13 Ocak 2024 11:40

28 yıllık tersane işçisi Kemal Sunar anlatıyor: Hiç Boğaz’ı gezmedim, Adalar’a gitmedim

Kemal Sunar 28 yılını tersanelerde çalışarak geçiren bir işçi. Yaşamı ev ile tersane arasında mekik dokumakla geçmiş: “Hiç Boğaz’ı gezmedim Adalar’a gitmedim. Eve ekmek getirmek için çalışmam lazım.”

Fotoğraf Kemal Sunar'ın kişisel arşivinden alınmıştır.

Paylaş

Hazırlayan: Fatih POLAT

Kemal Sunar 1969 yılında Dersim’in Mazgirt ilçesinde, çiftçi bir ailenin çocuğu olarak doğdu. “On kardeşiz. Altı erkek, dört kız. Erkeklerden en küçüğü benim. Benden küçük bir kız kardeşim var. Alttan iki numarayım.”

İlkokul, ortaokul ve liseyi Akpazar’da okumuş. Onun için çocukluğundan beri çalışıyor demek daha doğru: “Dokuz yaşımdan beri sabahın köründe öküzleri kaldırıp otlatmaya götürürdüm. Sabah dört buçukta kalkardım. Beşe doğru hayvanları götürürdük. Yediye doğru babam gelirdi. Kahvaltıdan sonra da diğer işlere koştururduk. Bağ, bahçe, bostan…”

- Peki oyun?

- Mamle oynardık. Yuvarlak taşlarla oynanır. Çelik çomak oynardık, saklambaç oynardık. Top oynardık. Bizim tarlada saha kurdum çocukluğumda, direkler diktim. Köyler arası maçlar yapardık. Babam, tarlayı düz görünce sürmek istedi. Ben de ‘Burası saha olacak’ dedim. Sağ olsun, kırmadı.

Liseden sonra çalışmak zorunda olduğu için üniversiteye gidememiş.

- Öğrencilik yıllarında hayal ettiğin bir meslek var mıydı?

- Bu soruyu öğretmenim de sormuştu, ‘doktor’ demiştim. İçimde ukde olarak kaldı.

1991 yılında, Songül Hanım’la evlenmiş. 1992 yılında askere gitmiş. Askerliğini 15 ay havacı olarak yapmış. İki çocukları olmuş. Birinin ismi Burcu Gizem ve diğeri Nazan. Biri 27 diğeri 28 yaşında.

Döndükten kısa bir süre sonra, eşiyle birlikte baldızının düğünü için geldiği İstanbul’dan bir daha geri dönmemiş.

“1996 yılının ağustos ayında baldızımın İstanbul’da düğünü vardı. O bahaneyle geldik. Ama gidemedik. İstanbul Gazi Mahallesi’ne geldik. Bir iki ay inşaatta çalıştım. Baktım olmuyor, geri dönecektim memlekete. Burada köylülerimiz vardı, Gebze’de. Tuzla tersanelerinde çalışıyorlardı. Gel, tersanelerde çalış dediler. Geldim, tersanelerde 1996’ın kasım-aralık aylarında başladım. Bir ay sonra evi Gebze’ye getirdim. Sonra da Tuzla’ya taşındık. O gün bugündür Tuzla’dayım ve tersanelerde çalışmaya devam ediyorum.”

İlk olarak Sedef Tersanesi’nde borucu yardımcısı olarak başlamış işe. Acemiliği dört ay sürmüş. Sonrasını şöyle anlatıyor: “Sonra patrona, usta olmak istediğimi söyledim. Çünkü yardımcı parası ile ev geçindirmek zordu. Patron da dedi ki, ‘Yardımcı usta olarak devam et.’ Maaşımı da yükseltti. Ben de kabul ettim. Sonra o iş yerinden çıktık. Taşerondu. Bir sürü sıkıntılar da çektik ödemeler konusunda. 2000’lere kadar bayağı sıkıntı çektik. Taksitli maaş aldık. Ayrıldıktan sonra ustalığa başladım. Yine boru üzerine.”

ÖLEN ÖLDÜĞÜYLE KALIYOR…

İş cinayetlerinin sıkça yaşandığı ağır bir iş kolunda çalıştığı için dikkati hiç elden bırakmamış. Ancak arkadaşlarını kaybetmiş: “Gözümüzün önünde arkadaşlarımız öldü. 2005’e kadar doğru dürüst bir ekipman yoktu. Emniyet kemeri yoktu. Sadece baret vardı. Baret sadece kafayı koruyor. 2005’ten sonra iş güvenliği yasaları çıktı. Yarım yamalak bir şeyler yapıldı. Bugün o döneme göre biraz daha iyidir. Herhalde 2010 yılıydı, öğle yemeği sırasında bir patlama oldu. Ada Tersanesi’nde. Arkadaşlar oksijen takımını tankın içinde bırakmışlardı. Gaz sızıntısı oluştu. Arkadaşlar fark etmeden içeriye girdiler. Çakmağı çakarken gümledi, patlama oldu. Orada iki arkadaşımızı kaybettik. O anda ben geminin kıç tarafındaydım.”

Tersane müdürü ve güvenlik şefinin de olduğu bazı kişiler, olayla ilgili gözaltına alınmış ama sorgulandıktan kısa bir süre sonra serbest kalmışlar. “Öyle kapandı, konu” diyor; “Burada birçok iş kazası oluyor ve belirli bir süre sonra kapanıyor. Ya ödeme alıyordur ya da işin içinden çıkamayacağını anlayıp vazgeçiyordur. Bilirkişiler araya girip, dost çevre ahbap ilişkilerinden sonra her şey ‘tatlıya bağlanıyor.’ Ölen, öldüğüyle kalıyor. Acısını da ailesi çekiyor. Vazgeçen de ailesidir. Onu da söyleyeyim. Bizim de bugüne kadar başımıza ufak tefek kazalar geldi. Ağır bir sanayi. Genelde ben çok dikkat ettim. Görmeden başımı çarpmışımdır, ya da düşmüşümdür. Ama ağır bir şey yaşamadım şu ana kadar.”

İŞÇİLERİN ÇIKARDIĞI GAZETE: BARET

Kemal Sunar ile tersanelerde işçi mücadelesi üzerine de konuşuyoruz. En heyecanla anlattığı bölüm, işçi arkadaşlarıyla bir işçi gazetesi çıkarmalarına dair: “2000 öncesinde tersanelerde sigortaların ödenmemesi, maaşların bölük pörçük verilmesi gibi sorunlar yaygındı. İşçi arkadaşlarla birlikte tersanedeki koşulları dile getirmek için bir mücadelem oldu. İşçi arkadaşlarımızla Baret gazetesini çıkardık. İşçi arkadaşlarımızı o Baret gazetesi etrafında toplayıp yürüyüşler yaptık. İmzalar topladık. Tersane çevresindeki yolların yapılması, hastanenin gelmesi bu mücadele sonunda oldu. Hastaneyi sonradan özele çevirdiler.”

Kemal Sunar’ın sözünü ettiği Baret, 2004-2008 yılları arasında, Tuzla tersaneler bölgesinde, tersane işçileri tarafından hazırlanıp çıkarılan, kelimenin tam anlamıyla bir işçi gazetesiydi. 12 sayfa olarak ayda bir çıkarılan Baret, gündemlerin yoğun olduğu zamanlarda daha kısa periyotlarla da okurlarıyla buluştu. Tersane işçilerinin sorunları, talepleri ve mücadelelerine yer veren gazeteye aydınlar ve akademisyenlerden de yazılar alınıyordu.

Tuzla tersanelerinde daha önce 60 bin kadar işçinin çalıştığını belirten Kemal Sunar, “Krizden sonra 30 bin ancak vardır” diye devam ediyor. Çalıştığı tersanede ise 150-200 kadarı kadrolu, taşeronlarla birlikte yaklaşık 1000 kişi çalışıyormuş. Hem yeni gemi hem de tamir yaptıklarını anlatırken, en son 10 bin tonluk bir tanker gemisi yaptıklarını söylüyor.

