14 Ocak 2024 05:02

EMEP Genel Başkanı Seyit Aslan: İşçiler birlikte hareket edince gücünü görür

EMEP Genel Başkanı Seyit Aslan, sendikal bürokrasinin mücadeleyi engelleme girişimlerine karşı işçilere uyanık olma çağrısı yaparak, “İşçiler birlikte hareket edince güçlerini görüyor" dedi.

Fotoğraf: Yusuf Aslan

Paylaş

Birkan BULUT
Ankara

Emek Partisinin (EMEP) Yeni Genel Başkanı Seyit Aslan, metal işçilerinin grev sürecinden, yerel seçimlere ve iktidarın gerici politikalarıyla mücadeleye kadar gündeme ilişkin sorularımızı yanıtladı. Başta metal toplu sözleşmesi olmak üzere sendikal bürokrasinin mücadeleyi engelleme girişimlerine karşı işçilere uyanık olma çağrısı yapan Aslan, “İşçiler birlikte hareket edince güçlerini görüyor ve güvensizlik de ortadan kalkıyor. Yasal engelleri bahane ederek mücadeleden kaçarsak, daha antidemokratik yasalarla yönetileceğimizi bilmemiz gerekiyor” dedi.

Gıda-İş genel başkanlığı başta olmak üzere sendikal harekette aldığınız görevler nedeniyle tanınıyorsunuz. Ancak çok erken yaşlarda başladığınız işçilik hayatından, sosyalizm mücadelesiyle tanışmanıza... Seyit Aslan kimdir?

Babam, köyde toprakların kardeşler arasında bölünmesiyle birlikte geçim zorlaşınca, işçilik için İstanbul’da belediyede işçiliğe başlıyor.  Sonrasında ’70’li yıllarda Sivas Zara’dan İstanbul’a göçen bir aileyiz. Önce Okmeydanı’da oturduk, ardından Gazi’de yaptığımız gecekonduya taşındık. Orta 2’nin yarısından sonra Rizeli Mustafa Erdoğan isimli TÖB-DER’li öğretmenimizin bize verdiği hikaye kitaplarında, zenginler ile yoksulların kavgasını okuyarak sınıf mücadelesiyle tanıştım. Ardından sosyalist yayınlar geldi. Ortaokul bittiğinde 12 Eylül faşist darbesi gerçekleşmişti.

“Kolunda altın bilezik olsun” dediler, liseye tam başlayamadan bir kablo fabrikasına girdim. Orada sömürü ilişkileriyle ilk kez karşılaştım. Birçok haksızlığın olduğunu yakından yaşadım. DİSK o dönem kapalıydı. Ancak sendikalarda mücadele ederek haklarımızı kazanabileceğimizi öğrendik hep birlikte. Bizden büyükleri ikna etmek zordu ama ısrar ve sabırla o fabrikayı örgütledik.

Askerden gelince cam iş kolunda sendikal mücadeleye girdim, oradan atılınca maden iş kolunda, oradan atılınca tekstil iş kolunda... 8-9 yıl çalıştığım tekstil fabrikası kapanınca da gıda sektöründe yer aldım. Gıda-İş şube başkanlığı, genel sekreterliği ve genel başkanlığı, sonra da DİSK Yönetimi Kurulu... Son kongrede genel başkan seçildiğim partimin 1995’de kurucular kurulundaydım. Öncesinde de siyasal mücadeleye hep işçi mücadeleleri içinden katıldım.

Fakat ilginç denebilecek farklı mücadele alanlarında da yer aldım. Gençliğimde Gazi Mahallesi’nde Birlik Spor’da oyunculuk ve kulüp başkanlığı yaptım. Kıraç’tayken belediye meclis üyeliği görevinde bulundum, Kıraç Kent Konseyi kuruculuğunda yer aldım. Belediye meclis üyeliği yaparken ise uzak doğu sporları alanındaki Hayat Spor Kulübü başkanlığını da yürüttüm.

