Yayıncılık tekelleşen fuar şirketlerinin kıskacında
Büyük yayınevleri, zincir kitapçılar, holding gazeteciliği/yayıncılığı, fuar organizasyonları neredeyse tümüyle sermayenin elinde ya da denetiminde.
İstanbul Kitap Fuarı | Fotoğraf. TÜYAP
Rojhat TURGUT
Yayıncılığın 2023’teki durumunu değerlendirmek iddiasıyla yazılacak bir yazının her şeyden önce alanın özellikle son birkaç yıldır kronikleşmiş bazı sorunlarına mutlaka değinmesi gerekirdi: Kura bağlı maliyetlerin artışı, dağıtımcılara yüksek iskonto ve vadeli geri ödemeler, sansür kurulları, butik ve bağımsız yayıncılar arka arkaya kapandıkça artan tekelleşme eğilimi, bunun getirdiği kültürel çölleşme, dergilerin art arda kapanması, dijitale geçmesi ya da periyot değiştirmesi, yayınevi emekçilerinin çalışma koşulları… Liste uzatılabilir.
Bütün bunların ve daha sayamadığım pek çok sorunun yanı sıra görece daha az konuşulan ama yayıncılığın geleceği açısından üzerine daha fazla düşünülmesi gereken bir meselemiz daha var.
FUAR ŞİRKETLERİ NEREYE?
Pandemi ile birlikte ara verilen fuarların 2022’de yeniden yapılmaya başlanmasıyla pek çok yayıncı bir nebze olsun rahatlayacağını, okurun ilgisinin eskisi kadar olmasa bile yavaş yavaş artacağını öngörüyordu. Ama, özellikle yayıncılığın kalbi sayılan İstanbul Kitap Fuarının o yıl beklentilerin altında kalması, yine pandeminin etkilerine bağlanmış ve umutlar sonraki yıla kalmıştı. Ancak TÜYAP’ın 40. yılına denk gelen 2023 fuarı da beklentileri karşılamaktan uzak kaldı. Yüksek stant kiraları, kurulum ücreti ve diğer masraflar hesap edildiğinde, fuara katılmayı göze alan küçük ve orta ölçekli pek çok yayınevinin masrafları ancak çıkardığını ya da cüzi bir farkla, “En azından reklam oldu” tesellisiyle fuardan ayrıldıklarını gördük. Ayrıntı, Avesta ve Dipnot Yayınları başta olmak üzere pek çok yayıneviyse fuara katıl(a)madı bile.
Bu sonucun sorumlusu olarak geniş çerçevede elbette hükümet, ekonomik kriz, kur, düşük ücretler vs. gibi daha büyük aktörler gösterilebilir. Ancak fuar yönetiminin de payına işaret etmek gerek. Kitap fuarları ile serpilip gelişen ve 40. yılın sonunda fuarcılık alanında tekele dönüşen TÜYAP, yayıncıları paydaşı olarak görmek, taleplerini karşılamak, daha adil ve uygun fiyatlandırma yapmak konusunda görülen o ki tekel olmanın da verdiği güç ve öz güvenle daha umursamaz davranmakta bir beis görmüyor. Yayıncıların şikayetlerine odaklanmak ve fuarın bu anlamda kapsamlı bir değerlendirmesini yapmak yerine bu tutumun öte tarafta büyüttüğü bir başka tehlikeye işaret edelim.
Her ne kadar TÜYAP bugün açısından bir tekel olarak fuarcılıkta büyük pay sahibi ise de pek çok yerel yönetimin yapmaya başladığı fuarlar ile başka fuarcılık şirketlerinin artan etkisi buralara bakmamızı da zorunlu kılıyor. İlk olarak, yerel yönetimlerin yaptığı fuarların düşük masraflar ve yayıncıyı normalde yüz yüze gelinemeyen okurla buluşturması açısından avantajlı olduğunu söylemek gerek. Ancak niteliğe dair pek çok sorun barındırdığını da eklemeliyiz. Belediyelerin siyasal angajmanlarına göre bir gazetenin köşe yazarlarının doldurulduğu söyleşilerden geçilmeyen, “belediye etkinliği” görüntüsünden kurtulamayan bu fuarların bu anlamda nereye evrileceğini bugünden kestirmek güç. TÜYAP dışındaki diğer fuarcılık şirketlerine gelince; burada özellikle birinden bahsedeceğiz: Eylül Fuarcılık. Ankara başta olmak üzere pek çok ilde kitap fuarı organize eden bu şirket gün geçtikçe büyüyor. Ama bu büyümenin, ekonomik anlamda yeni bir tekelleşme işareti olmanın yanı sıra başka anlamları ve tehlikeleri de var.
