Sağcılık yükselirken gençliğin talepleri ne olacak?
Bu gidişata dur diyen seslerin cezalandırıldığı, susturulduğu kuşatma altındaki gençlik iktidarın kurmaya çalıştığı anlatıyı kendi hayat deneyimleriyle yanlışlamaya çalışıyor.
Unsplash
Dağlar Eren TEKŞEN
Boğaziçi Üniversitesi
Son yıllarda bütün dünyada yükselen sağcı hareketler herkesin malumı. Sağ-popülizm, yeni sağ, neo-faşizm gibi adlandırmalarla anılan bu akımlar -burada kavramsallaştırmaya dair bir tartışmaya girmeyeceğiz- hem kitle tabanlarını güçlendiriyor, hem de birçok ülkede iktidara geliyor. Son olarak Arjantin’de iktidara gelen Milei örneğn.
Dünyada ana akım siyasetten bir kopuş olduğunu, birçok yerde bu kopuşu sağcı partilerin ve onların topluma dair söylediklerinin doldurmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Sağın yükselişi farklı farklı sebeplerle açıklansa da ve belki de bu yazıyı okuyan birçok arkadaşımız belli oranlarda sağcı propagandadan etkilense de meselenin iç yüzünü aydınlatmak gerekiyor.
DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SAĞIN YÜKSELİŞİ
Kapitalizmişn kaçınılmaz krizlerinden biri olan 2008 krizinden sonra dünya ekonomisinin durumu daha da kötüleşirken, kapitalizmin çelişkileri daha da derinleşti. Yıllarca neo-liberal politikaları uygulamada ortaklaşan ana akım merkez siyaset sağıyla soluyla işçi ve emekçilerin gözünde itibarını tamamen kaybetti. İşte uluslararası aktörlerin ve kurumların güç yitirdiği, kapitalist devletlerin sermayeyi ve kapitalizmin işleyişini koruma refleksiyle hareket ettiği koşullarda sağ popülizm, halkların memnuniyetsizliklerini, sebeplerini bulandırarak kendine yedekleyerek güçlenmeye çabalıyor. Bu hareket; toplumun ve milletin güncel bir tehlike altında olduğu, yok oluşa sürüklendiği havasını yaratıyor ve savaşlar, göçler, krizler gibi sorunları istismar ediyor. Kitlelerin kapitalizme karşı kendi çıkarları temelinde birleşerek mücadele etmesini engelliyor.
Türkiye’de de “Eyy Avrupa” nidaları arasında Avrupa devletleri düşman ilan edilirken bir yandan tam da Avrupa burjuvazisinin hem de onların yerli işbirlikçilerinin arzuladığı ucuz emek cenneti ihtiyacına en üst perdeden cevap veriyor AKP iktidarı. Zaman zaman kapitalizme ve emperyalizme bile karşıt söylemler kullarak işçi ve emekçilerin düzene karşı olan öfkelerini sömürürken, gerçekte Çin modeline geçtiğini açıklayarak, işçi ve emekçilerin hak ve özgürlüklerini ortadan kaldırarak, sermayeyi her koşulda koruyarak kapitalizmin ve sermaye sınıfının varlığınının en uygun koşullarda devamını sağlıyor.
Yine dünyadan popüler bir örnek olan, Arjantin’de iktidara gelen Milei’nin, bakanlıkların ve Merkez Bankasının kapatılmasını önermesi buna başka bir örnek. Bu yerleşik yönetimlerin halktan, kendi insanlarından kopuk olan bir elitler tabakası olduğunu öne sürerek kendilerini “sıradan insanın” sözcüsü ilan etmek bu türden bir sağ siyasetin aktörlerinin ortak noktalarından. Halk, millet, din, yaşam tarzı, tarih vb. birçok alanı, yeniden sentezledikleri değerleri ve çıkarları doğrultusunda tekrar yaratıyorlar. Ayrışmaları büyütüp parlatmasıyla neoliberal politikaların yarattığı çelişkileri gizlemek ve üretim tarzına, sorunun iktisadi temellerine dokunmadan çözüm ve değişim isteminde olan geniş halk kitlelerinde biriken öfkeyi krizin yüzeysel görüntülerine yönlendirmek de bu yükselen sağcılığın en etkili silahlarından. Aile yapısını genelgeçer olarak kabul edip, gelenek ve göreneklerin, tutucu yaşam tarzının, hatta vatanın bütünlüğünün ve milletin çıkarlarının tehlikede olduğu kaygısını öne sürerek sokaktaki köpekleri, kadınları, LGBTİ bireyleri, göçmenleri, Kürtleri, yani sistemden asıl mağdur olanları bütün bunların sorumlusu gibi gösterebiliyorlar.
Sermayenin elindeki medyanın da sınırsız desteğiyle örneğin İYİP gibi, Zafer Partisi gibi milliyetçilik kökenli sağcı partilerle de, yaşam koşullarından memnun olmayan gençlik kitlelerini kendi politik ajandasına ikna edebiliyor. Bu güya “muhalif” milliyetçi partiler, yaşam koşullarındaki bariz kötüleşmenin öfkesini sahte çözümlere yönlendiriyor. Gençlik kesimlerinin öfkesini ve mücadele potansiyelini, örneğin “Türk” olmak üzerinden çözümsüzlüğe baştan mahkum bir kimlik sorununa çekiyorlar: “Öfkeli genç Türkler” gibi yapay bir politik özne kurgusu gibi örneğin, AKP iktidarını neredeyse Türklüğe savaş açmış bir parti olarak görmek gibi komik iddialar, Türk gençlerinin yaşadıkları sorunları Türk olmaktan kaynaklı yaşadıkları iddialarıyla karışıyor. Göçmen sorunu büyürken sanki sorunun kaynağı göçmenlermiş gibi bir rüzgarın estirilmesi, bu iddiaların altını da dolduruyor. Halbuki bu sorunda dahi emperyalizmin hedef alınması ancak temelsiz bir AB karşıtlığından ibaret oluyor. Temelsiz bir emperyalizm karşıtlığı, çünkü bu karşıtlık da milliyetçi reaksiyonlardna ibaret, halbuki emperyalizmin kapitalizmin en yüksek aşaması olduğunun gözden kaçırılması sermaye partilerinin buradaki rolünün görünmez kılınmasına hizmet ediyor. Kendilerinin parçası oldukları sorunların çözümü için gençlerin duygularının istismarı işte böyle anlam kazanıyor kendi politik ajandalarında..
Bu popülist siyasetle birlikte aslında sorumlusu olduğu sorunların yükünü, yine bu sorunlardan mağdur olan kesimlere yıkan sermayedarlar ve onların politikacıları; insanların gözlerinin önüne gerdikleri bu tiyatro perdesi sayesinde göçmenleri hedef gösterip işçi dayanışmalarını engellemeye ve kendisine ucuz iş gücü bulmaya, kadınları hedef gösterip eve kapatarak hem erkek işçileri daha kötü koşullara mahkum etmeye hem toplumsal yeniden üretim yükünü tamamen kadınlara yıkmaya, muhalifleri ve sosyalistleri hedef gösterip makul bir alternatif fikrini toplumdan uzak tutarak halkı bu sisteme mecbur bırakmaya devam edebiliyor.
GENÇLİK BUNUN NERESİNDE?
İktidarın kontrol altında tutup gelecekte kendi yanında hizalandırmayı hedeflediği gençlik kesimleri için de çeşitli hedefleri ve politikaları bulunmuyor değil. Liselerde evrimi müfredattan kaldırıyor; felsefe, sosyoloji, psikoloji gibi derslerin esamesi okunmuyor; özgür üretim alanları olması gereken kulüpler sansür ve kısıtlamalarla karşı karşıya kalıyor. Liselere, üniversitelere nitelikli ve profesyonel psikolojik destek birimleri yerine “manevi danışman” adı altında imam ataması yapıyor. Akademi sermaye için maraz çıkartmayacak nitelikli işçi eğitmek dışındaki her şeyden arındırılmaya çalışılıyor. Bunun yerine iktidar İHA/SİHA’larla TOGG’larla gençliğin gözünü boyamaya, kendi çizgilerine yedeklemeye çalışıyor. Muhalefet kanadından da çeşitli destek gören devleti yüceltme ve bütün hatalı politikaların yükünü salt AKP’ye yıkma diskuruyla da yine vatan millet edebiyatı üzerinden hem kendi savaş politikalarına hem de yandaş sermayesine devrettiği savunma sanayisine gençlik kesimlerinden destekçi toplayabiliyor. Üstelik bu “seküler milliyetçi muhalefet”, burada da gençlerin acil talepleri düzen dışına çıkmasın diye sibop görevi görüyor: Talepler için mücadelenin öznelerine, politik gençlik örgütlerine sıra gelince terörist damgası vurmakta iktidardan bir farkları kalmıyor. Yerli ve milli iktidarın karşısında yerli ve milli muhalefet, yoksa aman, gençlerin mücadelesine “solcular” tarafından kara çalınmasın!
Sağ iktidarların kurduğu anlatı, iktidarıyla muhafeletiyle gençliği geleceksizliğe, kapitalizme karşı alternatifmiş gibi görünen projelerle alternatifsizliğe mahkum bırakıyor. Bu koşullarda yükselen sağcılık gençliğin koşullarını sıkıştırırken, yaşama sahip çıkmanın yolları için tutarlı ve bütünlüklü bir dünya görüşünde buluşmanın gerekliliği ortaya çıkıyor. Buna karşı kendi yaşamını var etmek isteyen gençlerin yapması gereken tarihe bakmak, ders çıkartmak ve bu doğrultuda yaşamı için mücadele etmek. Bu karanlık tablo karşısında gençlik sermayenin ya da onun her türlü temsilcisinin ardında değil, kendi çizdiği rotada yürümeli ve bunun imkanlarını soruşturmalı.