30 Aralık 2023 05:16

Almanak 2023 | Gazze bombalanırken… Barışa giden yol ancak sömürgeci zihniyetin aşılması perspektifiyle inşa edilebilir

Hamas’ın yönetimi devraldığı 2007’den beridir de havadan, denizden ve karadan İsrail ablukasında yaşayan Gazze Şeridi’ni İsrail ordusu karadan da yeniden işgal etti.

Fotoğraf: AA

Paylaş

Erhan KELEŞOĞLU

7 Ekim’de Gazze’yi çevreleyen yüksek teknolojiyle donatılmış sınır hattını aşan Hamas liderliğindeki Filistinli güçler İsrail’e 1973 Yom Kippur Savaşı’ndan beri deneyimlemediği bir şok ve güvensizlik hissi yaşattı. Yaşanan silahlı çatışmalarda ve İsrail yerleşimlerine yönelen saldırılarda 1200 kadar İsrailli sivil ve asker hayatını kaybetti. O günden bu yana süren İsrail’in Gazze’ye yönelik kolektif cezalandırma harekatında ise 8 binden fazlası çocuk olmak üzere 18 binden fazla Filistinli yaşamını yitirdi. İsrail’in yoğun hava bombardımanında hastaneler, okullar, kamu binaları vuruldu. Hem savaş hukuku, hem uluslararası insancıl hukuk ilkeleri hiçe sayıldı.  

Yüz seneden fazladır süren Filistin sorunu bağlamında yeni bir merhaleye girilmiş durumda. 1967’den 2005’e kadar doğrudan İsrail işgali altında, Hamas’ın yönetimi devraldığı 2007’den beridir de havadan, denizden ve karadan İsrail ablukasında yaşayan Gazze Şeridi’ni İsrail ordusu karadan da yeniden işgal etti. Gazze fiilen ikiye bölündü ve kuzeyinde yaşayan bir milyondan fazla insan güneye Mısır sınırına doğru sürüldü. 13 Ekim tarihli yani daha kara harekatı başlamamışken hazırlanmış ve Wikileaks tarafından 30 Ekim’de sızdırılan İsrail İstihbarat Bakanlığının bir belgesinde Gazze’nin kuzeyinin işgali öngörülmüş ve Filistinlilerin Mısır denetimindeki Sina Çölü’nde kurulacak çadır kentlere yerleştirilerek Gazze’nin tamamen boşaltılması planlanmıştı. Bu mülteciler de anlaşmalarla dünya ve bölge ülkelerine dağıtılacaktı. Aslında sızdırılan belgede yazılanlar bilinmedik ögeler içermiyordu; İsrailli sağcı siyasal figürler tarafından sıklıkla dile getirilen görüşlerdi. Mısır’ın bunun İsrail ile barış anlaşmasının sonu anlamına geleceğine dair açıklamaları, tüm dünya halklarının ayağa kalkarak hükümetlerini İsrail’i durdurmaya çağırmaları bu planın uygulanması olasılığını yani etnik temizliğin nihayete ermesi şansını azaltmış görünse de İsrail son yüz senedir ezberlediği pratiği uygulamaktan kolay vazgeçmeyecektir.   

İsrail’in pratiğini değerlendirirken İsrail devletinin kurucu ideolojisi siyonizme ve sömürgeci-yerleşimci bir stratejiyle Yahudi ulus devleti kurma stratejisine odaklanmak gerekir. Britanya himayesinde ete kemiğe bürünen bu sömürgeci-yerleşimci strateji 1948’de İsrail devletinin kurulmasıyla nihayetlenmemiştir ve 1967’de Batı Şeria, Doğu Kudüs, Golan tepeleri ve Gazze Şeridi’nin işgaliyle sürmüştür. (Bu savaşta işgal edilen Sina Yarımadası Mısır’la barış anlaşması karşılığında geri verilmiştir.)

Bu stratejinin sacayaklarından birincisi dünyanın dört bir yanında yaşayan Yahudileri Filistin’e toplayarak Yahudi ulus devletinin insani kaynağının kolonizasyon eliyle yaratılmasıdır. İkincisi dünyanın başat güçlerince Yahudi devletine siyasal, iktisadi ve askeri himaye temin edilmesidir. Bu himayede başlangıçta Britanya, II. Dünya Savaşı sonrasında ise ABD başı çekmiştir. Üçüncüsü her kolonizasyonda alışıldığı üzere kolonize edilen ülkedeki yerlilerden kurtulunmasıdır. Bu mümkün değilse sayılarını azaltacak farklı yöntemlerin devreye sokulmasıyla salt Yahudilere ait bir devlet idealinin hayata geçirilmesi ve bunun devamlılığının sağlanmasıdır.  

Kolonyal-yerleşimcilik nedeniyle İsrail’i benzer ve farklı yönleriyle, Yeni Zelanda, Avustralya, Güney ve Kuzey Amerika, Güney Afrika, Cezayir (Fransa hakimiyeti altındaki) örneklerinde olduğu gibi yerleşimcilerin ülkenin yerli (otokton) halklarıyla mücadele içerisinde olduğu diğer yerleşimci göçmen toplumlarıyla karşılaştırmak olanaklıdır. Ancak siyonizmin başarısı, özünde yerleşimci bir karakter sergileyen İsrail devletini diğer kolonyal örneklerden çok farklı, eşsiz bir vaka olarak sunmasında yatmaktadır. “Yahudi sorunu”nun çözümü için somut bir proje olarak sunulan siyonizm, antisemitizm ve soykırım gerçeği ile de kendisini meşru kılarak eşsiz olma iddiasına yoğun destek bulmuştur. Böylece siyonist yerleşimci hareketi, Avrupa’dan diğer ülkelere olan göçmen hareketlerinin aksine “İsrail ülkesine göçü” Yahudilerin binlerce senedir gayriadilane ayrı bırakıldıkları ülkelerine haklı ve eşsiz bir göç olarak sunabilmiştir. Ancak ne olursa olsun bütün bunlar kendisini esasen Batı uygarlığına ait olarak tanımlayan İsrail Yahudi toplumunun kendisinden etnik, dinsel ve kültürel açıdan çok farklı olan bir yerli nüfusla karşı karşıya olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Diğer göçmen-yerleşimci toplumlardan farklı olarak üzerinde devlet kurulan ülke, ideolojik-dinsel ihtiyaçlardan ötürü seçilmiştir. Bundan dolayı İsrail istisnai bir kolonyal-yerleşimci örnektir. Kendisini “Yahudi sorunu”na, “İki bin sene süren sürgün günlerine”, “Dinsel-etnik geçmiş”, “soykırım”a atıfta bulunarak meşrulaştırmaya çalışmaktadır. II. Dünya Savaşı sonrasında tüm dünyada yaşanan ulusal kurtuluş hareketleri neticesinde sömürgeciliğe karşı kazanılan başarılarla yeni ulus devletler ortaya çıkarken, tam da benzer sömürgeci bir anlayışla, emperyalizmin himayesinde  kurulan İsrail aynı zaman diliminde istisnai bir örnek, bir oksimoron olarak peydah olmuştur.

İsrail devletinin kuruluşu sırasında Yahudilerin çoğunlukta olduğu bir devlet yaratmak için Filistin nüfusu etnik temizlikle tehcir edilmiş; bugüne değin süren Filistinli mülteciler sorunu yaratılmıştır. BM verilerine göre, kayıtlı mültecilerin sayısı beş milyonu aşmaktadır. 

İsrail 1948’de uluslararası toplumun büyük çoğunluğunu tarafından tanınmışsa da, 1967’de yeni toprakları işgali ardından BM Güvenlik Konseyinin işgali sona erdirmesine yönelik tüm kararları hilafına davranmış, uluslararası hukuka da aykırı olarak bu topraklarda yeni yerleşimler inşa etmiştir. Bugün Batı Şeria ve doğu Kudüs’te 500 binden fazla Yahudi yerleşimci yaşamaktadır.