2023’te İstanbul, Kuşadası, Denizli, Şanlıurfa, Ankara ve son olarak Diyarbakır’da fuar yapan firma geçtiğimiz yıllarda Adıyaman, Bursa, Van, Kayseri, Eskişehir gibi kentlerde de fuarlar organize etmişti. Peki herhangi bir fuar şirketinden farkı ne ki başka anlamlar ve tehlikeler barındırsın? Bu soruya yanıt için Diyarbakır Fuarına ve fuarı düzenleyen Eylül Fuarcılık’a bakmakta fayda var.
FUARLARI ORGANİZE EDENLER NEDEN ÖNEMLİ?
Ankara AKM’de hediyelik eşya fuarlarıyla yola çıkan Eylül Fuarcılık özellikle 19 yıldır yaptığı Ankara Fuarı ile ve TÜYAP’ın Ankara’da fuar yapmayışının da etkisiyle piyasada belli bir pay edinmiş durumdaydı zaten. Yerel yönetimler ve çoğunlukla da kentin ticaret sanayi odalarıyla iş birliği içinde yaptığı fuarlara ilk olarak bu yıl eklenen Diyarbakır Kitap Fuarı ise açılışından başlayarak krizlerle anılan bir fuar oldu. Ama bu krizlere rağmen; orta yerde duran ama kimsenin kaldırmadığı, görmezden geldiği bir cenaze gibi duruyor önümüzde.
Diyarbakır Fuarına geçmeden önce şirket sahibinden biraz daha bahsetmek iyi olur: Eylül Fuarcılık’ın Yönetim Kurulu Başkanı Remzi Çayır 80 darbesi öncesinde ülkücü faaliyetleri nedeniyle tutuklanarak cezaevine girmiş ve 12 yıl sonra 1991’de tahliye olmuş bir isim. Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte Milliyetçi Çalışma Partisinden istifa edip Büyük Birlik Partisini kuranlar arasında yer alan Çayır 25 yıl BBP Genel Başkan Yardımcılığı yaptıktan sonra partiden ayrılmış ve kısa bir süre sonra silahlı suikast girişimine uğramıştı. Daha sonra Milli Yol Partisini kuran Remzi Çayır halihazırda partisinin genel başkanlığına devam ediyor. 2018’de AKP’den Diyarbakır milletvekili seçilen Çayır’ı, o süreçteki “Şu an için tek uğraşımız HDP’nin baraj altında kalmasıdır” sözleriyle hatırlayanlar olacaktır. Çayır’ın adı aynı zamanda Maraş Katliamı ile de sıkça anılmıştı. Tarihin ironisine bakın ki adı Maraş Katliamı ile anılan birinin şirketi, katliamın yıl dönümünde Diyarbakır’da “çok dilli, çok kültürlü bir kitap fuarı” organize ediyor.
Firma adına Fuarın basın toplantısında konuşan ve fuar koordinatörü olan aynı isim ve soyismi taşıyan bir başka Remzi Çayır, konuşmasına “ecdat” ve “fetih” vurgularıyla, “Daha iyi bir kul olmak için” okumanın önemine değinerek başlayıp Valilik, kayyum belediye ve “devletimizin diğer kurumları”nı da katmaktan bahsetmişti. Tam da bir kitap fuarı için aranan şeyler… Aynı konuşmada Çayır, fuarı barış ve kardeşlik içinde yapmaktan bahsederken arkadan her gün Diyarbakırlıların tepesinde uçan savaş uçaklarının gürültüsünün duyulması da bir başka ironik andı.
Çayır’ın ardından söz alan ve Eylül Fuarcılıkın bu fuarı organize edebilmesinin nasıl mümkün olduğunu anlamamızı sağlayan konuşmasında Şeyhmus Diken fuar için ilk defa bir yürütme kurulu oluşturulduğunu, Diyarbakır’da faaliyet gösteren ve ağırlıkta Kürtçe yayın yapan 10 yayınevinin bu kurulda yer aldığını söyledi ve ekledi; “Kurul Mezopotamya Fuarcılık ve Eylül Fuarcılık ile birlikte tüm bu fuarı organize edecek. Heyecan verici çok dilli, çok kültürlü bir fuar olacağını şimdiden ifade ediyoruz.”
Kürtçenin yaşayan en büyük şairlerinden Berken Bereh’in konuşmasının Bülent Arınç’ın programının uzaması sebebiyle fiili olarak iptal edilmesinin ardından “Bu bana değil, Kürtçeye hakarettir” diyerek tepki göstermesinin ardından kurulda yer alan Kürt Yayıncılar İnisiyatifi bu ifadeyi “Kürt yayıncılara hakaret” olarak anlayıp ve kendilerini savunan bir açıklama yaptı. İnisiyatifin bu yarım yamalak özrünün ardından DTSO Başkanı da Bereh’ten özür diledi. Fuarı değerlendiren bazı yazılarda “fuarın şık hareketi” olarak dillendirilen bu özre sebep olanlar; fuarı yapan şirket, firmanın ve sahibinin geçmişi, yayıncıların ve okurların göstermeleri gereken tavır hiç konuşulmayınca bir krizin ardından dilenen özür koca bir “fuarın şık hareketi” olarak görülebiliyor. Oysa bu “hata” bir ilk değil. Daha önce de yine Eylül Fuarcılık tarafından organize edilen 2016’daki Ankara Kitap Fuarında firma önce Ceylan Yayınları’nın standından iki kitabın kaldırılmasını bu olmayınca da fuardan ayrılmasını istemişti. Yayınevinin fuarı terk etmesi/ettirilmesiyle sonuçlanan sansürün ardından Evrensel Basım Yayın ve Yazılama gibi bazı yayınevleri tepki göstermiş, açıklamalar yapılmıştı.
SONUÇ
Kültür üretiminin ve ürünlerinin, dolaşım imkanları dahil zenginlerin elinde birikmesi yeni bir durum değil elbette. Büyük yayınevleri, zincir kitapçılar, holding gazeteciliği/yayıncılığı, fuar organizasyonları neredeyse tümüyle zaten sermayenin elinde ya da denetiminde. Ama bizim meselemiz açısından durum dışarıdan bakan için trajikomik çelişkilerle doluyken emekten, barıştan yana yayıncılar için çıkarılması gereken dersler ve tartışılması gereken sorunlarla dolu: Denizli’de “ulusal bilinç” için okuma vurgusu yaparken, Şanlıurfa’da Necip Fazıl’lı, Abdülhamit’li konuşmasında “Daha iyi bir kul olmak” için okumanın önemine değinen; Ankara’da Gülseren Budayıcıoğlu gibi bir “popüler kültür ikonunu”, “piyasa” yazarını onur konuğu yaparken Diyarbakır’da Murathan Mungan’ı seçen bir fuar organizasyonu; Alevilere ve Kürtlere dönük bir katliam ile anılırken Diyarbakır’da “çok dilli, çok kültürlü bir kitap fuarı” organize eden ülkücü bir fuar patronu. Kürtçenin en büyük şairlerinden birine yapılan saygısızlığın ardından kentin patronları ve malum fuar şirketiyle beraber cansiperane savunmaya geçen bir yayıncılar inisiyatifi. Bu absürt tablonun nasıl mümkün olduğunu, bu organizasyonlar aracılığıyla bir “sanatla aklama” girişimine alet olup olmadığımızı, her “hata”nın ve özrün ardından yine de eski yerimizde saf tuttuğumuzda gitgide kendi elimizi kolumuzu bağlayıp bağlamadığımızı konuşmanın vaktidir artık.