Tutuklu gazeteci Dicle Müftüoğlu: Yargılanmak istenen hakikati ortaya çıkarma mücadelesidir
Tutuklu gazeteci Dicle Müftüoğlu cezaevinden sorularımızı yanıtladı. “-Mış gibi” bir yargılama yapıldığını söyleyen Müftüoğlu “Burada yargılanmak istenen hakikattir" dedi.
Fotoğraf: MA
Gözde TÜZER
İstanbul
Dicle Müftüoğlu... Mezopotamya Ajansı Editörü ve Dicle Fırat Gazeteciler Derneği’nin hem kurucusu hem eş başkanı. Pek çok habere imza attı, gazetecilerin sorunlarıyla ilgili pek çok rapor yayımladı ve ödüller aldı. Ancak kendisi 7 aydan fazladır cezaevinde. Neden? Haber kaynaklarıyla görüştüğü, seyahat ettiği, otelde kaldığı ve gazeteciler derneği kurduğu için… Sincan Kadın Kapalı Cezaevinde tutuklu bulunan Müftüoğlu’ndan avukatları aracılığıyla sorularımızı yanıtlamasını istedik. Müftüoğlu “Bütüne baktığımızda gazeteciliğimin yargılanmak istendiği, boş iddialarla özgürlüğümü, mesleğimi engellemeye yönelik girişimden öte bir durum değildir. Burada yargılanmak istenen hakikattir, hakikati açığa çıkarma mücadelesidir” diyor.
7 Aralık’ta görülen ilk duruşmada avukatlar henüz savunmalarını bile tamamlamadan mahkeme başkanı tutukluluğa devam kararı vermişti. Dicle Müftüoğlu son durumu anlatırken önce ülkenin durumuna değiniyor: “Türkiye antidemokratik uygulamalarıyla insanları, gazetecileri ve aslında bütün toplumu özgürlüklerinden yoksun bırakıyor. Hakikate düşman bir anlayış iktidarda olduğu için gazeteciliği yok etmek adına her türlü uygulamayı geliştiriyor. Dışarıda haber erişim engelleri, haber talebi engelleri, baskı, gözaltı, davalar ile gazeteciler çalışamaz hale getiriliyor. Diğer taraftan tutuklayabildiği kişileri de hapsederek mesleklerini yapmalarını engelliyor. Benim yaşadığım durumda bu.”
"-MIŞ GİBİ" YARGILAMA
Dicle Müftüoğlu’nun ilk iddianame reddedilmiş, davalar ayrıştırılmıştı. Ankara “yetkisizlik” kararı vermiş Diyarbakır’a göndermişti. Şimdi Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde “yargılama” gerçekleştiriliyor. Müftüoğlu yargılaması için 7 Aralık'a duruşma tarihi verildiğini ve 29 Nisan'dan bu yana özgürlüğünden yoksun olduğunu belirterek duruşmada yaşananları şöyle aktarıyor:
“7 ayı aşan bir süre ardından ilk savunmamı yapmak üzere duruşmaya çıktım. Mahkeme başkanı izinli olduğu gerekçesiyle duruşmaya başka bir hakim başkanlık etti. Duruşma kimlik tespiti dahi yapılmadan başladı. Asıl mahkeme başkanı olmadığı için savunmamı hızla kısa tutmam gerektiği iletilmişti. Hakkımdaki iddialara yanıt vermeye çalıştım. İddianamenin asıl amacı olan gazeteciliğimi yargılamalarına karşı mesleğimi savundum. Avukatın Resul Temur da kısıtlama içinde savunma yaptı. Ancak duruşmada diğer avukatların savunması dahi beklenmeden, heyet savunmayı değerlendirmek için ara vermeden, ‘tutukluluğa devam’ kararı açıkladı.”
Savunma dahi yapılmadan verilen “tutukluluğa devam” kararı... Müftüoğlu mahkemede yaşananları şöyle yorumluyor: “Benim anladığım kadarıyla heyet duruşmaya kararla birlikte gelmişti. Savunmayı hiçe sayan, tutukluluğu uzatmaya çalışan bir anlayış söz konusuydu. Hukuk varmış gibi, savunma alınmış gibi, duruşma yapmış gibi, yani ‘-mış gibi’ bir uygulama söz konusu. Bu hukuksuzluğu kabul etmek mümkün değil.”
SUÇ: GÖRÜŞME, KONAKLAMA, SEYAHAT
Biraz öncesine dönelim. Gazeteci Müftüoğlu 29 Nisan’da gözaltına alındı, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde (ironik olarak) tutuklandı. İddianamede neler yer alıyor? Müftüoğlu diyor ki: “İddianame baştan sona hukuksuzluk örneğinin yazılı bir metnidir diyebilirim. Bir insan, yurttaş, gazeteci olarak yaptığım telefon görüşmeleri, seyahatler, otel konaklamaları suç gibi gösterilmeye çalışılmış. Seyahat, iletişim haklarım, yok sayılmış. Bir gazeteci olarak, haber kaynaklarımla yaptığım görüşmeler de suç gibi gösterilmeye çalışılmış. Irak’ta Bölgesel Kürt Yönetimi’nin yaptığı bağımsızlık referandumunu takip için yaptığım seyahat örgütsel faaliyet gibi gösterilmiş. Yine bir tanık; daha doğrusu ‘itirafçı’ ifadesiyle de bu durum bağdaştırılmaya çalışılmış. Sosyal yaşantım örgütsel faaliyet diye anlatılmış. Yine gizli tanığın mesleki faaliyetlerime ilişkin tarifi de ‘suç’-‘örgütsel faaliyet’ gibi lanse edilmeye çalışılmış.”
Müftüoğlu’nun “Bütüne baktığımızda gazeteciliğimin yargılanmak istendiği, boş iddialarla özgürlüğümü, mesleğimi engellemeye yönelik girişimden öte bir durum değildir. Burada yargılanmak istenen hakikattir, hakikati açığa çıkarma mücadelesidir” diyerek yaşananlara büyük tepki gösteriyor.
"ÖRGÜTLENME HAKKINA SALDIRI"
İddianamede bir de derneğin faaliyetleri var. 2019 yılında anayasal haklarını kullanmaya karar veren Dicle Müftüoğlu ve arkadaşları Dicle Fırat Gazeteciler Derneği’ni kurmuşlardı. Amaçları; özgür bir ortamda gazetecilik yapabilmeyi sağlamak için, örgütlü mücadele etmekti. Derneğin faaliyetleri arasında gazeteciliğe yönelik ihlallerin değerlendiği raporlar, dava takipleri, ihlallere karşı mücadele ve gazeteciler için mesleki atölyeler var ve iddianamede bu durum “suç” olarak kabul ediliyor. Müftoğlu; bunun tamamen “örgütlenme hakkına yönelik bir saldırı” anlamını taşıdığını görüşünde. Müftüoğlu bunu da şöyle anlatıyor:
“Aksi halde kişileri bakanlığına tüzük sunarak kurulmuş, faaliyetleri bakanlığın denetiminde olan bir sivil toplum örgütünden suçlama konusu çıkarmaya çalışmak ancak abes olarak kabul edilebilir. Bize ‘gazetecilik yapmayın’, ‘iktidar sözcüğü yapın’ diyen yargı, şimdi de gazeteciliği savunmak için kurduğumuz ve hala açık faaliyette olan derneğimizin yöneticisi olmamı ‘örgütsel faaliyet’ olarak yorumluyor. Boşa koysan dolmayacak bir durum. Ancak böyle boş iddialarla ben ve benim gibi onlarca meslektaşım 4 duvar arasında tutuluyor. Bu durumu kabul etmiyorum, etmeyeceğiz. Gazetecilerin özgür koşullarda çalışabildiği, halkın hakikate doğru bilgiye ulaşabildiği bir ortam yaratılıncaya kadar; mesleğimi sürdürmeye, bunun için örgütlü mücadele etmeye devam edeceğim.”
BİR SONRAKİ DURUŞMA 18 OCAK’TA
İddianame, tutukluluğa devam kararı ve “-mış gibi” yargılamalar… Bir sonraki duruşma 18 Ocak’ta. Müftüoğlu’nun bu duruşmaya dair bir beklentisi var mı? “Türkiye bir hukuk devleti olmaktan vazgeçeli çok zaman oldu. Gazetecilerin, özgürlük savunucularının, hak arayanların bir dakika bile engellenmemesi gerekiyor. Ancak onbinler dört duvar arasında tutuluyor. 18 Ocak'ta bir kez daha mesleki faaliyetlerimi, gazeteciliği savunacağım. Sonuç ne olursa olsun; bir Kürt gazeteci olarak, hakikat mücadelesini sürdüreceğim.”
"ORTAK MÜCADELE ŞART"
Topluma ve cezaevindeki tecrit koşullarına dair çağrısı da var Dicle Müfütoğlu’nun: “Topluma hem gazetecilerin yaşadıkları baskı haline karşı, hem de cezaevlerinde sürdürülen tecrit politikalarına karşı ses çıkarma çağrısı yapıyorum. Gazeteciler olarak halkın haber alma hakkını savunduğumuz için hapsedildik. Toplumun ve hayatın tamamen karanlığa gömülmemesi, nefessiz kalmaması için ortak mücadele etmemiz şart.”
TECRİT HALİ TÜM CEZAEVLERİNDE
Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’ne dair pek çok haber var elbette. Kendisine cezaevi koşullarını sorduğumuzda bir gazeteci olarak gözlemlerini şöyle aktarıyor:
“Cezaevlerinde insanları kişiliksiz, kimliksiz varlıklar haline getirmeye yönelik tüm politikaların uygulanıyor. İmralı'da başlayan tecrit hali, burada, tüm cezaevleri ve toplumda hissediliyor. Toplumdan, doğadan, yaşamdan izole ediliyorsunuz; iletişim ve sosyal hakların tamamı ya kısıtlı ya da hiç sunulmuyor; sürgün olarak ailenizden, arkadaşlarınızdan uzağa getiriliyorsunuz ve görüşme hakkınız çoğu kez telefonla sınırlı kalıyor. Bu da haftalık 10 dakika ile sınırlı. İstediğiniz gazete ve televizyon kanalları verilmiyor. Örneğin Yeni Yaşam ve Evrensel gazeteleri, ilan alamadıkları (daha doğrusu bu hakları iptal edildiği için) bize verilmiyor. TV kanalları sınırlı, radyo pek çekmiyor. Yani ancak idarenin verdiği kanallardan dış dünyaya dair bilgi ediniyoruz. Revirde 2 aydır doktor yok, hastaneye sevkler ya yapılmıyor ya da çok geç yapılıyor. Sağlık hakkımız elimizden alınıyor.
Gardiyanlar her hafta düzenli olarak ‘koğuşları arama’ adı altında baskınlar düzenliyor; eşyalarımız, yaşam alanlarımız tarumar ediliyor. Gardiyanların keyfi uygulamalarına maruz kalıyoruz. Kural yok. Gardiyanın ‘Ben böyle yapıyorum’ uygulaması var. İdare ve gözlem kurulları tüm işleyişe el koymuş durumda. Sohbet ve spor hakları kısıtlı bir şekilde uygulanıyor. Farklı kişi ya da koğuştan sohbet hakkınız engelleniyor. Koşullu salıverme hakları olan 11 tutuklu tahliye edilmiyor."
"KURUL ÜYELERİ DEVLETİN GÖLGESİ"
"Yani yaşamamız, özgürlüğümüz mahkemeleri de aşan tarzda gardiyanlar ya da kurs hocasının insafına terk edilmiş. Her bir kurul üyesi, tanrının ve devletin gölgesi gibi çalışır vaziyette. Bu çalışmadaki ana prensip de sizi kimliksizleştirecek her türlü uygulama… Burada birçok ağır hasta tutsak var. Selver Yıldırım ve Özge Özbek bunlardan sadece ikisi. Her iki tutsak da tedavi edilmiyor ve ölüme terk ediliyor. Kış ayları geldi ve betondan olan koğuşlarımız kaloriferler iyi yanmadığı için buz gibi. Günü hareketsiz bir şekilde, yatakta, üzerimizde battaniye ile geçirmek zorunda kalıyoruz. Yemekler çok kötü ve sağlıksız.
Tabii 27 Kasım tarihinde başta İmralı tecridi olmak üzere tecrit politikalarına karşı 10 günlük süreli dönüşümlü açlık grevi başladı. Tutuklular bu eylemleri ile bu sessizlik duvarını yıkmayı ve bir çözüm bulmayı amaçlıyor. Aynı zamanda yukarıda saydığım ihlallere karşı da yanıt vermiş oluyor."