Almanak 2023 | Dünyanın Faşizmleri
Sermayenin şu anda altından kalkamadığı dünya siyasi arenasındaki gerilim bir ileri bir geri ilerliyor; bölgesel savaşlarla başa sarıyor, yorulup dinleniyor ama ilerliyor.
‘Sosyal devletin kalesi’ Finlandiya’da ‘Irkçılığa ve faşizme hayır’ yürüyüşü yapıldı | Fotoğraf: VJ Group CC BY 2.0 DEED)
Nuray SANCAR
1990’lı yıllardan başlayarak 2010’lu yıllar boyunca küresel mali sermaye emekçilerin yaşam koşullarını ağırlaştıran neoliberal ajandasını dünyada artık çelişki ve çatışmaların kalmadığı biçimindeki postmodern iddia eşliğinde yürürlüğe sokmuştu. Bu ajanda sol, ‘merkez’, merkez sağ partilerle yürütüldü ve artık sol ve sağ diye bir şeyin kalmadığı, herkesin aynı gemide olduğu ilan ediliyordu.
Fransa’da işçilerin kazanılmış haklara kapsamlı bir saldırı paketi olan Juppe Planı’na karşı haftalar süren eylemleri durumun pek de öyle olmayacağını, dünyanın emek ve sermaye gibi iki kutba ayrılmış halinin devam edeceğini gösteriyordu. Latin Amerika halkları özelleştirmelere, emeklilik yaşının yükselmesine, eğitimin paralı hale getirilmesine karşı mücadele etmekteydiler. Ortamı bir süre Chavez gibi ABD karşıtı ulusal burjuva liderler, Lula ve Dilma Roussef gibi eski gerillalar, solcu bilinen İçi Partisinin Blair’i yönetti fakat dünya çalkalanmaya devam etti ama yaygın bir hayal kırıklığı yaratarak; çünkü düzen aynı düzendi.
Yunanistan direnişi, Arap isyanları, Trump karşıtı eylemler, iki yıl sonra domino etkisiyle yayılan halk hareketleri ve pandemiden az önce patlayan yeni bir dalga halkların tepkisini kayıt altına aldı. Bunlara Fransa’da Sarı Yelekliler hareketiyle İngiltere’de çok sayıda sektör işçilerini harekete geçiren eylemleri de eklemek gerekir.
Çatışmasızlık vaadi metropol ülkelerde de periferide de bir yalan olmuştu. Halkların açıkça karşı karşıya geldiği özelleştirmeci yönetimlerin devrilmesiyle birlikte sisteme aparatı bu kez yeni radikal sağ, popülist veya faşist olarak adlandırılan liderlerin iktidara taşındığı bir süreçle format atıldı.
Bu tür liderler gökten zembille inmedi elbette, yükselen bir grafik çizen kitle tabanı da oluşturmuşlardı. İşsizlik, yoksulluk, açlık ve yüksek enflasyonla boğuşan emekçilerin radikalleştiği böylesi dönemlerde demokratik, refah içinde yaşanan, sosyal politikaların işlediği bir değişim eşliğinde geleceğe kefil olarak halk hareketini örgütleyen eski sosyalist ve sol örgütler zaten ağır bir yenilgiye ve kimileri de yozlaşmaya maruz kaldıklarından, üstelik kötüleyici bir iktidar propagandasının altında, sahadan çekilmişler ve kitleler kendi haline bırakılmışlardı. Bunun sonucu ulusa ait mitleri ya da eski imparatorlukları yeniden kurma hayalini kışkırtarak halkı kurtaracaklarını vadeden sayısız faşizan örgütün ve partinin belirmesiydi.
Macaristan’da Orban, Polonya’da Donald Tusk, Hindistan’da Modi ve Türkiye’de Erdoğan, Arap ve Ortadoğu ülkelerinin kadim diktatörlük sistemleri de eklendiğinde dünyanın başlıca faşizan çehrelerini oluşturuyorlar. 2022 yılında yapılan seçimlerde Hollanda da göçmen düşmanlığıyla prim yapan Geert Wilders ve Arjantin’de ‘deli’ namlı Javier Milei’nin, İsrail’de altıncı kez Netanyahu’nun iktidara gelmesi, Yeni Zelanda’da benzer eğilimdeki bir iktidarın kurulması dünya kapitalizminin artık eskisi gibi yönetilmeyeceğini, faşizmin sınırlarında dolaşan partilerin, direksiyonun başına geçtiğini gösteriyor. Sırada geçen seçimde cumhurbaşkanlığında ikinci tura kalan Le Pen var, Brezilya’nın Bolsanaro’sunun gözü de yeniden iktidar olmakta.
Milei seçilir seçilmez devlet kurumlarının ve bakanlıklarının tabelalarını bir tahtanın üzerinden sökerek şov yaptı. Kadın haklarına saldırdı ve bundan sonra her kararı kendisinin vereceğini ilan etti.
Parlamenter rekabetin sürdüğü fakat giderek yasama ve yürütmenin tek adamlarda merkezileştiği yönetim biçimini eski faşizmlerle kıyaslamak doğru olmaz. Ancak kitleleri efsanelerle uyutan eski faşizmin irrasyonalizmi Aydınlama’dan bu yana kurallara, tasnife, kesinliklere dayalı bir yönetim aklının yerini aldı. Milei’de en keskin içimde bedenleşen bu irrasyonalizm yeni faşizmin alametifarikası. Diğer liderler de aynı delilik reflekslerini bu nedenle değişen derecelerde gösteriyorlar.
ULUSUN DÜŞMANLARI VE KURTARICILARI
Mevcut dünyadan bıkmış olan ama bu durumu değiştirebilecek örgütlü güce ve bilince sahip olmayan kalabalıkların bir kısmını mobilize eden bu süreç, ulusun kurtuluşu davasının düşmanlara ve kurtarıcılara ihtiyacı vardı ve bunları çıkardı. Dünyanın demografik haritasını değiştiren yoğunlaşmış göç hareketi en yoksul ülkelerin bedbaht emekçilerini ölüm pahasına ekonomisi gelişkin ülkelere doğru süpürürken, bu sınıf mücadelesi bakımından deneyimsiz ve kayıtsız iş gücünden sınırsız biçimde yararlanan sanayi ve hizmet sektörü için göçmen düşmanlığı söylemi hem yerli emekçilerin hem de yeni gelenlerin kuşatılmasını sağlıyor.
Yoksulluğun, işsizliğin, düşük ücretin sorumlusunun yerli işçilerin işlerini elinden alan, haklarını geriye çeken göçmenler olduğu propagandasının karşılık bulduğu bu ortamda genişlemiş emek saflarını ayrıştırmanın da mazereti.
Amerika’yı yeniden ‘büyük’ yapmak, eski Macaristan İmparatorluğu’na dönmek ya da Osmanlı İmparatorluğu topraklarında hak iddia etmek gibi iktidar retorikleri gibi fetih ve savaşla büyüme stratejisi yayılıyor. Bu gerçekte birikmiş yeniden değerlenebilmek için ihtiyaç duyduğu genişlemiş pazar, dolaşım, yatırım coğrafyalarının mitsel karşılığı. Adı faşiste çıkmamış partileri bile hızla geriye çekiyor.
Yeniden paylamış süreci şiddetli bir rekabet eşliğinde sürerken vurucu insan kaynağı kara bayrakların altına diziliyor. Almanya’nın Savunma Bakanı Pistorius “Ordumuz Avrupa’da çıkacak bir savaşa hazır olmalı, halk arasında daha fazla ülke savunmasına yönelik bir zihniyet değişikliği” çağrısında bulunurken epey uzak görüşlüydü. Yeni faşizmler işçi sınıfı ve emekçilerin algılarının değişimi ve saldırgan eğilimlerinin geliştirilmesine oynuyor. Nüfus terbiyesi bir gereklilik oldu.
İRRASYONEL VEYA AKLISELİM
Bu genel tablo içinde burjuvazi yasal düzenini kendi elleriyle dejenere ediyor. Sermayenin şu anda altından kalkamadığı dünya siyasi arenasındaki gerilim bir ileri bir geri ilerliyor; bölgesel savaşlarla başa sarıyor, yorulup dinleniyor ama ilerliyor. Kendisiyle birlikte kürenin yıkımını hazırlıyor.
Ancak bu durumda halkların, sınıfların mücadele potansiyeli ortadan kaldırılabilmiş değil. Emeğin bulunduğu kutup İsrail saldırganlığını kınama eylemlerinde, işçi haklarına saldırılarda olduğu gibi, kendisini bölünmeye maruz bırakan saflaşmaları dağıtarak faşizme karşı bir potansiyeli de geliştiriyor.
Kürenin selameti, küresel mali sermayenin irrasyonelliğinin değil halkların aklıseliminde yatıyor.