Dolapdere’den bir yoksulluk manzarası: Akmayan, camı, odaları olan sağlıklı bir ev isterim
Bütün bu yükün emekçilerin sırtına bindirildiği patron düzeninde hayatta kalmaya çalışan bir aile var karşımızda.
Fidan’ın annesi | Fotoğraf: Ekin Elif Saltık/Evrensel
Elif Ekin SALTIK
İstanbul
Taksim, Pangaltı, Kurtuluş, Kasımpaşa ile çevrili olan Dolapdere İstanbul’un en tehlikeli semtlerinden biri olarak lanse edilir hep. Bu “tehlikenin” aslında kentsel ranta bahane yapıldığı semte girdiğinizdeyse sokaklarından evlerine, binalarına kadar ağır bir yoksulluk kendini hissettirir, hissettiriyor da. Böylesi yoksul evlerden birine konuk olmak için sokaklarını arşınlıyorum.
“Açım ben aç, çocuklarım aç, borçlarım var” diyen milyonların çaresizlik, kimsesizlik duygusuyla yaşamını son vermeye sürüklendiği yakıcı bir gerçek olarak tüm çıplaklığıyla yansırken, bütün bu yükün emekçilerin sırtına bindirildiği patron düzeninde hayatta kalmaya çalışan bir aile var karşımızda.
Üflesen yıkılacak bir bina, giriş kapısından adım attığınız an kesif rutubet kokusu hissettiriyor kendini. Dikkatli bakınca binanın camlarının olmadığını, pencerelerin muşambayla kaplandığını görebiliyorsunuz. Binanın içine girince dik merdivenler karşılıyor sizi. Karşıda ışığı yanan bir mutfak, solda bir oda, odanın içinde yaşlı bir kadın, burnunda nefes almasını kolaylaştıracak bir hortum takılı. Merdivenler ve merdivenlerin duvarı rutubet içinde. Sesimi duyup çıkan Fidan karşılıyor beni. Merdivenlerden yukarı buyur ediyor. Gerçek ismi Fidan değil, rahat olması için gerçek ismini vermeyeceğimizi söylüyorum, “Tamam” diyor. Güler yüzünde büyük bir mahcubiyet var, yokluğun, yoksulluğun verdiği bir mahcubiyet bu, her hareketinde hissediliyor. Yukarı çıkınca görebildiğim kullanılabilen tek bir göz oda. Odanın bir ucundaki kanepede boylu boyunca, hareketsiz yatan orta yaşlı bir kadın. Fidan’ın annesi. Şeker ve MS hastası, yürüyemez, ihtiyaçlarını göremez durumda. Kanepenin hemen yanında çift kişilik bir yatak, 2 çocuk, Fidan ve eşi yani 4 kişi o yatakta uyuyor.
YIKILDI YIKILACAK EVE BİN 500 LİRA KİRA
Fidan 38 yaşında, 24 senelik evli, çok erken yaşta evlenmiş. 2 erkek bir kız çocuğu var, 3 yaşındaki oğlu doğuştan rahatsız, bir böbreği hiç gelişmemiş. Fidan aslen Antep Nizipli, İstanbul’da doğup büyümüş. “Oğlum 22 yaşında, evli, 3 yaşında bir torunum var. Kızım aralık ayı başında 18’ine girdi. Oğlan evlenince daha çok maddi zorluğa düştük, onu okuldan almak durumunda kaldık. Çalışayım diyor ama kıyamıyorum, daha küçük. Annemin de bakım sorumluluğu bende olduğu için hem 3 yaşındaki oğluma hem anneme bakıyorum, düzenli çalışamıyorum. Annemin nöbetleri tutuyor, çocuk rahatsız zaten o yüzden kızımı biraz okulundan etmiş olduk” diyerek hayıflanıyor.
Devam ediyor yaşamlarını anlatmaya: “Çok şey yaşadık son birkaç yılda. Eşimin beynine pıhtı attı stresten. 2 yıl öncesine kadar Okmeydanı’nda oturuyorduk, eşim evi değiştirmek için kredi çekmişti, oğlum ve gelinim 10 gün içinde düğün istedi, kaçamaklı bir evlilik oldu. Düğün için başka krediler çekti eşim, borç nedeniyle ev kirasını karşılayamaz olunca da Dolapdere’deki bu eve taşındık. Hazinenin evi, bin 500 lira kira veriyoruz. Banyosu berbat, lavabo yok, su sıkıntısı yaşıyoruz. Yeri geliyor anneme banyo yaptıramıyorum. Evin içinde elimden geldiği kadar temizlemeye çalışıyorum, hayat şartları çok zor, ev çok hasarlı, akıyor yağmur yağdığı zaman, çok soğuk oluyor. Soba kursam neye yarar. Okmeydanı’ndayken daha rahattık, ben de çalışıyordum. Toplamda 3 kredi borcumuz var, annemin hastane masrafları için de kredi çekmiştik.