Emekçiler son yıllarda ciddi bir yoksullukla boğuşuyor. Ancak artan enflasyon ve asgari ücreti yaygınlaştırma politikasına karşı işçilerin ek zam mücadeleleri de son yıllarda yaygınlaştı. İşçilerin daha iyi bir yaşam mücadelesindeki deneyimlerine dair ne dersiniz?

Asgari ücret bugün Türkiye’de temel ücret haline gelmiş durumda. Çalışan işçilerin yüzde 60, 70’i asgari ücret düzeyinde yaşıyor. Geri kalanı da asgari ücretin biraz üzerinde bir ücrete çalışıyor. Türkiye’deki temel gıda ürünleri, asgari ücret artışı karşısında birkaç kat arttı. Bugün markette aldığınız peyniri birkaç gün sonra aynı fiyatla alamayabilirsiniz. Ulaşım, sağlık ve eğitim masrafları artıyor. Kiralar artıyor. Fakat bütün bunlar karşısında sermayenin kârları astronomik ölçüde artıyor. Yüzde 500, bazı sektörlerde 1500 düzeyinde. Bankaların, metal ve gıda tekellerinin kârları çok yüksek.

İşçiler ürettiklerinden daha fazla pay alamamaya, sendikal hareketin zayıflığının da etkisiyle TİS yapan işçiler açısından bile şartlar geçinilmez hale geldi. Bu nedenle ek zam eylemleri 2 yıldır daha görünür durumda. Antep ve Urfa’da tekstil, İstanbul’da kargo işçilerinin kitlesel eylemleri oldu. Bugün kamuda Harb-İş ve Demiryol İş üyelerinden hizmet sektörüne kadar -görece daha iyi alıyorlardı- geçim derdinin ciddi bir sorun haline geldiğini görüyoruz. Ancak bunun karşısında sendikalara baskı yapan, eylem ve direnişlerle hakkını almaya çalışan bir işçi kuşağı da var.

SENDİKAL BÜROKRASİYE RAĞMEN MÜCADELE

Öte yandan işçiler arasında birbirine güven sorunu ve her yerde düşük ücret olduğu için hemen işten ayrılma gibi eğilimler de söz konusu... Bunlar nasıl aşılabilir?

Türkiye’de henüz örgütlülük düzeyi çok zayıf. Yüzde 14 sendikalı var ama TİS yapabilenler onun da yarısı. Son yıllarda grev ve direnişlere katılanlara baktığımızda ise daha çok sendikasız işyerleri olduğunu görüyoruz. Bu mücadelelerde sendika olmadığı için işçiler de sendikal bürokrasi engeline takılmıyor.

Sendikalı işyerlerinde ise sendikal bürokrasinin baskısı önemli ölçüde hakim, yandaş sendikalar, iktidarın arka bahçesi haline gelenler var, tabandan baskı olduğunda bunlar da hareket etmek zorunda kalıyor. Kamu işçilerinin yürüyüş ve eylemlerinin, sendikal bürokrasiye rağmen sürdürüldüğünü söyleyebiliriz. Burada emek örgütlerinin yapması gereken konfederasyon ve sendika ayrımı yapmadan ücretlerin artması, çalışma koşullarının düzelmesi için birliği sağlamaktır. Bu olmuyorsa ve en önemlisi de işçilerin kendi göbek bağlarını kendileri kesmesi gerekiyor. Önce kendi iş yerimizdeki arkadaşlarla örgütlenmek, ardından yaşadığımız şehirde veya sanayi havzasındaki diğer birlik olan işçilerle, sendikalarla yerel platformlar kurmalıyız. Gebze, Kocaeli, Bursa, İzmir vb. tüm yerlerde iş yeri temsilcileri düzeyinde, sendika iş kolu ayrımı yapmadan bir araya gelmenin olanaklarını tartışmalıyız.

İşçilerin şunu görmesi lazım; sistemin işçileri etnik, dini ve yöresel farklılıklar üzerinden bölme girişimleri karşısında işçilerin kendi kimlikleri var. Bu da aynı sınıftan olmalarıdır. İşçi sınıfı güvensizliği ancak birlikte mücadeleyle, birlikte hareket ederek aşabilir. Güven kendiliğinden oluşmaz. Zonguldak maden işçilerinin o tarihi yürüyüşü başladıktan sonra esas birlik sağlandı ve güven ortaya çıktı. Son yıllardaki grev ve direnişlerde bize hep şunu söylüyor arkadaşlar: “Ben hiç böyle olacağını tahmin etmemiştim.” İşçiler birlikte hareket edince güçlerini görüyor ve güvensizlik de ortadan kalkıyor. İşçilere şunu diyorum: Hem kendine, hem tezgahtaki arkadaşına güveneceksin. Çünkü birlik olmaktan başka hiçbir çaremiz yok.

En son Özak işçilerinin direnişiyle birlikte, son yıllarda Kürt illerindeki çalışma koşulları ‘Bangladeş modeli’ olarak ifade ediliyor. Özellikle de tekstil iş kolundaki işçilerin çalışma koşulları çok ağır. Kürtlere yönelik politik baskılarla birlikte düşündüğümüzde, Bangladeş modelinde işçiler ne ile mücadele ediyor?

Partimiz 10-15 yıl önce bölgede yaptığı konferanslarda buna dikkat çekmişti. Özellikle tekstil iş kolunda bunun altyapısının oluşturulduğunu tespit etmiştik ve gecikmeden ortaya çıktı. Çünkü batıda, tekstil iş kolunda uluslararası sermaye rekabeti açsından en ucuz iş gücüne dayanan üretimi istiyorlar. Buna önce Çin, şimdi de Bangladeş modeli dediler. Van, Batman, Adıyaman Siirt’e kadar birçok işyerinde on binlerce tekstil işçisinin çalıştırıldığı OSB’ler kuruldu. Devlet her türlü teşvik, arsa, sigorta primi desteği, enerji indirimleri. makineler için krediler verdi. Neredeyse sadece kumaş ve boya maliyetiyle üretim yapıyorlar. İşçiler ise günde 12-16 saat çalışmak zorunda kalıyorlar. Çocuk işçiler yoğun bir emek sömürüsünün çarkları arasında eziliyor. Kalitesiz yemekler, ödenmeyen mesailer de cabası.

Başta Antep, Urfa ve geçmişte Diyarbakır’da işçi sınıfının da bu sürece itirazı oldu. Kürt işçi sınıfı hem ulusal sorun hem emek-sermaye çelişkisiyle mücadele ediyor. Bölge, emekçilerinin ana dilini konuşmasının yasaklandığı, seçtiği yöneticilerin yerine kayyum atandığı, askeri-polisiye baskılarla yönetiliyor. Kürt işçi sınıfı bu yoksulluktan da daha fazla etkilendiği bu süreçte tabii ki itiraz edecek. Burada Kürt ve Türk işçilerin birlikte mücadele edeceği bir ortaklığın oluşması, hem işçi sınıfının sorunları hem de Kürt sorununun çözümü, demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması için hayati öneme sahip.

"GREV SENDİKACILARIN İNSAFINA BIRAKILMAMALI"

Metal işçilerinin toplu sözleşmesinde grev kararına gelinen aşamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Metal, işçi hareketinin lokomotif sektörlerinden birisi. Otomotiv, beyaz eşya, demir çelikte çok ciddi kârlar var. Ancak bunun karşısında Birleşik Metal-İş Sendikası Araştırma Merkezinin (BİSAM) yaptığı araştırmanın da çok çarpıcı bir şekilde ortaya koyduğu gibi kârlar artıkça işçiler yoksullaşıyor. İşçinin maliyeti işveren açısından yüzde 4-5’e kadar indi. Sendikalı metal işçileri açısından da hemen hemen asgari ücret düzeyinde çalıştıklarını söylemek mümkün. Bu nedenle grev kararının sendika bürokrasisinin insafına bırakılmadan, işçilerin komiteleriyle doğrudan yönettiği bir süreç olarak örgütlenmesi mücadelenin garantisidir. Ve aynı zamanda işçiler sendika içi demokrasinin güvencesi, uygulayıcısı olmak durumundadır. Sözleşmeler işçilerin onayına sunulmadan imzalanmamalıdır.

"YASALAR KİTLESEL VE  KARARLI MÜCADELELERİ ENGELLEYEMEZ"

Başta grev olmak üzere çoğu eylem konusunda sendika yöneticilerinden “Yasalar bize engel oluyor” şikayetlerini duyuyoruz. Ancak işçiler yasal haklarını da kullanamıyor. Yaklaşan metal grevini ve önceki grev yasaklarını da düşündüğümüzde, bu tutum nasıl aşılabilir?

Türkiye’de yasalar sendikal bürokrasinin sığınacağı limanlar oluyor. Grev yasakları, işten atma tehditleri, “Biz yasanın dışına çıkamayız” bahaneleri işçilerin mücadelesini engelleme çabalarıdır. Bunun hiçbir gerçekliği yok. Mücadelenin kendisi meşru ve kitlesel bir harekete dönüşünce -ki metaldeki sözleşme onlarca fabrika, 150 bin işçiyi kapsıyor- yasalar engel olamaz. 2015’teki Metal Fırtına’yı, Birleşik Metal-İş üyesi işçilerin grev yasaklarına rağmen mücadeleye devam etmesini hatırlayalım. Yeter ki işçiler, sendikalar mücadeleyi ilerletmede kararlı olsun.

Ayrıca bu yasalar zaten sermayenin çıkarları doğrultusunda hazırlanıyor. Fakat bugüne kadar yaşanan mücadeleler de emek düşmanı yasaların demokratikleşmesini, birçok hak ve özgürlüğün kazanılmasını sağlamıştır. Yasal engelleri bahane ederek mücadeleden kaçarsak, daha antidemokratik yasalarla yönetileceğimizi bilmemiz gerekiyor.

"KÜRT SORUNUN ÇÖZÜMÜ BARIŞ VE ANTİEMPERYALİST POLİTİKADIR"

Sınır ötesi operasyon yine can kayıplarına neden oldu. İktidarın ‘güvenlikçi’ politikasına karşı, sizin çözümünüz nedir?

Sınır ötesinden gelen acı haber bir kez daha göstermiştir ki hükümetin bu ‘ulusal güvenlik’ ve ‘terörle mücadele’ anlayışı çözüm değil ölüm getiriyor. Kürt sorununun çözümünde ve bölgede tek çıkış yolu; barışçı, antiemperyalist, demokratik bir politikadır!

Yerli-yabancı savaş ve silah tekellerinin işine yarayan mevcut anlayış sömürücülerin ve onların iktidarlarının ekmeğine yağ sürüyor. Üstelik sınırların ötesine askeri güç yığmak güvenlik getirmiyor, eğer bu coğrafyada Türkiye’nin bir ulusal güvenliği olacaksa bunun için antiemperyalist, demokratik, barıştan ve kardeşlikten yana bir çizgiye ihtiyacımız var.

Partimiz antiemperyalist barış yanlısı ve gerçekten halkların eşitlik anlayışıyla bir arada yaşayacağı milli savunma politikasında ısrar edecek.

"DEMOKRATİK HALKÇI BELEDİYECİLİK ANLAYIŞINI SAVUNUYORUZ"

Partiler yerel seçimlerde adaylarını açıklamaya başladı. Emek Partisi yerel seçimlere nasıl hazırlanıyor?

Türkiye son bir yılda ikinci seçimi yaşıyor. Genel seçimde Cumhur, Millet ile Emek ve Özgürlük İttifakı vardı. Bugün açısından Emek ve Özgürlük İttifakının sürdüğünü söylemek mümkün değil. Kürt Ulusal Hareketi, sosyalist partiler, emek ve demokrasi güçleriyle tek adam yönetimine karşı halkın ortak talepleriyle çıkmak için epey çaba sarf ettik. Bundan sonra da çabalarımız devam edecek. Umarız ki süreç bizim ifade ettiğimiz gibi ortak mücadeleye dönüşür. Nereye gitsek neden birleşmiyorsunuz sorularıyla karşılaşıyoruz.

Bunun yanı sıra partimizin logosuyla, ismiyle yaygın bir şekilde seçimlere girmesi için hazırlıklarımız var. Kimi yerde belediye başkanlığı, meclis üyeliği kimi yerlerde ortak adaylarla girmeyi hedefliyoruz. İstanbul ve Ankara’da seçimlere nasıl katılacağımızı yerel örgütlerimizle birlikte ele alacağız. Örneğin “İstanbul İttifakı” konusunda İmamoğlu’nun tarif ettiği noktada değiliz. Çünkü sadece belediye yönetimine oy vermekten ibaret bir siyaseti değil, emekçilerin birliğine dayanan, halk meclisleri vb. mekanizmalarla yönetime doğrudan katılımı talep eden demokratik, halkçı bir belediyecilik anlayışını savunuyoruz.

Partiniz Anayasa Mahkemesinin Atalay kararının uygulanmaması sürecinde yaşananları, tek adam yönetiminin daha faşist bir rejim inşasına hizmet edeceği yönünde değerlendirmişti. EMEP bu sürece ilişkin nasıl bir mücadeleyi öneriyor?

Öncelikle Can Atalay’ın bir an önce serbest bırakılması ve Mecliste görevine başlaması konusu tartışmaya kapalı. Erdoğan yönetimi için adım adım siyasallaşan bir yargı var. Aslında AYM’ye de baktığımızda 15 üyenin 7’si Erdoğan tarafından, 3’ü AKP oylarıyla Meclisten seçilmiş. Yine AYM’nin son 3-4 yılda işçi ve emekçiler aleyhine birçok karar aldığını biliyoruz.

Bu süreç iktidarın kendi burjuva hukukunu bile tanımadığının bir göstergesi. Erdoğan’ın parlamentoda anayasayı değiştirecek bir gücü yok ama bu süreci kullanmak istiyor. O güce erişecek bir takım hamleler de yapıyor. İyi Partinn muhalefetten daha da uzaklaştığı bu süreçte, dağılan Millet İttifakındaki bazı partilerin ne yapacağını kestirmek güç. Tek adam rejiminin anayasal dayanakları oluşturulmak isteniyor. Örneğin 3. kez cumhurbaşkanlığı engelini takmadı. Muhalefet de mağduriyet olarak kullanılmasın diye gündem etmedi. Erdoğan AYM’yi terbiye etme, tüm yargı kurumlarının Erdoğan vesayetinde olduğu bir süreç işletmek istiyor.

Ancak şunu vurgulamak isterim ki; biz parti olarak AYM’ye sahip çıkmak için değil ama mücadelenin, kitlesel gösterilerin yaygınlaşması, demokratik bir anayasanın tüm emekçilerin katılımıyla hazırlanmasını sağlayacak demokratik bir ülke mücadelemize devam edeceğiz. Partiler, sendikalar, partiler, meslek odaları, barolar her alanda gerici faşist bir rejimi inşa etmek isteyen iktidara karşı ortak, kesintisiz, kitlesel mücadeleye ihtiyaç var.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Türkiye’de birçok parti var. Ancak işçi sınıfının sömürü ve baskı düzenini ortadan kaldırmak, iktidara gelmek için mücadele aracı Emek Partisidir. İnsanca çalışma ve yaşam koşullarının sağlanması, bunu garanti altına alacak hak ve özgürlüklerin kazanılması, sömürüyü nihai olarak ortadan kaldırmak için işçilerin iktidar mücadelesinde birlik olacağı yegane örgüt Emek Partisidir. İşçilerin nihai kurtuluş için sınıf olarak örgütlenmesi gerektiğini vurguluyorum ve tüm işçi ve emekçi kardeşlerimizi partimize katılarak kendi geleceklerini kendi ellerine almaya davet ediyorum.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Mersin’de bir esnafın borçları yüzünden intihar ettiği iddia edildi

SONRAKİ HABER

Pek çok ülkede Filistin'e destek gösterileri düzenlendi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa