Resim ve heykelde eleştiri
Günümüzde Türkiye’de resim ve heykelde eleştiri konusu sorgulandığında paradoksal bir durumla karşılaşıyoruz. Bundan elli yıl öncesine göre sanatta inanılmaz bir gelişme izleniyor. Hem yaratıda, yayında, hem de kurumsallaşmada nicel ve nitel bir artış dikkati çekiyor. Sanat, aydın çevrenin içine sıkışmışlıktan sıyr
Prof. Dr. Ayla Ödekan
Kuşkusuz bu görüntü karşısında sorgulanması gereken sanat ortamının arka planını oluşturan‘düşünce alanı’dır. Düşünce alanının elli yıllık ivmesinin üretim ve etkinlik ivmesiyle karşılaştırılması gerekiyor. Sorun bu yoğun ve hızlı gelişme karşısında düşünce alanını oluşturacak araştırmacı, kuramcı ve eleştirmen potansiyelinin niceliksel ve niteliksel varlığıdır.
ELEŞTİRMEN ÖNEMLİ BİR DİNAMODUR
Sanat ortamının gücü sanatçı-sanat-izleyici arasındaki diyalektik iletişimle ilgilidir. Eleştirmen gerçekte izleyici konumundadır ama üçlü grubun önemli bir dinamosudur. Olayı yalnızca görsel şölen olmaktan çıkaran anlam boyutunun derinliklerine izleyiciyi taşıyan, düşünme ve tartışma ortamını açan ve aynı zamanda sanatçıyı besleyen kişidir. Sanatçıyla yapıtı arasındaki diyaloğu, çözümlemeyi, hesaplaşmayı açığa çıkaran ve topluma aktarandır. O, yapıtı kendince yeniden yaratandır. Yapıtın üretimi gibi eleştiri de bir üretim süreci geçirir. Eleştirmen yapıtla ilgili yorumlarını kuramsal ve teknik bilgi birikimi ve deneyimleriyle olgunlaştırır; sonucu topluma anlayabileceği açıklıkta arı bir dille iletir. İzleyici hem somutlaşmış görsel bir imgeyle karşı karşıyadır hem de onun üzerinden sözcüklerle zihine yansıtılmış imge dağarcığıyla. İzleyici iki tür imgeyi karşılaştırır, tartar. Ya benimser, kendi imgesini geliştirir, ya da sorular oluşturur ve sorularının peşine takılır, yanıt arar. Kendi kendine bir eleştirmen olmuştur. Öbür yanda sanatçı da eleştirmenin imgesiyle kendi imgesini örtüştürmeye çalışır. Bir bakıma kendi ürettiği imge karşısında bu kez o da eleştirmendir. İzleyici gibi o da düşünce süreci içine dalar. Yapmak istedikleri, yaptıkları, yapamadıkları, yapabilecekleri peş peşe dizilir. Bir sonraki üretimi için ipuçları yakalar. Eleştiri bir yeniden okumadır. Eleştirmen yapıtı bir anlık algılama nesnesi olmaktan çıkartır; sanatçıyla izleyiciyi yapıtla karşı karşıya getirtir.
ELEŞTİRİ DEĞİŞİK DÜZEYLERDE YER ALABİLİR
Eleştirmen, görüleceği gibi, sanatsal üretimin olmazsa olmaz bir ögesidir, ancak eleştirmenden akılcı ve bilimsel bir yaklaşımla ürününü anlamlandırma çabası beklenir. Eleştiri çeşitli yazı türleri içinde değişik düzeylerde yer alabilir. Örneğin bir sergi yazısı, sanatçı kataloğu ya da bir müzayede broşürü içinde de eleştirel bakış açısı serpiştirilmiş olabilir. Bu tür yazıların birincil amacı toplumu haberdar etme, sanatçıyı yüreklendirme ve izleyiciyi yönlendirme düzeyindedir. Ayrıca bu tür yazılar bir meta değeri kazandırma amacına da hizmet edebilir. Bunlar çoğunlukla olumlama niteliği taşıyan yazılardır. Kimi yazılarda ise amaç bir yapıtı, bir sanatçının üretimini, bir dönem ya da bir biçemi dolaysız değerlendirmektir. Başka bir değişle, çıkış noktası sanatın kendisidir. Temel amaç anlamlandırmak ve anlam bağlamında biçim ile içeriğin ilişkisini kurarak değerlendirmektir. Bu nedenle sanat eleştirisini yapan kişinin en başta kültür birikimine sahip, bilgi dağarcığı geniş, sezgisi güçlü, kavramsal düşünebilen, ayrıntılara inebilen, analitik araştırma yapmadan senteze geçilemeyeceği bilgisine sahip bir kişi olması gerekir.
HER SANAT YAPITI ZAMANSIZDIR
Kültürü oluşturan her etmen gibi sanat da disiplinler arası ilişkiler içinde varlık bulur. Sanat tüm kültür alanlarının ara kesitindedir. Ona katkıda bulunan tarih, felsefe, sosyoloji, psikoloji, ekonomi, siyaset, teknoloji gibi birçok etmene açıktır. Her sanat yapıtı zamansızdır. Geçmişi barındırdığı gibi geleceğe de dönüktür. Değerlendirme hem yerel ve evrensel boyutlarda olmak zorundadır. Varsayımlar sınanabilecek nitelikte geliştirilmelidir. Özgür düşünceye saygılı ve ön yargısız bir yaklaşımla olumluluklar ve olumsuzluklar ayıklanmalıdır. Sonuçta, eleştiri metni özgün, yalın, nesnel ve anlaşılabilir bir dille sunulmalıdır, çünkü eleştirinin hedefi yararlı olmaktır. Eleştiri ‘düşünce alanını’ besleyerek sanat üretimine katkı sağlayacaktır.
Türkiye batı sanat anlayışına geç bir tarihte 19. yüzyılın ortalarında katılmıştır. Yüzyıl boyunca Batı sanatını kavrama ve kendi kimliğini oluşturma süreci geçirmiştir. Bu süre içinde resim sanatında, İpek Duben’in irdelediği gibi, hem üretimde hem de eleştiri yazınında süreklilik ve tutarlı bir gelişme göze çarpar. 1 Ekspresyonizmle ifade olanaklarını ve kübizmle akılcılık keşfedilmiş, 1940 sonrası biçem çözümlemeleriyle dil ve estetik kavramlarına açılmaya çalışılmıştır. 1950 sonrasında Batı felsefesi ve kuramlarını kavrama çabaları başlamıştır. 1980’ler postmodern pratiklerinin temellendirdiği kuramlar yeni açılımlar kazandırmıştır. Tüm bu süreç içinde yazın alanı kendine özgü bir evrim çizgisi oluşturmuştur. Eleştiri alanına giren sanat yazarlarının sayılarında artış olmuştur, ancak yoğun sanat etkinliğiyle karşılaştırıldığında eleştiri yazını nicelik ve niteliksel olarak sınırlıdır. Ayrıca her eleştiri yazını tekil kalmakta, tartışma ortamını harekete geçirecek karşı-eleştiriler oluşmamaktadır. Heykel sanatında ise resim sanatında karşılaşılan ilgiden söz edilemez. Toplum heykel sanatına hâlâ uzak durmaktadır.
EĞİTİM ELEŞTİREL NİTELİKTE DEĞİL
Eleştiri geleneği sınırlılığının başlıca nedenlerini üç grupta toplayabiliriz:
1. Kurumsallaşmada aksaklıklar,
2. Kültür konusuna ilgisizlik,
3. Eğitiminin yetersizliği.
Atatürk’ün emriyle 1937 yılında kurulan Resim ve Heykel Müzesi sanat alanında kurumsallaşmanın ilk örneği olmasına karşın yönetim sorunlarıyla uzun yıllar kapalı kalmıştır. Yüzyılın sonlarında açılsa da çağdaş bir müze anlayışıyla örgütlenememiştir. Sanat müzesi anlayışı ancak 2000’li yıllarda özel müzelerin açılmasıyla gelişme gösterir. Bu nedenden, kısa süreli geçici sergilerin dışında özgün yapıtlarla karşılaşma olanağının olmaması, araştırmalara önemli bir engel oluşturmuştur. Sanatı anlamak özümsenmiş kültür birikimi isteyen bir konudur. Kültür, gelişmişliğin temel göstergelerinden biri olmasına karşın devlet politikasında gereken değeri elde edememiştir. Eğitim eleştirel bakış açısını geliştirecek nitelikte değildir. Şıklara göre düzenlenmiş üniversite giriş sınavına odaklanmış orta eğitimde sanat ya da sanat tarihi dersleri kalkmıştır. Üniversite eğitiminde de benzer gelenek devam etmektedir. Eğitim politikamızda ezber yerine düşünmeye yönlendiren sorgulamaya ve araştırmaya açık bir eğitim anlayışı yerleşmemiştir. Özgün ve yaygın eğitim sanat ortamının gelişmesini destekleyecek ve besleyecek bir gelişme çizgisi sergileyememektedir.
META DEĞERİ KAZANMASI SANAT ETKİNLİĞİNİ ETKİLEDİ
1980 sonrası, liberal ekonomiye geçişle birlikte sanat yapıtının meta değeri kazanması sanat etkinliğini etkileyen bir öteki etmen olmuştur. Sanatta değer yargısındaki ani değişim sanatın üretim ve eleştirisine niteliksel olarak yansımış ve eleştiri yazımının amacında sapmalara neden olmuştur.Ayrıca küreselleşmeyle sanat alanında uluslararası ilişkilerin artması ve teknolojinin gelişmesi bilgi kaynaklarına erişimi kolaylaştırmıştır. Bilginin artması olumlu bir etmen olmakla birlikte Batı’nın antik çağdan başlayan köklü bir kuram geleneğinin üzerine geliştirdiği modern ve postmodern kuramların ışığında yapılan değerlendirmeler, toplumun bilgi eksikliği nedeniyle düşünce alanının doğal gelişmesine engel olmuştur. Tüm olumsuzluklara karşın üretim, kurumsallaşma ve yayın hayatındaki olumlu katkılar düşünce alanının gelişmesini beslemektedir. Bu gelişmeler zamanla olumsuzlukları eleyerek eleştiri ortamını verimli bir düzeye taşıyacaktır.
*İTÜ Sanat Tarihi Bölüm Başkanı
Referans:
İpek Aksüğür Duben, Türk Resmi ve Eleştirisi (1880-1950), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2007
YARIN
Burçak EVREN: Taraf olmak eleştiriyle bağdaşmaz
Sungu ÇAPAN: Kılavuzluktan öteye geçmiyor
Hazırlayan: Erkan ARAZ
[email protected]
evrensel.net