Hürriyet ve ekmeğin şairi A. Kadir
A. Kadir; 8’inde yetim kalır, yoksulluğu bir kat daha artar babasının yoksunluğuyla. Tatil zamanlarında sepetçilik, kahve çıraklığı, sokak aralarında kurabiye satıcılığı ve karpuzda mevsimlik işçi...
Fotoğraf: Kişisel arşiv
Tarık ÖZYILDIRIM
ACININ SIR KÜPÜ
“En önce babam işitmiş sesimi/ 1917 yılı Temmuz’un güneşli bir sabahında/ Sonra odaya birer ikişer dolmuş/ mahallemizdeki komşular./ Sonra bir yatsı zamanı/ adımı Kadir komuşlar…” Abdülkadir Meriçboyu şiirimizin A. Kadir’i gözlerini savaşın en çetin koşullarında açar, Gülten Akın’ın “ İnsan yaşama ağıtla başlar.” dediği bir döneme denk gelir A. Kadir’in ilk nefesi, ilk sesi… “Asıl şiirlerimi yazdığım zaman, gerilere giden, köklere giden bir şey var. Örneğin anamın ağıtları. Çok acı görmüş bir kadındı anam. Çok ağıt yakardı.”
“Benim anam hep ağlardı./ Kardeşine ağlardı./ Yemen çöllerinde kalmıştı/ gencecik İdris dayı./ Anam ağlardı ona…./ Benim anam hep ağlardı./ Bana ağlardı./ Ben giderdim okula çok sabah harçlıksız,/ o da ağlardı bana…/ Yoksa benim anam hiç mi yaşamadı?”
Yoksulluk ve savaş dönemi annesinin gözlerindeki yaşlar, A. Kadir’in şiirlerinde hep bir hüzün olarak kalacaktır, bir de annesinin savaşa olan karşıtlığı. “Annem, kardeşi İdris dayımı Yemen’de genç yaşta kaybetmişti. Anamın savaşa karşı düşmanca bir tutumu vardı. Bu da beni ayrıca etkilemişti.”
“O insanlar bitmedi mantar gibi yerden./ Anaları doğurmuştu onları bir zamanlar,/ tıpkı dalda bir çiçek açar gibi…”
A. Kadir; 8’inde yetim kalır, yoksulluğu bir kat daha artar babasının yoksunluğuyla. Tatil zamanlarında sepetçilik, kahve çıraklığı, sokak aralarında kurabiye satıcılığı ve karpuz sergilerinde mevsimlik işçi… Yorulmaz küçük bedeni çünkü insan dediğin acıdan, dirençten, umuttan ibarettir.
Nihat Behram, A.Kadir’ in şiirini “ acının sır küpü” olarak adlandırır. Gerek sevinçlerinde, gerek mutluluklarında, gerek umudu arayışında tümünde yoğun bir acı duyarlılığı egemen... Bütün insanlığı ilgilendiren bir acı. “Ben geldim mi kalkacak sabahları bütün çocuklar,/ karınları aç/ uyuyacak geceleri bütün çocuklar, karınları tok,/ ben geldim mi.”
A.Kadir ortaokul yıllarında edebiyata ilgi duyar. Necip Fazıl, Faruk Nafiz gibi şairleri okuduktan sonra lise yıllarında özellikle Rus ve Fransız yazarlara yönelir: Balzac, Zola, Dostoyevski, Gorki… “Önümde kitaplar vardı./ Dizi dizi, boy boy kitaplar./ Eğildim sevgiyle, muhabbetle yüreğine onların.”
BİR DUVARA ÇARPTIM
“Nâzım’a geldiğimde bir duvara çarptım kafamı… Nâzım bende birdenbire bütün etkileri sildi süpürdü ve yepyeni bir dünyaya giriverdim.”
Ağabeyinin telkinleriyle önce Kuleli Askeri Lisesine sonra da Ankara Harp Okuluna kaydolur A.Kadir. Okulda ilerici gençlerle beraber gizliden gizliye Nâzım okurlar bir köşede. Okuldaki faşist bir grupla tartışmaları onların sonu olur, ihbar edilirler. Otuz kişi tutuklanır, Nâzım Hikmet de orduda komünist bir isyan başlatmak suçuyla yargılanır. Nâzım Hikmet 15 yılaA. Kadir 10 ay hapis cezasına çaptırılır. Aylarca Nâzım’la hapishanede beraber kalır A. Kadir. Örnek aldığı, usta olarak gördüğü Nâzım’la aynı havayı solumak çocukça bir mutlulukla beraber umudu da getirir A. Kadir’e.“Bin dokuz yüz otuz sekizde/ seninle beraberdik/ Ankara Cezaevinde./ Ben yirmi yaşındaydım o zaman,/ sen galiba otuz beşinde.”
İlk şiirleri, askerlik döneminde 1940’lı yılların başında “Ses” ve “Yeni Edebiyat dergilerinde yayımlanır.1943’te “Yürüyüş” dergisinin yönetiminde önemli şiirlere imza atar. Burada Nâzım’ın hapiste olduğu dönemde gizlice cezaevinden gönderdiği şiirleri de İbrahim Sabri adıyla dergide yayımlatır. (İbrahim A. Kadir’ in göbek adı, Sabri de babasının adıydı.) Bu dergide yayımladığı Bir İnsan şiiriyle savaş karşıtlığını ele alır. “Seni bir gün/ çekip aldılar topraktan,/ benzedin köksüz bir ağaca...”
A.Kadir’ in şiiri yayımlanır yayımlanmaz Orhan Seyfi Orhon’un çıkarmış olduğu Çınaraltı dergisinin 23 Ocak 1943 sayısında “ Allah Cümlemize Rahatlık Versin” yazısıyla A. Kadir jurnalleyerek hedef gösterilir. Orhan Seyfi hem dergiyi hem de A. Kadir ve İbrahim Sabri’yi (Nâzım Hikmet) komünist propaganda yapmakla hedef haline getirir.
Birkaç ay sonra çıkan “Tebliğ” kitabıyla beraber A. Kadir için tutuklamalar ve gözaltılar kaçınılmaz olur. “Benim ilk göz ağrım Tebliğ’dir. O yüzden başıma gelmedik kalmadı. Bu yüzden onu çok severim. Bana hem çok çektirdi, hem de çok şey öğretti.”
“Ömrümde görmedim böyle bir gün./ Yarım dilim ekmek önümde,/ düşünüyorum alevden ülkeleri./ Boğazında kalsın yedikleri/ ve zehir zıkkım olsun,/ bu anda düşünmeyen varsa eğer!”
Sorgu sırasında emniyet müdür yardımcısı, elindeki Tebliğ kitabıyla A. Kadir’e önündeki kahve fincanını göstererek “Şu fincana şiir yazsana, nedir öyle açlık sefalet, açlık sefalet” der. Asım Bezirci’nin A.Kadir için “Örste dövüle dövüle çelikleşen bir namusun adıdır.” dediği dönem de başlamış olur.
İNSANLARLA KONUŞMAK YASAKTI
17 gün Sansaryan Han’da hücrede kalır, 4 gün aç susuz bırakılır A.Kadir. Yargı önüne çıkarılmadan sıkıyönetim tarafından belirlenen 5 yıllık sürgünü başlar. Muğla, Balıkesir, Konya, Adana, Kırşehir... Yalnızlık, yasaklar ve de yoksullukla mücadelesi hiç bitmeyecek bir döneme girer A. Kadir. Artık konuşma ihtiyacı sessiz bir yağmur gibi başlar içinde. “Sürgünlük şiirlerimde daha fazladır tabiat. Kavaklar, elmalar, üzümler… Çünkü insanlarla konuşmak yasaktı. Ağaçlarla, derelerle, kavaklarla baş başa kaldım.”
“Sonra diyorlar, hepsi yasak:/ Yere bakmak,/ aya bakmak,/ suya bakmak!”
Sürgündeyken ekmek ve hürriyet mücadelesi hiç durmadan devam eder. Nâzım Hikmet de onu geleceğin şairlerinden görür, umudu kaleminden hiç eksik etmemesini tembihler.A. Kadir’le mektuplaşarak her türlü desteği esirgemez ondan Nâzım Hikmet. “Nâzım hapishanede dokumacılığa başlamış ve para kazanıyordu. Bir süre her ay 25 lira gönderdi bana. Kendi dokuduğu kumaştan pantolon, gömlek, çorap…”
Bir gün sürgündeyken odası polislerce basılır ve Nâzım’la olan mektuplarına el konur ve sonra da yok edilir bu mektuplar. “Bastılar bugün odamı öğle üzeri/ Ne üstüm başım kaldı aranmadık,/ ne yatağımın içi./ Beni nedense götürmediler bu sefer.”