Kovid salgını dönemi boyunca da çalışmışlar: “Mecbur gemi siparişlerinin yetişmesi lazım. Ekmeğimiz poşetli olarak geliyordu. Belirli bir dikkat gösteriliyordu. Salgın döneminde de sürekli çalıştık.”

Büyük bir tersanede çalışıyor ama en büyüklerden değil. Şu anda montaj işi yapıyormuş. Bazı parçalar Türkiye’de yapılsa da gemi yapımında kullanılan parçaların genellikle yurt dışından geldiğini, bu parçaların armatörün tercihine göre Almanya ya da Çin’den alındığını anlatıyor.

Geminin büyüklüğüne göre yapım süresi iki yıldan beş yıla kadar sürüyormuş: “Son dönemde askeri gemiler de yapıldı. Sismik araştırma gemisi yapıldı. Onda da çalıştık.”

Yapım işi bittikten sonra kontrol aşaması geliyor: “Yapılan kaynakların filmleri çekilir. Röntgen diyoruz. Testler yapılıyor. Sağlamlığına bakılıyor. Kaynakçıların sertifikalarına bakılıyor. Tanka yakıtı aldığın zaman sızma olmuyorsa o tankın kaynağı sağlamdır.”

Türkiye’de tersaneciliğin kalitesi konusundaki görüşü de şöyle: “Ustalık kalitesi 2010’a kadardır. Krizden sonra ustalık kalitesi düştü. İnsanlar inşaat ya da başka işlere yöneldi. İyi ustalar gelmedi, geldiği zaman da istediği parayı vermediler. İyi bir kaynakçı 30 bin lira istiyor, adam vermiyor. Bu da kaliteyi düşürüyor.”

- Büyük gemiler yapıyorsun, peki hiç uzun gemi yolculuğu yaptın mı?

- Yapmadım ama yaptığımız gemilerin test amaçlı olarak Marmara Denizi’ndeki seyrine katıldım.

Kemal Sunar, 28 yıllık deneyimli bir tersane işçisi olarak 20 bin lira aylık alıyor. “10 bin lirası kiraya gidiyor. Elektrik, su parası derken bir şey kalmıyor. Çocukların okulu bitene kadar tek başıma çalıştım. Zorluklar gördüm. İstanbul gibi bir yerde ailemi kimseye muhtaç etmeden yaşamaya çalıştım.”

Ücretler düşük olduğu için fazla mesaiye de kaldığını söylüyor. Mesaiden aylık eline geçen para da 3 bin lirayla 6-7 bin liraya kadar değişiyormuş.

"HAYATIMIZ MONOTON GEÇİYOR"

33 yıllık evli olan Kemal Sunar’ın, “Ailenizle tatile gittiniz mi hiç?​” sorusuna yanıtı da şu oluyor: “Genel olarak memlekete gittik. 2013’te bir kızım üniversiteyi kazanmıştı. Ege’ye gittik işte, Muğla’ya. O zaman onun kaydı için gittiğimde 3-4 gün tatil gibi geçti. Ağabeyim Muğla’daydı. Hem onları ziyaret hem de Muğla’da tatil yaptık. Başka da öyle bir denize gittiğimiz yok. Hele bu sene hiçbir tarafa gidemedim. Maalesef hayatımız monoton geçiyor.”

Sabah 8.00’de işbaşı yapan Kemal Sunar, 18.00’e kadar çalışıyor. Doğrudan servisle eve geldiğini anlatarak devam ediyor: “Bazen arkadaşlar çağırırsa takılıyoruz. Kahve kültürüm yok. Eşimle bazen çıkıp mahallede dolanırız. Marketlere uğrarız.”

- İstanbul’u geziyor musunuz?

- İstanbul’u tam gezemedik. Desen ki, Adalara gittin mi, hiç gitmedim. Karşıya bir, Eminönü’ne, Taksim Meydanı’na gittim. 1 Mayıs’ta gittik eşimle beraber. Genelde bu yakada yaşadık. Dost akraba ziyareti için karşı tarafa geçtik. Boğaz’ı bile turlamadık yani. Bu tekne turları var, onlarla bir tur bile yapamadık. Ama inşallah bir gün yaparız.

- Peki İstanbul’un müzelerine gittin mi?

- Gitmedim.

- Zaman olmadığı için mi, merak etmediğin için mi?

- Kültürel şeyleri benimseyen biriyim. Koşullar yüzünden. Çalışmak zorundasın. Dört kişilik bir aileyiz. Eve ekmek getirmek için çalışmam lazım. O lüksümüz yoktu.

- Peki iki evladınız da büyümüş. Hiç eşinle dışarıda birlikte vakit geçirmek için plan yaptığın oluyor mu?

- Dedik tabi ama işte olmadı. Bir şey planlıyorsun, mutlaka o planda bir aksilik çıkıyor, nedense bilemiyorum. Koşulların getirdiği zorluklar mı diyelim.

İŞE DEMİR ATMAK…

Kemal Sunar, 2019 yılından bu yana emekli. Emekli maaşı ve fazla mesailerle birlikte ayda eline 30 bin lira civarı geçtiğini söylüyor. “Emekli olduktan sonra da çalıştığım ve mesai de yaptığım halde başa baş geliyor. Çocukların düğünü de olacak.”

Bazen eş dosttan, o kadar çalıştığı halde neden bir ev sahibi olamadığını soranlar oluyormuş.

“Bir lüksümüz olmadığı halde ancak bu kadar oldu” diyor. Son dört beş yıldır emekli maaşı ve mesailerle eline geçen para sayesinde artık kredi kartı borcu kalmamasından memnun. Öncesinde kredi kartı borcunu ödemek için bankadan kredi çekmiş ve o krediyi ödemesi de yıllarını almış.

Ekmek peşinde koşmaya öylesine demir atmış ki neredeyse bütün hayatı iş olmuş. Az bir parayla gerçekleştirebileceği küçük hayallerini bile ertelemek durumunda kalmış; “Hep bir şeyler çıkıyor” diyor.

Hayatında bir değişiklik olarak, çağrıldıkları zaman düğünlere gittiklerini anlatıyor: “Eskiden tam ya da yarım altın takardık. Şimdi gram oldu. Gücü yetemeyen de para takmak zorunda kalıyor. O da insanda biraz mahcubiyet yaratıyor. 100 lira taksan olmaz, 200 lira taksan evin mutfağından keseceksin.”

Sigara kullanmıyor. İçki, arada sırada. Bazen arkadaşlarıyla dışarıda, bazen eşiyle evde.

"ASKIYA BİR HAYAT ASTIM"

Peki Kemal Sunar bunların dışında neler yapıyor?

“Arada şiir yazıyorum. Hobi olarak. Sennur Sezer de bir tersane işçisi olarak çalışmış. Öyle bir muhabbetimiz oldu. Hep bize mücadeleyi örnek gösterdi. Onun da etkisi oldu şiir yazmamda. ‘Aklınızda iki cümle oluştuğunda bile yazın bir kenarda kalsın’ demişti. Ben de öyle yaptım. Sonra onları toparlayıp şiir haline getiriyorum.”

Şiirleri de hayatından izler taşıyor. ‘Askıdaki Hayat’ başlıklı şiirinden iki dize şöyle:
“Askıya bir hayat astım, ihtiyacı olan alsın/ Öyle bir yorgunum ki bırakın orda kalsın”
Yazdığı şiirleri facebook sayfasında paylaştığını belirterek ekliyor:
“Eğer bir gün şiir kitabım çıkarsa çok mutlu olacağım.”

ÖNCEKİ HABER

Kendine cinsel saldırıda bulunan erkeği öldüren kadına ceza ve tahliye

SONRAKİ HABER

Metal işçilerinden çağrı: Müdahale etmeden ekmeğimizi büyütemeyiz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa