Gazeteci Fehim Taştekin: ABD, İsrail'i Kızıldeniz'i ateşe atma pahasına koruyacağını gösterdi
Gazeteci Fehim Taştekin, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'ın 4. tur bölge turunu, ABD ve İngiltere'nin Yemen'e hava saldırısını Evrensel'e değerlendirdi.
Fehim Taştekin | Fotoğraf: MA
Cihan ÇELİK
İstanbul
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, savaşın başladığı 7 Ekim’den sonra dördüncü kez düzenlediği Ortadoğu turunu dün bitirdi. Ziyaretler, İsrail’in saldırılarının büyüdüğü, "İran ve Hizbullah savaşa girecek mi" sorularını güçlendiren suikastler ve bombalı saldırıların gerçekleştiği bir dönemde yapıldı. Blinken'ın ziyaretinin hemen ardından ABD ve İngiltere, Yemen'e hava saldırısı düzenledi.
Blinken'ın ziyaretini ve ABD ve İngiltere'nin Yemen bombardımanını Gazeteci Fehim Taştekin değerlendirdi. Ziyaretlerin İsrail'in yarattığı hasarı sınırlamak, savaşın bölgeselleşmesini önlemek ve sarsılan ilişkileri kurtarma amacı taşıdığını belirten Taştekin, "(Blinken) Araplara diyor ki savaştan sonrasına bakalım: 'Yani Filistin devletinin kurulması taahhüdünü içeren yeni bir diyalog aşamasına geçelim ve savaştan önce başlayan normalleşme sürecine kaldığı yerden devam edelim. İsrail’e de savaşı bir yerde noktalamazsan Araplarla stratejik denge tamamen aleyhine döner, ilişkileri yeniden toparlayamayız' diyor." değerlendirmesinde bulundu.
ABD ve İngiltere'nin Yemen'deki Husi hedeflerini vurmasının İsrail'i koruma operasyonu olduğunu belirten Taştekin, "Saldırıyı denizde uluslararası seyfüsefer güvenliğini temin için meşru müdafaa operasyonu olarak sunmaları İngiliz-Amerikan ikilisinin küresel küstahlık taktiklerinin son örneğini teşkil ediyor" dedi.
"AMAÇ, HASARI KONTROL ALTINA ALMAK VE SARSILAN İLİŞKİLERİ KURTARMAK"
Blinken’in dördüncü tur bölge ziyareti, İsrail’in soykırım tablosunun büyüdüğü, "savaş bölgeselleşecek mi, İran ve Hizbullah savaşa girecek mi” sorularını güçlendiren suikastler ve bombalı saldırıların arka arkaya gerçekleştiği bir ortamda gerçekleşti. Blinken, bu ziyareti gerek İsrail’e, gerekse bölge ülkelerine ne demek, hangi mesajlar vermek üzere düzenledi?
Blinken’ın dördüncü bölge turu her şeyden önce İsrail’in Gazze’deki ‘soykırım’ savaşının yol açtığı hasarı kontrol altına alma ve sarsılan ilişkileri kurtarma amacı taşıyor. İsrail’e her türden destek ABD’nin küresel konumunu iyice aşındırdı. Savaştan hemen önce Abraham Anlaşmaları’nı Suudi Arabistan’ı da içine katarak ilerletmenin ötesinde İsrail’in Araplarla açtığı sayfalara ekonomik ve stratejik boyutlar katmayı uman ulaşım koridoru gibi iddialı planları devreye sokmuşlardı. Gazze savaşı bütün bunları belirsizliğe sürükledi. ABD’nin hasarı sınırlamak için yapmaya çalıştığı birinci şey savaşın bölgeselleşmesini önlemek. Blinken’ın temaslarını Beyaz Saray ve Dışişleri ekiplerinin Doha, Kahire, Tel Aviv ve Beyrut merkezli temaslarıyla birlikte ele almak gerekiyor. ABD’nin temel açmazı savaşın bölgeselleşmesini istemiyor ama bunu önleyecek en önemli kart ateşkes çağrısı. Bunu önleyerek kendi misyonunu anlamsızlaştırıyor. Blinken’den İsrail dışında temas ettiği kim varsa hepsi ateşkes, saldırıların durdurulması ve İsrail’in Gazze’den çekilmesini temel şart olarak öne sürdü. Blinken hem İsrail tarafında hem öteki taraflarda ‘yüz kurtaracak’ bir yaklaşım sergiliyor: Araplara diyor ki savaştan sonrasına bakalım: Yani Filistin devletinin kurulması taahhüdünü içeren yeni bir diyalog aşamasına geçelim ve savaştan önce başlayan normalleşme sürecine kaldığı yerden devam edelim. İsrail’e de savaşı bir yerde noktalamazsan Araplarla stratejik denge tamamen aleyhine döner, ilişkileri yeniden toparlayamayız.