Sürgünlük bitince İstanbul’a gelip çeşitli işlerde çalışır nihayetinde çevirilerle yeni bir dünyaya girer A. Kadir. 1953’te ilk önce Mevlana’dan yaptığı “Bugünün Diliyle Mevlana” herkesçe çok beğenilir art arda birçok baskı yapar bu kitap. Nâzım Hikmet, Mevlana çevirisi eline geçince “Büyük C. Rumi ilk defa Türkçe konuştu, hem nasıl konuştu! Tercümesini yapan öğrencimdir, biliyor muydunuz?” diyerek gururlanır.
Ardından Homeros, Hayyam, Brecht çevrileri gelir. Hilmi Yavuz da bu çeviriler için “Rastgele seçilip yapılmış çeviriler değil… Bütün bunlar gerçek bir insancıllığın, demokrat bilincin yaptığı seçmelerdir” der. Evet, yaptığı çeviriler A. Kadir’in insancıllığının, sınıf mücadelesinin ve savaş karşıtlığının yansımasıydı. Brecht’ten çevirdiği “evler yakılmasın bir daha/ bombardıman uçaklarını kimse bilmesin/ dolsun geceler uykuyla/ cezasız olsun yaşamak.” bunun en güzel örneğiydi.
BU SU, ÇOĞAL ÇOĞALA
A. Kadir sonraları “Hoş Geldin Halil İbrahim” ve “Dört Pencere” şiir kitaplarını çıkarır. Filistinli, Vietnamlı, Afrikalı şairlerin şiirlerine de ses verir zaman zaman. 1968’de “Mutlu Olmak Varken*” ile şiirlerini derleyerek insanın umudunu ve direncini selamlar. “bu su, çoğala çoğala./ İnsanlar insanları aldı götürdü./ Ne kavga kaldı, ne zulüm, ne korku.”
Şairliğe soyunduktan sonra her şeyin göze alınması gerektiğini bilerek şiirler yazar. Sürgünleri, işkenceyi ve hapishaneleri hepsini bilerek bu yola girer A. Kadir. Avşar Timuçin, onun şiir anlayışını en iyi şekilde özetler:” Bir şeyleri eğip bükmez, bir şeyleri daha güzel görünmek için kırık dökük aynalarda yansıtmak istemez, olduğu gibi anlatır.”
“İyi düşün, Kadir, /bir daha dünyaya gelsen,/ geçmek ister misin aynı yoldan?/ İyi düşün, Kadir,/ bir daha dünyaya gelsen?/ Çocuklar dizilecek geçtiğimiz yollara,/ çocuklar, açılmış gül gibi.”
1980 12 Eylül darbesinde ilk tutuklananlar arasındadır A. Kadir 63 yaşına rağmen. Suçu, Nâzım Hikmet’in Rusya’daki mezarını ziyaret edip bir şiir kaleme almak. “Günün birinde Moskova’da/ böyle altmış yaşımda / ilk ziyaret edeceğim yer/ Nâzım’ın mezarı olacakmış demek/ Sen,/ Halkımın sesi/ Halkımın türküsü,/ Halkımın koca yüreği!” Koğuşta üstü açık bir sidik kovasını yanında yatırırlar. 2 ay içeride kalır, her şeye dayanır, 20’sinde Sansaryan da dayandığı gibi.
Refik Durbaş, A. Kadir için“ Kırşehir’de Dinekbağı’nda bir zerdali ağacının şairiydi, Cibali fabrikasında tütüne giden işçilerin de, yol vergisini ödemeyen yoksul köylü İbrahim’in de “ der. O bütün insanlığın şairiydi.“Cibali dendi mi/ aklıma siz gelirsiniz, kadınlar,/ kiminizin beş çocuğu,/ kiminizin nar gibi yanakları var,/ kiminiz kocasız kalmış,/ kiminiz ihtiyar,/ kiminiz daha körpe henüz./ Bana umulmadık,/ eskimiş türküler düşündürür/ siyah başörtüsü altında yüzünüz.”
A. Kadir; yaşamında, yüreğinde ve şiirlerinde hep umudu taşırdı. Ona göre insan umudun kapısıydı. Bize düşen de ona umut dolu bir şiiriyle elveda demek.” Bu ne bitmez yolmuş, deme,/ bitmedik yol yok./ Bu ne aşılmaz dağmış, deme,/ aşılmadık dağ yok. /Bu ne erişilmez ülkeymiş, deme,/ erişilmedik ülke yok./Kendini kapıp koyverme.”
*A. Kadir “Mutlu Olmak Varken” Can Yayınları 4. baskı İstanbul 2012