Metal işçisi: Biz de Kasparov olacaktık ama fazla mesailere gittik
“Çalışma süreleri çok uzun bir kere. Düşünsene 3 gün ya da 4 gün çalışıp diğer günler kendine zaman ayırdığını, bu adamlar kitap okuyacak, tiyatroya sinemaya gidecek, resim yapacak”

Pexels
İzel Gözde MEYDAN
Kocaeli
Rüstem 30’lu yaşlarının başında genç bir metal işçisi. Daha önce Evrensel’de yer alan İşçi Feyyaz’ın hikayesini ona gönderdiğimde tepkisi “Biz de Kasparov olacaktık ama zorunlu mesailere gittik” olmuştu. Kasparov dünyanın en önemli satranç oyuncularından, Rüstem de bir satranç tutkunu. Katıldığı turnuvalarda önemli başarılar da elde etmiş. Şimdi Kasparov Rüstem’in hikayesini dinleyelim…
Çalışma koşullarının başka uğraşlara vakit ayırmaya müsaade etmediğini anlatan Rüstem, bu durumu “Fazla mesaiye kalmaktan hiç hoşlanmıyorum ama bazen mecbur gidiyorsun. Bence bu koşullarda zaten insanların kendi yeteneklerini keşfetme, keyif aldığı şeyleri yapma imkanı neredeyse yok” sözleriyle açıklıyor. Sözleşme sürecini satranç tahtasında kurgulayan Rüstem, “Biz daha değerli taşlar olduğumuz için bizi yemeyi tercih ediyor işveren” ifadelerini kullanıyor.
‘SATRANÇ KİTAPLARI OKUYORDUK’
Bize biraz kendinden bahseder misin?
Ben 13 yaşından beri çalışıyorum. Babam inşaat işçisi hâlâ çalışıyor. Lisede sınıfta kalınca beni yanında inşaatlara götürdü. Liseyi de sonradan dışardan bitirdim. Şimdi de bir fabrikada işçiyim. Yaptığım iş tempolu, bol mesaili… Ha bir de satranç oynamaktan çok keyif alıyorum. Hatta yakın zamanda bir satranç turnuvasına katılacağım.
Nasıl öğrendin satranç oynamayı?
Satrançla çocukluk arkadaşımla beraber tanıştık. Şimdi var mı hâlâ bilmiyorum ama okulda satranç kolu vardı oraya yazılmıştım. Kütüphanelerde de satranç dersleri veriliyordu. Her buluşmamız da yeni bir açılış, yeni bir hamle öğrenip öyle geliyorduk. Satranç kitaplarını okuyorduk. Sonra zaten zamanla kendini geliştiriyorsun.
‘YETENEKLERİNİ KEŞFEDEMİYORSUN’
Satranç dikkat ve zaman da isteyen bir oyun değil mi?
Öyle tabii. Çok eski de bir oyun ve evet keyif almak için zaman ayırmak gerekiyor. Boş yere demiyorum: “Biz de Kasparov olacaktık ama zorunlu mesailere gittik” diye. Fazla mesaiye kalmaktan hiç hoşlanmıyorum ama bazen mecbur gidiyorsun. Bence bu koşullarda zaten insanların kendi yeteneklerini keşfetme, keyif aldığı şeyleri yapma imkanı neredeyse yok. Halbuki bence hepimizin ihtiyacı olan bu. Bence iş ve ev dışında yaptığımız her uğraşın bizler üzerinde olumlu etkisi mutlaka var ama buna zaman yok. Bizden istenen köle gibi çalışmamız. Sorgulamadan, sormadan, söyleneni yapmamız…
‘ALDIĞIN ÜCRET YAŞAM KOŞULLARINI BELİRLİYOR’
Yani pek çoğumuzun keyif aldığı şeyleri yapamaması çalışma koşullarıyla mı ilişkili?
Evet, bir şeye yoğunlaşman için kendine zaman ayırman gerek ama koşulların buna uygun değil. Çalışma süreleri çok uzun bir kere. Düşünsene 3 gün ya da 4 gün çalışıp diğer günler kendine zaman ayırdığını, bu adamlar kitap okuyacak, tiyatroya sinemaya gidecek resim yapacak… Ve bunları yaptıkça bir şeyleri de sorgulayacaklar. Yoksa yapılamaz mı bu söylediğim çok kolay yapılır. Dünya bu işe başlamış, Türkiye’de mi olmayacak? Tabii aldığın ücret, yaşam koşullarında belirliyor ne yapıp yapamayacağını.
BİR SONRAKİ ADIMI DÜŞÜNEREK HAREKET ETMEK
Peki satranç senin için ne ifade ediyor?
Satranç bir zeka oyunu ve mesela bu uğraş hem insan ilişkilerimde hem de çalışma yaşamımda bazı şeylere etki ediyor. Örneğin iş yaparken sadece işe odaklanmak zorundasın. Daha sistematik, bir sonraki adımı düşünerek davranıyorsun, satrançtaki gibi. İnsan ilişkilerinde de bir konuşma yapacaksam öncesinde kendimi hazırlarım. Böyle etkileri var muhakkak. Şu an yapamıyoruz ama bahsettiğim çocukluk arkadaşımla mesajlaşarak oynuyoruz. O evinde satranç tahtası kuruyor, ben de kuruyorum. Sonra mesaj atıyorum örneğin at f3 diye. O da kendi hamlesini yazıyor bana. Bunu da ‘İtirazım Var’ diye bir filmde görmüştüm, biz neden yapmayalım dedik ve öyle başladık. Telefonda uygulama da var ama genelde 1 dakikalık oyunlar oynuyorum. Satranç hem saldırı hem savunma yaptığın bir oyun, pratik yaparak bir yere kadar gelebilirsin, bir yerden sonra zeka devreye giriyor.
‘BİZ DEĞERLİ TAŞLARIZ’
Bir sözleşme sürecindesiniz, sendika iş yerlerinde ses çıkarma eylemleri yapıyor. Bu süreci bir satranç tahtası olarak düşünelim. Burada Metal işçisi hangi taş sence?
Yenilmiş taş olurdu metal işçileri. Dışarıda kalan, oyunda etkisi olmayan. Neden böyle diyorum? Varsayalım ki işveren de at olsun. Atın bir tuzağı vardır. İki hamleyle iki taşı alabilir. Bir yanda sendika bir yanda biz işçiler. Biz daha değerli taşlar olduğumuz için bizi yemeyi tercih ediyor işveren. Ama aslında işçi dediğin şahtır, kaçabilecek çok yeri yok. En fazla sağa sola gidebilir. Bir de o tahtada sendika var, asla ortaya çıkış sürecine hizmet etmeyen. Şimdi sözleşme dönemindeyiz. Biz de inanalım ya mesela yaptıkları eylemlere. Göstermelik eylemler yapıyorlar. İşverenler bize bakıp dalga geçiyordur herhalde.
Evrensel'i Takip Et