Başka bir futbol kültürü mümkün
Ülkemizde ve dünyada sıklıkla futbolla alakalı kötü örneklerin öne çıkmasıyla futbolun iyileştirici ve bir araya gelmeyi sağlayan yanı unutuluyor.
Kaynak: DHA
Berkay SERT
İzmir
Sporun içerisinde yaşanan, son dönemdeki hakem skandalı gibi, şiddet olayları insanlara sporu olması gerektiğinden fazla ciddiye aldığımızı düşündürüyor. Ancak biz şunu biliyoruz ki tüm durumlar gelişimindeki aşamalar ve içinde bulunduğu koşullar anlaşıldığında anlam kazanır. Aynı zamanda ülkemizin yönetilme pratiklerine uygun olarak şiddet pratikleri, mafyatik refleksler ve oyunun kendisi dışında her yere sıkışan bir laf dalaşı da bu işin yalnızca futbolu sevenlerin ortaya çıkardığı bir şey olmadığını gösteriyor. Burada şu büyük söze atıfta bulunarak buradaki kestirme yolu reddedip yolumuza devam edelim: “İnsanlar tarihlerini kendileri yapar; ama onu özgür iradeleriyle, kendi seçtikleri koşullar altında değil, dolaysız olarak önlerinde buldukları, verili, geçmişten devrolan koşullar altında yaparlar.”*
FUTBOLUN ÖTESİNDE İMKANLAR
Sporun ne olduğu ve tarihçesine baktığımızda karşımıza “oyun” kavramı çıkıyor. Oyunun sporu kapsadığı hatta bu ikisinin aynı şeyler olduğu dahi düşünülebilir. Burada basitçe sporu daha net kurallara sahip ve günümüz dünyasında profesyonellerin yaptığı şey olarak ayrıştırmak mümkün olabilir. Tabii ki ciddiye alma meselesi açısından bu farkı anlamak faydalı ancak bu iki kavramın ortak yanlarıyla birlikte bize kattıkları daha ön açıcı olacaktır. Şebnem Pala'ya göre insanlık tarihi boyunca oyun ile sporun birbiriyle ortakyaşarlığının oluşturucu ögelerinden belki de en önemlisinin bedenle, ritüelle, muharebe ya da savaş çağrışımlarıyla birlikte yaşamı anlamlandırmanın en kapsamlı metaforu olarak kabul edilen karşılaşmadır.**
Bu karşılaşmaların kimler arasında yaşandığı şu anki şirketleşmiş futbol ikliminde bazı rekabetler hariç muğlaklaşmış olsa da kurallarının belirlenmeye başladığı dönemden itibaren buradaki sınıfsal nitelik göz ardı edilemez. İngiliz işçilerin futbol oynamak için zaman bulabilmesinin sebebi 1858’de Londra İnşaat Sendikaları tarafından başlatılan Dokuz Saat Hareketi’yle çalışma saatlerinin haftada 54 saate düşmesiydi. Ancak çalışma saatleri biraz olsun düşse de işçiler buraya yeterli katılım gösteremediği için işçi sınıfının spor faaliyetleri burjuvazininki kadar rahat kurumsallaşamıyordu. Birçok işçi topluluğunun kurallı futbolu oynama dönemi aristokratlarınkine göre çok daha sonraya tekabül ediyordu. İngiltere futbolunda profesyonelliğin benimsenmesiyle işçi sınıfı da takımlarıyla kendini temsil etmeye başladı. Şu anda yıllık geliri milyarlarca dolar olan Manchester United, Arsenal, Liverpool gibi kulüpler dönemin işçi sınıfı tarafından kuruldu. İşçilerin kendi kulüplerini kurmalarının bir sebebi ise üst-orta sınıf kulüplerindeki aidatları karşılayamayacak olmaları, yani bir nevi zorunluluktu.***
YAN YANA OLMANIN FARKLI BİR YOLU
Futbolun sahneye çıkış dönemindeki bu karşıtlıklar futbol kulüpleri iyice kurumsallaştıktan sonra kulüplerin kültürü ve taraftar gruplarının politik görüşleriyle beraber devam etti. Futbol, 1920 yılında Londra’nın tüm tersanelerinin işletmelerinde patlak veren krizde başlayan grevde şekillenen West Ham United – Milwall rekabetinden, Protestan mezhepçi ve kraliyet ailesine bağlılığıyla beraber anılan Rangers ile Katolik ve kıtlık nedeniyle İskoçya’dan İrlanda’ya göçen mültecilerin takımı Celtic’in rekabetine toplumda yaşanan her türlü ayrımın ve beraberliğin bir arada yaşandığı bir spor olarak karşımıza çıkıyor. Çok uzağa da gitmeden Filistin meselesinde Avrupa’daki protestoların yansıdığı bir yer olarak tribünleri gördük. Real Sociedad, Celtic gibi birçok kulübün taraftarları ceza almak pahasına buradaki politik tutumlarını belli ettiler. Ülkemizde de Gezi Direnişi döneminde kulüp taraftarlarının bir araya gelerek oluşturdukları birtakım yapılar ve organize hareket etme yetenekleri dikkat çekmişti.
SPOR ÜLKEDEN AZADE DEĞİL
Ülkemizde ve dünyada sıklıkla futbolla alakalı kötü örneklerin öne çıkmasıyla futbolun iyileştirici ve bir araya gelmeyi sağlayan (belki de örgütlenme imkanları açan) yanı unutuluyor. Tabii ki taraftarların bir araya gelerek bir direnişe destek verdiği örneklerden çok bir hakeme yumruk atan başkanın coşkuyla karşılandığı veya bir Kürt kulübünün gittikleri deplasmanlarda yabancı madde yağmuruna tutulduğu örnekleri görüyoruz. Burada sporun kapitalist toplumdaki sömürüyü unutturma ve çelişkileri yanlış yerde gösterme işlevlerinin şu anki toplumda gayet işlevsel bir rol oynadığı söylenebilir. Ancak dediğimiz gibi zaten ülkemizde ırkçı, milliyetçi, muhafazakâr fikrin iktidar tarafından, ellerindeki tüm imkanlarla örgütlenmeye çalışıldığını biliyoruz. Futbol da diğer her şey gibi içinde bulunanlardan etkilenmeyen, kendi başına bir şey olmadığı için ülkedeki birçok şeyi etkilediği ve birçok şeyden etkilendiği bir spor olarak böyle yozlaşmış bir şekilde karşımıza çıkıyor.
Sıklıkla kötü örneklerle karşılaşsak da dayanışmanın, örgütlenmenin yollarını arayan bir taraftarlık kültürü oluşturmanın peşinde olmamız gerekiyor. Depremde oluşturulan koordinasyon ağlarından Gezi’ye, ABD kadın milli takımının erkek takımıyla hareket edip eşit işe eşit ücret talep etmesinden yıllardır yedikleri her türlü cezaya rağmen tribünlerindeki Filistin bayraklarını eksik etmeyen Celtic tribünlerine holigan olmayan, çevresindekine ve kendinden olmayana duyarlı bir taraftarlık mümkün. Bu kültürün dönüşümü de toplumun dönüşümüyle ortak bir kadere sahip.
KAYNAKÇA:
*Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, Karl Marx
**Anlam Ufuklarında Bir Kaynaşma: Oyun ve Spor, Toplum ve Bilim 2005, 103. Sayı, Şebnem Pala
***Hükmen Yenik!: Türkiye'de ve İngiltere'de Futbolun Sosyo-politiği, Evrensel Basım Yayın, Dağhan Irak