Almanak 2023 | Sessiz çığlıklarımız ve umudumuz
Ne yıllardır alın terimizden koparılan deprem vergileri, ne vicdanlar, ne bedenler, ne asker, ne ambulans, ne internet yanımızdaydı. Geçmek bilmeyen ilk 3 gün dünya kördü, dünya sağırdı…
Fotoğraf: Elif Görgü/Evrensel
Ayda AŞKAR
Çocukken, saçlarımı kırık tahta tarağıyla tararken anlatırdı Verda Nenem. Antakya depremlerle 7 defa yıkılmış derdi… Öyle duymuştu nenelerinden o da. 7 rakamı sanki sonuncu gibi gelirdi bize. Oysaki Antakya tarihine baktığımızda çok daha fazla yıkıcı depremin bazen kısa tarih aralıklarında bile tekrar tekrar Antakya’yı yerle bir ettiğini, M.Ö. 300 yılından yüzyıllarca sonrasına dek Antakya’nın defalarca ihtişamla tekrar imar edildiğini, coğrafik, askeri ve ticari değerini hep koruduğunu biliyoruz.
6 Şubat 2023 sabahı, atalarımızın kaderini 21. yüzyılın çocukları olarak benzer çaresizlikte on binlerce kayıp vererek yaşadık. 1.5 dakikada, yüzyıllık şeyler değişti, nüfus değişti, ruhlar değişti, gelecek değişti… Tüm depremzedeler olarak hepimiz; ilk 24 saatte afete hazırlıklı bir organizasyon ile binlerce insanın yaşamı kurtarılabilecekken, doğru ve hızlı hareket edilmediğini, ihmalkar ve yetersiz kalındığını gördük. Ne yıllardır alın terimizden koparılan deprem vergileri, ne vicdanlar, ne bedenler, ne asker, ne ambulans, ne internet yanımızdaydı. Geçmek bilmeyen ilk 3 gün dünya kördü, dünya sağırdı… Felaketin boyutlarını duyurmaya çalışanlar, teker teker not defterine kaydedilmekle tehdit ediliyorlardı. Bu safhada her şeyi göze alan gönüllüler ve koşullarına göre seve seve yardım malzemeleri gönderen binlerce insanımıza yaşam boyu minnettar olacağız. Yazmakla bitmez olanlar ve olmayanlar…
Unutulup gidecek her şey; ne kadar balık hafızalaştırıldık, her gün onlarca acı onlarca haksızlık izlettirilerek ne kadar duyarsızlaştırıldık, bam tellerimiz paslandı, yüreğimiz küflendi… Şükretmenin dayanılmaz mecburiyetine ve işlevsizliğine mahkum edildik, alıştırıldık. Susulmayacak, yeri göğü inletecek gündemlere sırtımızı dönüp sistemin çarkına su taşıdık. Öngörülü ve eğitimli insanları, cehaletimizin cesaretiyle susturmayı, sindirmeyi başardık. Böyle bir dönemde biz; 7.6 ile öldük... Depremin üzerinden 1 yıla yakın zaman geçti. Acımız; geçmişe, geleceğe, hayallerimize, rüyalarımıza, anımıza çimento ağırlığında ve kırılmazlığında yerleşti. Birkaç ayda her şeyin düzeleceğine inanıp normale devam etme düşüncesiyle pijama üstüne geçirdiğimiz eşofmanla ayrılmıştık şehirden. Durumun çok daha vahim olduğunu sonraki günlerde öğrenebildik. Yeni kayıplar ve haber alınamayanların haberleri ve şehrin kendisinin bir cesede dönüştüğü görüntüler ile geçti haftalar. Her haberle, her görüntüyle sarsıla sarsıla ağladık, ruhumuz da bedenimiz de toparlanması zor yıpranmalar yaşadı. Şehirden ayrılanlar için de ayrılamayanlar için de birçok zorluk hazırlamıştı hayat. Her basit ayrıntı, bir mücadele gerektiriyordu.
Antakya’da şimdi; kayıpların ıztırabı, geleceği görememenin gerginliği, düzeltilemeyen fiziksel yokluklar, sarsılan güven, bozulan sosyal yaşam, yer değiştiren ve gittiği yeri kalıcı olarak bozan enkaz, yetersiz barınma-eğitim-sağlık hizmeti, olmayan istihdam ile ayakta kalmaya çalışan, psikolojik olarak çok yıpranmış insanlar var. İçimiz kan ağlayarak şehirden ayrılan bizler için süreci izlemek de yaşamak kadar zor oldu ve olmaya da devam ediyor. Uzakta da olsak, elimizden gelen ne varsa yapmaya çalıştık. Aynı zamanda yeni bir yaşama da başlamak gerekiyordu. Hayat hızla akıyordu ama ellerimiz yok gibiydi, tutunamıyorduk, her şeyi geride bırakmıştık, adımızı, alın terimizi, emeğimizi, anılarımızı, yaşanmışlıklarımızı, kahkahamızı, muhabbetimizi...
Kayıplarımızın ve şehrimizin yası, depremin şiddeti ve ansızlığı, geleceksizliğimizin umutsuzluğu her an içimizde. Yıllar önce atlattığımız tüm safhaları tek tek yeniden, bu sefer kanayan ellerimiz ve acıyan yüreğimizle yaratmamız gerekiyordu. 50 yaşına merdiven dayamış, çocukluğunu Antakya’da bırakmış ve çocuklarının yaşamını bir bıçak darbesi ile geçmişten ayırmak zorunda kalan ebeveynler olarak acı tüm hücrelerimize nüfuz etti... Önlem alınmadan , kâr hırsıyla doğa ve insan sağlığı gözetilmeksizin devam eden ve bitirilemeyen enkaz kaldırma çalışmaları, koca bir kadim şehrin boş tarlalara dönüşme görüntüleri, elle tutulur umut verici adımlar atılmaması, yüzyılın felaketi denilip özel afet bölgesi ilan edilmemesi, her felaketten kâr elde etme zihniyetinin tüm yetkiyi elinde tutmasına rağmen cimri, isteksiz ve merhametsiz davranması; oradakiler ve ülkenin her yanına saçılmış kalbi ve zihni yara almış Antakyalılar için de güvensiz bir gelecek, ümitsiz bir yaşam vadediyor.
Tesadüfi karşılaşmalarımızda konuşmadan anlaşan, kokusuna, rengine, tadına aşık olunmuş “Sevgili Antakya’sını” kaybetmiş, aynı ağrıyı aynı aidiyeti hisseden kardeşleriz. Çürümeye bırakılmış bir geçmiş ve insafa kalmış bir gelecek ile yok oluşa ve iyileşilemeyeceğine dair habis gerçekliğin, iyimserlik filizlerimizi yabani otlar gibi istila etmesi ve kırıp geçirmesine şahitlik eden kurbanlarız. Küçük, kadim şehrimizin ulu bir çınar gibi güvenli gölgesinden koca bir kalabalığa, büyük bir gürültüye, fiziksel ve ruhsal bir karmaşaya itilmiş “kanadı kırık kuşlar” gibiyiz şimdilerde... Antakya yeniden inşa edilecek. Ama biz hiçbir zaman iyileşemeyeceğiz. Sessizliğimiz, bağıracak çaresizliğimizi lakin yine de yaşamak diyeceğiz umuda sarılarak...