TÜM AİLE TEK GÖZ ODADA, ELEKTRİKLİ SOBAYLA ISINMA
Fidan’ın eşi EYT ile emekli olmuş, sağlık sorunlarına rağmen geçinebilmeleri için çalışmak zorunda. Kendilerinin eşinden doğru sağlık güvenceleri var ancak annesinin hiçbir şekilde sosyal güvencesi yok. “Eşimin kazandığı borçlara gidiyor” diyor Fidan, “Peki nasıl geçiniyorsunuz” diye soruyorum, cevap veriyor: “Ben ara sıra temizlik işlerine gidersem bezdir, şudur budur alabiliyorum. Konu komşu Allah razı olsun bir şeyler getiriyor, çamaşır falan, akrabalar arada bez alıyor anneme, bu şekilde geçinip gidiyoruz. İBB’nin sosyal yardımına yeni başvuru yaptım, erzak getirdiler, çocuğuma bez getirdiler, çok teşekkür ediyorum.” Elektrikli sobayla ısıtmaya çalışıyorlar evi. “Çok soğuk olduğu zaman işlemiyor ama en azından biraz koruyabiliyor, mahallede herkesin durumu kötü aslında çok yoksul insanların yaşadığı bir yer bura, insanlar sosyal yardımlara başvuruyor, erzak yardımı alabilirse alıyor, para gibi bir şey olmuyor, bu şekilde yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar” diye konuşuyor.
"YAŞAM KOŞULLARIMIZ BİRAZ DAHA İYİ OLSA" DEMEK BİLE AĞIR
Evin bir odası daha var, yağış oldukça aktığı için kullanamıyorlar. Banyo demeye bin şahit isteyecek bir yer ayrıca. Devam ediyor odayı, banyoyu gösterirken Fidan: “Biz buraya girdiğimizde lavabosu falan yoktu yani, harabe biçimdeydi. Yaptırmaya kalksak, bir çimento alıp bir şeyler yaparız ama o da yasak. Banyodaki hortumla işimizi görüyoruz. Mutfak ortak, içerideki oda kullanılmaz durumda, camları da yok naylonla kapatmışız.”
Ne isterdin diye soruyorum “Düzgün, daha yaşanılabilir bir evde oturmak isterim, lüks, kaliteli bir ev istemiyorum ama en azından akmayan, camları olan, daha sağlıklı odaları olan bir ev isterim. Yaşam koşullarımız biraz daha iyi olsa, anneme çocuğuma daha iyi koşularda bakabilsem… Kızım hep bir odası olsun istiyor, hiç odası olmadı garibimin” cevabını veriyor. Fidan’ın annesine “Senin var mı diyeceklerin” diye soruyorum o da şu karşılığı veriyor: “Söyleyeceğim şeyler olmaz mı be yavrum, ihtiyacımız oluyor işte her şeye, bir çalışan damat var, çocuk her yere koşturuyor. O da rahatsızlandı, ben de iyi olamıyorum üzüntüden. Hep üzülüyorum, Allah hepimize yardım etsin iyi koşullarda olmak istiyoruz, boğazımızdan bir lokma yemek geçebilse.”
"TEK GELİRİMİZ EŞİMİN ÇALIŞMASI"
Hasta çocuğuyla birlikte annesinin bakımı da onun üzerinde. Annesine bakmaktan gocunmuyor, “Hep bizimleydi zaten” diyor ancak annesinin şu anki durumuna çok üzülüyor. Hikayesini soruyorum anlatıyor: “Annem bir huzurevi mutfağında çalışırken iş kazası geçirdi. 16 Temmuz 2015’te darbe ertesi iş yerinden direkt hastaneye götürmüşler, tabii o sıra darbeden dolayı telaş varmış hastanede. O telaş içerisinde annemin ayağı kırıkken burkulma olarak geçmişler kayıtlara. Uzun zaman uğraştık düzelttirmek için, birçok yere başvurduk en sonunda iş kazasına döndü. Malulen emekli olabilmesi için başvurduk daha sonra, fakat anneme yürüyebilir, çalışabilir raporu verdiler. Engelli raporu alamadık. Şeker hastası, 4-5 ay evvel de MS tanısı konuldu. Sonrasında da evde düştü omzu, kalçası kırıldı, 2-3 defa ameliyat oldu, platin var vücudunda. Şimdi sol tarafı olduğu gibi tutmuyor, günde 4-5 defa dışkılıyor, hastalığından ötürü hissetmiyor, altını bezliyoruz. Eşimin çalıştığından başka bir gelirimiz yok. Annemin ve çocuğumun bakımı bende. Çocuk sürekli evin içinde, onun da psikolojisi iyi değil, dışarı çıkmıyor, oyun oynamıyor, hayatı evin içinde geçiyor.”
"ANNEM SOSYAL BİRİYDİ ŞİMDİ YATAĞA BAĞIMLI"
Annesinin hastalığı ile nasıl başa çıktıklarını soruyorum, devam ediyor: “Annemin hastane masrafları çok yüksek, MS hastası olduğu için nöbet geçiriyor, her ay 10-15 gün hastanede yatma durumu oluyor. Şeker komasına da giriyor, nöbet geçirdiği zaman ‘Kabloları bana bağlayın, elektroşok verin’ diyor zihin olarak da gidiyor. İş kazasından sonra depresyona girdi çalışamıyor, yürüyemiyor diye. Birçok kez ameliyat oldu, şeker hastalığı da birçok rahatsızlığın tetikliyordu, 4 kere şeker komasına girdi, yoğun bakımda yattı. Ameliyatlarla birlikte dengesizlik başladı, MS başlangıcıymış, hep şeker hastalığına bağlıyorduk, doktor da öyle söylüyordu. Bir gün evde tuvalete kalktığında dengesini kaybedip düşüyor, omzunu ve kalçasını kırıyor, sürekli yattığı için depresyona da girdi. Çok sosyal bir kadındı, bu sosyalliği kaybetmiş olması da onu depresyona soktu. MS’in ilerlemesi ile birlikte iyice yatağa bağımlı hale geldi. Hayatı çalışmakla geçmiş bir kadın. Şimdi tuvaletini yaptığında hissedemez durumda.