Sertlik yanlısı tutumu ve İsrail’in mümkün olduğu kadar geniş bir toprak ele geçirilerek

kurulmasına dair görüşleri ile bilinen Vladimir Jabotinsky, İsrail sağının en önemli öncü figürlerindendir. 1923 yılında yazdığı “Demir Duvar”da siyonizmin bir kolonizasyon hareketi olduğunu açıkça ifade ederek ülkenin yerlisi Araplara karşı izlenecek stratejiyi çizer:

“Her yerli halk -medeni veya vahşi olsun hiç fark etmez- kendi ülkesini, mutlak efendisi olduğu ulusal yurdu olarak görür. Yeni bir efendiyi bırakın, yeni bir ortak çıkmasına bile gönüllü olarak izin vermeyecektir. Bu Araplar için de böyledir. İçimizdeki uzlaşmacılar Arapların hedeflerimizin yumuşatılmış formülasyonuyla kandırılabilecek salaklar veya kültürel-iktisadi kazanımlar karşılığında Filistin’e ilişkin doğuştan gelen haklarından vazgeçecek para düşkünü bir kabile olduğuna bizi ikna etmeye çalışıyor. Filistinli Araplara ilişkin bütün bu değerlendirmeleri kesinlikle reddediyorum...Aztekler Meksika’ya, Siyular topraklarına nasıl baktılarsa onlar da Filistin’e aynı içgüdüsel aşk ve gerçek hararetle bakıyorlar. Arapların sağlayacağımız kültürel ve iktisadi faydalar karşılığında siyonizmin hayata geçmesine onay vereceklerini düşünmek çocukçadır... Yabancı yerleşimi tehlikesinden kurtulmak için bir ümit gördüğü sürece her halk, yabancı yerleşimcilere mukavemet edecektir. Filistin’deki Araplar işte bunu yapıyorlar ve tek bir ümit kıvılcımı kalıncaya kadar “Filistin”in “İsrail ülkesi”ne dönüştürülmesini önlemek için direnecekler...”

Ünlü Asker ve Siyaset Adamı Moshe Dayan da, nisan 1956’da Gazze yakınlarında ateşkes sınırını geçen bir Filistinli mülteci tarafından öldürülen İsrailli bir çiftçinin cenazesinde İsrail’in yerleşimci karakterine ilişkin çok açık konuşmuştur:

... Bugün katillere suçlama yöneltmeyelim. Bize karşı yoğun nefretlerinden şikayet etmemizin sebebi nedir? Sekiz senedir Gazze’de mülteci kamplarında oturuyorlar. Bizse kendilerinin ve dedelerinin yaşamış olduğu toprağı, köyleri gözleri önünde kendi evimize çeviriyoruz. Onun kanının bedelini Gazzeli Araplardan değil, kendimizden talep etmeliyiz... Bugün hesabımızı

kitabımızı yapalım. Biz bir yerleşimci nesliyiz ve çelik miğferle silah namlusu olmadan bir tek bina veya ağaç bile dikemeyiz.”

İşte Filistin sorununun içine girdiğimiz merhalesinde barışa giden yol ancak bu yerleşimci-sömürgeci zihniyetin aşılması perspektifiyle inşa edilebilir. Filistinlilerin yasal temsilcisi Filistin Kurtuluş Örgütü, 1988’de iki devletli çözümü kabul ederek tarihi Filistin topraklarının yüzde 22’sinde kurulacak bir Filistin devletine razı geldiğini ilan etmişti. Birçok Filistinlinin itirazına rağmen 1993’te İsrail’i devlet olarak tanıyarak girilen Oslo barış süreci de bu uğurda atılmış bir adımdı ve sonu gelmedi. Hamas’ın da 2017 yılında kurucu şartını değiştirerek iki devletli çözümü kabul ettiğini de hatırlatalım.

Yukarıda da izah etmeye çalıştığım üzere İsrail Filistinlilerin self-determinasyon hakkını ve Filistin ülkesine dair haklarını tanımaya hiçbir zaman yanaşmadı. Jabotinsky’nin izinden gidenlerin iktidarında bu hakların tanınacağına dair de bir emare bulunmuyor. Ancak Güney Afrika’da apartheid rejimi nasıl sona erdiyse oradan mülhem politikaları on yıllardır uygulayan İsrail’in de dünya halklarından yükselen dirençli muhalefet karşısında pes etmek zorunda kalacağı muhakkaktır. O ana kadar dünyanın tüm ilerici, devrimci, demokratik güçlerine düşen ise Filistin halkıyla dayanışma içerisinde olmaktır.

ÖNCEKİ HABER

Sinan Ateş'in eşi Ayşe Ateş: Elini kolunu sallayarak gezen tüm failleri bir an önce yakalayın

SONRAKİ HABER

Almanak 2023 | Bu yıl, ‘o yıl’ olmadı...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa