"Etik” mühendislik ama nasıl?
Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, büyük yıkımlara sebep olan ve toplumsal gelişmeyi engelleyen bir sektörde ne kadar “etik” bir mühendis olunabilir?
Fotoğraf: Freepik
Ayçe İdil OKATAN
Boğaziçi Üniversitesi Mühendislik Fakültesi
Dünyanın pek çok yerinde, üniversitelerde mühendislik etiği eğitimi veriliyor. Türkiye de dahil. Bu eğitimin amacının da kimi ilkeleri öğretmenin yanı sıra, mühendisleri “etik” davranmaya teşvik etmek olduğu iddia ediliyor. Peki mühendislerin sahada çalıştığı koşullarda yani “gerçekte” bu etik nerde duruyor? Zira, sahada alınan her bir karar; yalnızca mühendisin kendisine değil işin hassasiyetine, çalıştığı kuruma, bütçesine, zorunlu tutulan standartlar gibi pek çok faktöre dayanıyor. Bunun yanında, sayılan ilkeler yoruma mı açık yoksa tanımı aşan, gözden kaçırdığımız şeyler mi var?
Mühendislik etiğinin, değişebilmekle birlikte, genel olarak “halkın güvenliğini, sağlığını ve refahını en üst düzeyde tutmak, hizmeti yalnızca kendi yetki alanında gerçekleştirmek, herkese açık beyanları sadece nesnel ve doğru bir şekilde yapmak, işveren ve müşteriye karşı sadık ve güvenilir davranmak, yanıltıcı eylemlerden kaçınmak” gibi ilkeleri barındırdığı söylenir. Bu, minimal ve bazı noktalara değinmekten itina eden bir tanım. Üstünde durmakta fayda olduğunu düşünüyorum.
KANUN DENETLE DİYOR AMA MÜMKÜN MÜ?
Yapı denetimi bu konuyu inceleyebileceğimiz, göz önünde örneklerden biri. 1933’te yürürlüğe giren 2290 sayılı Belediye Yapı ve Yollar Kanunu’na göre yapı projeleri yerel belediye tarafından onaylanıp inşaat ruhsatı düzenlendikten sonra yapının inşası serbest çalışan mühendisler tarafından denetleniyordu. Her şeyden önce bu serbest mühendislerin ücretlerinin müteahhit tarafından ödenmesi, mühendislerin standartlara aykırı yürütülen süreçlere göz yummak zorunda bırakılmasına yol açabiliyordu. Bu koşullarda, standartlara uymayan bir yapıyı onaylayan bir mühendis “işveren ve müşterisine sadık kalmış” oluyordu fakat hem güvenliği tehdit ediyor hem de “yanıltıcı eylemlerde bulunmuş” oluyor. Bu denetim sistemi 2000 yılına kadar yürürlükte kaldı. Bu tarihe kadar malzeme standartları da belirli değildi ve denetimi yapılmıyordu. Dolayısıyla proje, bu alanda çalışan her mühendisin ve uzmanın iyi bildiği gibi, tüm aşamalarda gerçekten onay almış olsa bile gerek zeminin uygunsuzluğu gerek kullanılan beton ve demirlerin kalitesizliği sebebiyle güvensiz olabiliyordu. Zorunlu standartlar olmasa bile, dönemin şartlarında yapılabilecek en güvenli yapıların inşasını sağlamak “etik” davranan bir mühendisin görevi olsa da, bu maalesef mümkün değildi.
2000 yılından itibaren 29 ilde yürürlüğe konan Yapı Denetim Yasası ile müteahhitler, kuralları yasada belirtilen şekilde, kurulan yapı denetim şirketleri içinden istediklerini seçebiliyordu. 2019’dan beri ise müteahhitler istedikleri şirketi seçemiyorlar. Ama aynı yıl yapı denetim ücretinin %50 azaltılmasıyla birlikte yapı denetim şirketlerinde imzacı mühendis ve mimarlar “denetim” işini yapmaya başladı. Böylece kâğıt üzerinde yasanın gerektirdiği personel kıstasını oluşturan imzacı mühendis ve mimarlar aslında sözde denetledikleri yapı konusunda hiçbir fikre sahip olmuyorlar. Bu, “müşterinin ve işverenin istediği olması” ancak “halkın güvenliği, sağlığı ve refahı en üst düzeyde tutulmaması” demek.
İŞÇİ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ
Bir diğer örnek, işçi sağlığı ve iş güvenliği. Mühendislerin bu alandaki kontrolü dahilinde, herhangi bir riskli duruma karşı teknik ve fiziksel önlemleri sağlamaları gerekiyor. Çalışma ortamındaki sıcaklık, hava kalitesi, güvenlik için gerekli çalışma ekipmanının sağlanması ve bu ekipmanların kalitesi bu kapsamda yer alıyor. Soma Katliamı’nda da sebepler arasında temiz hava hatlarından hortum çekilerek sensörlerin kandırılması, kömürdeki kızışmanın göz ardı edilmesi, işçilerin maskelerinin küflü ve dolayısıyla işlevsiz oluşu gibi sebepler vardı. Coşkunlar Havai Fişek Fabrikası patlamasında da ne işçilere yeterli korumayı sağlayacak önlükler verilmiş ne de önlem alınmıştı. Özelleştirildikten sonra MKE Roket ve Patlayıcı Fabrikası’nda işçilerin özelleştirme sonrasında normalden çok daha fazla çalıştırılması, makinelerin bakım ve temizliğinde eksikliklere yol açmış, 40 gün arayla, 5 işçinin hayatını kaybettiği ve 5 işçinin de yaralandığı iki patlama meydana gelmişti. Tosyalı’daki kaza örneğindeyse yanan bir işçiye bir damacana su ile müdahale edilmişti! Bunlar, iş sağlığı ve güvenliği açısından nereye geldiğimizi açıkça gösteriyor.
KÂR ODAKLI BİR SİSTEM İHMALLER DOĞURUR!
Kimi zaman gözden kaçsa da, tanımda öne sürülen “halkın güvenliği, refahı ve sağlığı” ifadesi, tüketici kadar üreticiyi de kapsıyor. Maliyetin olabildiğince düşük, kârın ise olabildiğince yüksek tutulması, kaçınılmaz olarak her türlü tedbir ve ekipmana yapılacak harcamadan kısılmasıyla sonuçlanır. Daha yüksek kâr karşısında ne işçinin canının bir değeri vardır ne de ortaya çıkan ürünü kullananın.
Yalnızca yapılan işin içeriği ile ilgili değil, mühendislerin çalışma alanlarına dair de tartışılabilir. İktidarın “güçlü” Türkiye tasavvuru sadece İHA/SİHA’larla, F-16’larla bezendiğinden, böyle bir zamanda savaş sanayiide çalışan mühendisler için bunu sorgulamak kaçınılmaz. Mühendislerin, iktidarın politikalarını gerçekleştirilmesinde rol oynamaları, ülke içinde ve dışında barış içinde yaşamanın koşullarını daraltan bu sektörde, işini yapmak emperyalizme hizmet hâline getiriliyor. Bu koşullarda mühendislerin savaş ve yıkımlardaki rolünü incelemek önem kazanıyor. Yatırımların ve devlet harcamalarının önemli bir kısmını oluşturan bu alan, yalnızca mühendisliğin yanı sıra temel bilimleri de etkisi altına alıyor. Sağlık, eğitim, çevre, sosyal yaşam ikinci plana atılıyor. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, büyük yıkımlara sebep olan ve toplumsal gelişmeyi engelleyen bir sektörde ne kadar “etik” bir mühendis olunabilir?
ETİK BİR MÜHENDİS OLMAK
“Etik bir mühendis” kimliğinin sınırlarını çizsek de koşullar, mühendislerin tek tek ahlaki davranıp davranmamalarını aşarak, bizi bir sınıf ve üretim ilişkilerini çözümlemeye zorluyor. Bu öyle bir çözümleme ki dolgun maaşlarla gözlerinin boyanmasına izin vermeden, üretim ilişkisi temelinde birfiil parçası olduğu işçi sınıfının safında kendi yetenekleri ve bilgi birikiminden faydalanarak barış içinde insanca bir yaşamın herkes için mümkün kılındığı bir dünya için mücadele etme mühendislere de düştüğünü gösteriyor. Kendi kurtuluşu, işçi sınıfınınkiyle ortak olan her kesim gibi mühendislerin de bu mücadeleye kattıkları ve katabilecekleri, başarıya ulaşması için küçümsenemeyecek bir önemde. Kişilerin “ahlâkına” veya basmakalıp tanımlara sıkışmış bir anlatıdan ziyade, mühendislerin bu savaşta nerede konumlandığını ve neler yapabileceğini tartışmak tutarlı ve gerçekçi olandır.
KAYNAKÇA:
https://teoriveeylem.net/tr/2023/08/15/yapi-denetim-ve-deprem-direncli-kentler/
https://www.evrensel.net/haber/356701/somada-ne-olmustu-ozel-sektorun-calisma-tarzi-katliam-getirdi
https://www.evrensel.net/haber/422922/coskunlar-havai-fisek-fabrikasi-patlamasi-davasi-15-marta-ertelendi
https://teoriveeylem.net/tr/2018/08/01/kaza-susu-verilen-cinayetler/