Aslında sadece Araplar değil İsrail’in dünyanın geri kalanıyla da ilişkilerinde Gazze’deki savaş yeni bir milat olma potansiyeli taşıyor. Amerikan kamuoyu bile bütün maniplasyonlara rağmen İsrail aleyhine döndü. Blinken’ın Arapları yanında tutmak için elindeki en önemli kart Filistin devleti ama İsrail buna izin vermeyen politikasından milim şaşma niyetinde değil.
"SAVAŞIN BÖLGESELLEŞME RİSKİ ABD'Yİ GERİYOR"
Bir diğer mesele Blinken ertesi gün planı için tarafların pozisyonlarını olgunlaştırmaya çalışıyor. ABD’nin Orta Doğu’da yeni bir çıkmazdan kurtulmak ve zararı minimize edebilmek için İsrail’i Gazze’nin yarını konusunda bir şeylere ikna etmesi lazım. Biden yönetimi Netahyahu’dan beklediği ‘yarın senaryosu’ ile ilgili bir taslak plan alamıyor. İsrail’in ne savaş kabinesi ne de sivil kabinesinde bütünlük yok. Bir taraf İsrail’in hedeflerini Gazze’nin yerle bir edilmesi, Filistinlilerin sürülmesi ve Yahudi yerleşimlerinin yeniden kurulması dahil katıksız bir soykırım planına sabitlemeye çalışıyor. Bir taraf ABD’nin telkinlerine daha açık. ABD ise rehinelerin bırakılması, Hamas’ın iktidardan uzaklaşması, İsrail’in çekilmesi ve yerinden edilen Filistinlilerin geri dönmesini içeren bir hedef setini Gazze’nin yönetiminin uluslararası bir güce bırakılması üzerinde duruyor. İlk önce Abbas yönetimini Gazze’ye taşımaktan söz ettiler ama bunun gerçekçi olmadığını anlamaları uzun sürmedi. Netanyahu yönetiminin kafasında Gazze’yi Filistinlilere bırakmak gibi bir şey yok. Yerelde işbirlikçi Filistinliler bulup bunlarla sivil işleri idare etmek, güvenlikte İsrail ordusunu belirleyici kılmak gibi fikirler öne sürüyorlar. Netahyahu’nun kafasında spesifik olarak Arap aşiretleriyle işbirliğinin yollarını aramak var. Bu da gerçekçi değil. ABD’ye bu konuda bir kesin plan sunmak istemiyorlar. Fakat beri tarafta savaşın bölgeselleşme riski Amerikalıları geriyor.
Aynı zamanda Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uluslararası Adalet Divanı’ndaki (UAD) davalar ABD’nin pozisyonunu da savunulamaz hale getiriyor. Bu alandaki baskıyı azaltmak için UAD’daki davanın görülmesine az bir zaman kala savaşta üçüncü aşamaya geçme sinyali verdiler. Yani savaşı bitiriyoruz ve özel operasyonlar aşamasına geçiyoruz demek istiyorlar. Bu mantıkla savaşın durdurulmasını içeren ara kararın çıkmasına gerekçe bırakmamış olacaklar.
"SAVAŞIN BÖLGESELLEŞME RİSKİ HALA VAR"
Gazze savaşının bitmesi halinde Netanyahu'nun siyasi kariyerinin de sona ereceği, bunu önlemek için de çatışmayı genişletebileceği konuşuluyor. “ABD’ye rağmen savaşın genişlemesi” senaryolarına nasıl yaklaşıyorsunuz?
Amerikalı yetkililer, Netanyahu’nun siyasi bekası için savaşı bölgeselleştirmek isteyeceğini, bu bağlamda Lübnan cephesini açabileceğini düşünüyor. Bunu önlemek için Netanyahu’ya doğrudan mesaj verildiği aktarılıyor. Ama çabalar bununla sınırlı değil. Savaşın bölgeselleşme senaryosunda acil bakılması gereken yer Lübnan cephesi. Orada Hizbullah’a farklı kanallardan mesajlar gidiyor. Lübnan üzerinde Fransa ve ABD’nin kurduğu baskılar artıyor. AB de devrede. Lübnan hükümetinin Hizbullah üzerindeki baskısı ya da yaptırım gücü sınırlı. Ama Hizbullah da Lübnan’ı ateşe atmaması yönündeki uyarılar karşısında kılı kırk yarmak durumunda. Çok iyi kalibre edilmiş bir çatışma stratejisi gütmeleri gerekiyor. Amerikalıların yürüttüğü temaslar sırasında Hizbullah ile Mikati yönetiminin verdiği mesajlar aynı kapıya çıkıyor: ABD öncelikle İsrail’i durdurmalı, Gazze’de ateşkes sağlanmalı. Sonra bir plan konuşulacaksa müzakereler İsrail’in işgal ettiği Lübnan topraklarından çekilmeyi kabul etmesini de içermeli. Aslında Hizbullah’ın İsrail’in kuzeyinde kurduğu baskı Lübnan’a da kendi toprakları üzerindeki talebini güncelleştirme şansı verdi. Elbette tehlikeli bir hamle. ABD-Fransa ikilisinin meseleyi götürmek istediği yer şurası: Lübnan ordusu sınırlarda daha fazla konuşlansın, Hizbullah buralardan çekilsin, İsrailli nüfus kuzeyde terk ettiği kentlere geri dönebilsin. Buna yönelik olumlu bir adımın İsrail’i dizginleyeceği hesabı yapılıyor.
Fakat savaşın bölgeselleşme riski hala var, ABD’nin caydırıcı pozisyonunu ne yönde ilerleteceği, gidişatı tayin edecektir. Halihazırda İran’ın vekil güçlerle sergilediği dayanışma saldırıları çatışmada düşük ölçekli bir bölgeselleşme anlamına geliyor. Esasen İran da Amerikalılar gibi bölgesel savaş istemiyor, muhtemelen İsrail ve ABD üzerindeki baskı kurmaya yönelik gerilimin kontrolden çıkmasını istemiyor. Amerikalılar da İran’ın bu tercihine güvenmek istiyor. ABD’nin emin olamadığı taraf İsrail. Hizbullah’ın neyi nereye kadar tırmandıracağı aşağı yukarı belli; tabir uygunsa kitabına göre hareket ediyor. Hizbullah bugüne kadar belirlediği angajman kurallarına göre hareket etti. Askeri hedefler dışında bir yerleri vurmadı. Sanırım bu da Amerikalılar açısından gerilim stratejisinde ‘tolare edilebilir’ bir seviye.
"YEMEN SALDIRISI KÜRESEL KÜSTAHLIK TAKTİKLERİNİN SON ÖRNEĞİ"
ABD ve İngiltere kuvvetleri, Gazze’deki katliamları nedeniyle Kızıldeniz’de İsrail bağlantılı gemilere saldırması gerekçesiyle Yemen’deki Husi hedeflerini vurdu. Saldırı dengeleri değiştirecek bir müdahale mi?
ABD yönetimi "savaşın bölgeselleşmesini önlemeye çalışıyoruz" derken İsrail'i savunma taahhüdünü Kızıldeniz'i ateşe verme pahasına koruyacağını gösterdi. Saldırıyı denizde uluslararası seyfüsefer güvenliğini temin için meşru müdafaa operasyonu olarak sunmaları İngiliz-Amerikan ikilisinin küresel küstahlık taktiklerinin son örneğini teşkil ediyor. Özünde bu İsrail'i koruma operasyonudur. Yemen'in başkenti Sanaa dahil birçok kenti kontrol eden Husiler sadece İsrail'le bağlantılı gemileri hedef aldıklarını söylüyor. İngiliz ve Amerikan gemileri hedef olsaydı meşru müdafaa iddiası tartışmaya açılabilirdi. Kuşkusuz Bab el Mendeb geçişli gemi trafiğini etkileyen bir durum var ama İsrail dışında başka ülkelerle bağlantılı gemilerin hedef olduğu söylenemez. BM Güvenlik Konseyi'nden çıkarılan kararı Libya operasyonunda olduğu gibi istismar eden ve uluslararası hukuku dilediği gibi sağa sola çeken güç gösterisi kendini tekrarlıyor.
Husilerin tutumu Gazze'deki savaşın sona ermesine yönelik. Kızıldeniz'deki tırmanışın nereye varacağını bilmek zor. Bu biraz da Husilerin açıklamalarında belirttikleri ölçüde Amerikan ve İngiliz çıkarlarına yönelik misilleme yapıp yapmayacaklarına bağlı. ABD bu operasyonu Refah Muhafızı adını verdiği uluslararası koalisyon çerçevesinde yaptığını söylüyor. Bu koalisyonda ilan edilen Fransa, İtalya ve İspanya gibi ülkelerin çekildiğini, Amerikan-İngiliz saldırganlığının klasik ortaklar arasında da tam karşılık bulamadığını hatırlatmakta fayda var.
"NETANYAHU, ABD'DEN HER İSTEDİĞİNİ ALABİLMENİN TADINI ÇIKARTIYOR"
İsrail'e geri dönersek, Netanyahu yönetiminin kimi özerk davranma hallerinin ABD yönetiminde rahatsızlık yarattığı, burada çatlak oluştuğu belirtiliyor. Buna dair sizin değerlendirmeniz ne olur?
İsrail’in askeri operasyonun kapsam ve yöntemleriyle ilgili kendini sınırlaması, sivil kayıplara dikkat etmesi, insani yardıma izin vermesi ve soykırım niyetini açığa vuran yetkililerin ağzını büzmesi yönündeki taleplere Netanyahu’nun yanıt vermemesiyle başlayan bir çatlak var. Savaştan önce de Netanyahu ile Biden’ın arası iyi değildi. Netanyahu, ABD’den her istediğini alabilmenin verdiği rahatlığın tadını çıkartıyor. Biden, Amerikan lobisinin seçimdeki katkılarına bel bağlarken, geçmiş Amerikan yönetimlerinin İsrail’e destekte devreye girebilen bazı fren mekanizmalarını da dağıttı. Şimdi toparlamakta zorlanıyorlar.
Amerikan yönetimi içinde mevcut politikayı protesto edenlerin istifa haberleri gelmeye başladı. İsrail’in güvenliğine bağlılığın gereği olarak soykırımın en büyük destekçisi konumuna düştüler. Bunun ABD’nin küresel konumuna zarar verdiğini düşünenler bir yerden sonra İsrail’e müdahale edilmesi gerektiğini savunuyor. Bunu açıkça yapamıyorlar, bunun yerine perde arkasında İsrail’e telkinlerle bulunuyorlar.
ERDOĞAN, "SAVAŞ SONRASI GAZZE PLANLARINA" OLUMLU
Bu bağlamda Blinken Türkiye'den ne talep etti?
Blinken’ın temaslarına bakıldığında şu çıkıyor: Türkiye dahil bölge ülkelerinden Gazze’nin yarınında yer alacak bir oluşum için ortaklık isteniyor. Bunun içeriği açıklanmadı. Uluslararası güç neyi temin edecek? Blinken, İstanbul’daki görüşmelerden Erdoğan’ın savaş sonrası Gazze planlarına olumlu baktığı izlenimiyle ayrıldı. Erdoğan, Filistin devletinin kurulması ve İsrail’in saldırganlığının önlenmesini temin etmesi gerektiğini söylüyordu. ABD’nin gerçek derdi bu değil; direniş güçlerini baskılayacak, İsrail’i tanıyan El Fetih çizgisini güçlendirecek, İsrail’e saldırıları önleyecek bir güç arayışı var. Şimdi Ankara neyin taahhüdünü verdi, bunu bilmiyoruz.