra da sendikaların tamamı özellikle İG Metal, göçmenler arasında sürekli bir çalışma yürüttü. Öte yandan Türkiye’den gelen göçmen işçiler de daha çok ağır sanayi ve metal sektöründe çalışıyordu. Özellikle eğitim çalışmaları ve dil bariyerini aşmak üzere gösterilen çaba sonucu benim sendikada bulunduğum dönemde 12 bin sendika temsilcisinin içinde 4 bin 500 göçmen işçi temsilci vardı.
GÖÇMENLER GREVİ ÖRGÜTLEDİ
O dönem Türkiye’den gelenlerin sendikal bilinçleri var mıydı? Daha çok hangi taleple sendikaya üye oldu işçiler?
İlk kuşak tarihsel olarak Türkiye’nin siyasi atmosferini de göz önünde tutarsak kalifiye işçi olarak geldi ve çoğunun sendikal bilinci vardı. Fakat sonraki dönemdeki gelenler burada sendikanın ne olduğunu öğrendiler. Öte yandan bu süreçte sendikaların görevi piyasa rekabetini ortadan kaldırmaktı. Dolayısıyla özellikle yerli ve göçmen işçilerin eşit ücret alması üzerine bir mücadele yolu izlendi. Bir bilinç yükseltme dönemi olarak da bakabiliriz sürece. Mesela 1970’lerin başında Ford greviyle birlikte 400-500 alanda sendikaların dışında olduğu, “illegal grev” diye adlandırılan süreçte, göçmen işçileri örgütlenmenin merkezinde gördük. Bu süreçten sonra toplu sözleşmelerde göçmen ve yerli işçilerin hakları eşitlendi. Dolayısıyla bir bilinçlenme ve birlikte hareket etme sürecini deneyimledik.
ALMANYA’DAKİ SENDİKAL SÜREÇ ÖRNEK OLMALI
Şimdiki süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Geçtiğimiz günden bu yana yani yaklaşık 4 kuşak. O dönemden bu yana yerleşen göçmenlerin çocukları ki şu an gençler, eski sorunları yaşamıyor. Yani dil, eğitim vb. sorunlar. Öte yandan kapitalizm ve teknolojisi sürekli değişkenlik gösteriyor ve insanların o süreçlere adapte olması lazım. Ama diğer bir önemli nokta başka ülkelerden gelen göçmen işçiler. Rusya, Polonya ve birçok Ortadoğu ülkesi gibi yerlerden gelen yeni göçmen işçiler açısından aynı süreçten çok bahsedemeyiz. Şimdiki sendikal mücadelenin zayıflamasıyla birlikte göçmenlerin de sendikalara dahil olması zayıfladı. Ama Almanya’da o dönem süren sendikalaşma ve göçmen işçilerin rolü bugün açısından Türkiye için de örnek olmalı. Çünkü gelen göçmen işçiler sınıfın bir parçası oluyorsa sınıf mücadelesinin de bir parçası olması lazım.