SPOT'un çağrısıyla Londra'da konferans: Uluslararası dayanışmayı büyütebilmek için örgütlenme şart
Türkiye’nin sorunları Londra’da konuşuldu. SPOT'un çağrısıyla bir araya gelen Türkiyeli ve İngiltereli siyasetçiler ve sendikacılar sorunları konuştu, çözüm yollarını tartıştı.
Fotoğraf: Orhan Dil/Evrensel
Orhan DİL
Londra
Londra merkezli Türkiye Halkları ile Dayanışma Kampanyası Solidarity with People of Turkey (SPOT), yıllık konferansında Türkiye ve İngiltere’den politikacıları ve sendikacıları buluşturdu.
“ERDOĞAN’IN TEK ADAM YÖNETİMİ TÜRKİYE’DE DEMOKRASİNİN SONU MU?”
Konferans, Gazze’ye saldıran İsrail devletinin, Gazze’nin işgaline son vermesi ve süresiz ateşkes ilan etmesi talebiyle 13 Ocak’ta düzenlenen Filistin ile Uluslararası Dayanışma Gününe denk gelmesi nedeniyle tek oturumla sınırlandırıldı. Ulusal Öğretmenler Sendikası NEU’nun ev sahipliğinde “Erdoğan’ın tek adam yönetimi Türkiye’de demokrasinin sonu mu?” adıyla düzenlenen konferansa Türkiye’den CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Emek Partisi (EMEP) Milletvekili İskender Bayhan ve Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı Gökhan Durmuş, İngiltere’den Barones Christine Blower, İşçi Partisi eski lideri ve Barış ve Adalet Projesi kurucusu Jeremy Corbyn, UCU Sendikası Başkanı Justine Mercer, Unison Sendikasının Uluslararası Komite Başkanı Liz Wheatley, Unite Sendikası Örgütlenme Uzmanı Onay Kasap ve akademisyen Özlem Taştan Tuncel katıldı. Konferansa ayrıca Urfa’dan direnişçi Özak İşçileri ve İngiltere Savaş Karşıtı Koalisyonundan Lindsey German da mesajlarını yolladı.
SPOT Yönetim Kurulu Üyesi ve NEU Merkez Yürütme Kurulu Üyesi olan Louise Regan’ın moderatörlüğünü yaptığı konferansın ilk konuşmacısı olan Barones Christine Blower, kendisini ‘barışı sağlayan, barış insanı’ olarak tanıtan Erdoğan’ın aslında Kürtlere karşı korkunç bir saldırganlık politikası yürüttüğünü dile getirdi. Blower, Rishi Sunak’ın liderliğindeki İngiltere’nin muhafazkar hükümetinin dünyanın herhangi bir yerinde olan krizleri kendi ajandasını uygulamanın fırsatı olarak kullandığına dikkat çekti.
“AKP’NİN MEDYAYI KONTROL ALTINA ALMA ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR”
Blower’ın ardından söz alan Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı Gökhan Durmuş, demokrasi ile basın ve haber alma özgürlüğü arasındaki ilişkiyi AKP’nin iktidara geldiği ilk yıllardan itibaren basına yönelik yaptığı operasyonları kronolojik olarak sıraladı. Siyasi operasyonların yanı sıra eş zamanlı olarak vergi cezaları üzerinden başvurulan susturma girişimleri de Durmuş tarafından ifade edildi. Durmuş, 17 yıl boyunca yürüttüğü operasyonlarla medyanın yüzde 95’nin kontrolünü eline alan AKP’nin seçimler öncesinde çıkarttığı sansür ve dezenformasyon yasası ile sosyal medyayı kontrol etmeyi hedeflediğine dikkat çekti. Basın özgürlüğü tesis edilmeden demokrasinin tesis edilemeyeceğine vurgu yapan Durmuş, toplumsal mücadelenin basın üzerindeki değiştirme gücüne Gezi döneminde “penguen medyası”na karşı verilen tepkileri ve yapılan eylemleri örnek olarak verdi. Her yıl ortalama 250 gazeteciye dava açıldığına vurgu yapan Durmuş, gazetecilerin tek başına direnmesinin basın özgürlüğünü getiremeyeceğini de dile getirdi. Durmuş son olarak, “Eğer halk haber alma hakkına sahip çıkmaz ve iktidarın verdiği ile yetinirse yolsuzluklar devam edecektir” dedi.
BAYHAN: ERDOĞAN’IN İÇ POLİTİKASININ ESASINI EMEK SÖMÜRÜSÜ OLUŞTURUYOR
EMEP Milletvekili İskender Bayhan, konferansın konusuna dair görüşlerini üç başlık altında paylaştı. Bayhan bu başlıkları 20 yıllık Erdoğan hükümetlerinin dönemeçleri, Erdoğan’ın büyük sermaye ile ilişkisi ve bu ilişkinin demokrasi ile bağları ve bugünkü mevcut durumun belli başlı temel noktaları olarak tanımladı.
Bayhan, Erdoğan’ın ise 20 yıllık iktidarını tanımlamak için ‘çıraklık, kalfalık, ustalık ve büyük ustalık’ başlıklarını kullandığına dikkat çekti. Erdoğan’ın demokrasiyi bir araç olarak ve 15 Temmuz darbe girişimini Allah’ın lütfu olarak tanımladığını hatırlatan Bayhan bu süreçten sonra “Tek adam rejimi ile Türkiye’deki işçilerin, emekçilerin, ezilen sömürülen halk kesimlerinin Kürt emekçilerinin Kürt halkının bütün ekonomik, demokratik ve politik haklarına yönelik ciddi bir saldırı politikası başlatmıştır” dedi. Bayhan, büyük sermayenin temsilcisi olduktan sonra tekeller içinde yerini sağlamlaştıran Erdoğan’ın daha saldırganlaşmaya başladığını da dile getirdi. En küçük hak alma mücadelesini, terör, ulusal güvenlik, yerlilik ve millilik diyerek ortadan kaldıran Erdoğan’ın İngiliz sermayesi ile beş milyar avro değerinde bir anlaşma imzaladığına dikkat çekti. İngiliz hükümetinin Türkiye ile 162 yıl sonra yapılan en büyük anlaşma olarak tanımladığı anlaşmanın, Türkiye’ye yerlilik ve millik açısından yeni büyük yatırımlar olarak pazarlandığını ifade etti. Aynı anlayışın bölge politikalarında da egemen olduğunu ifade eden Bayhan, “Siyonist İsrail ile 10 milyar dolar hacminde ticaret yaparken Gazze için sahte gözyaşı dökmektedir” dedi. “Önümüzdeki dönemde de bölgedeki her türlü gerici ittifak ve emperyalist pazarlıkla iç içe olacak Erdoğan’ın iç politikasının esasını emek sömürüsü oluşturacak” diyen Bayhan, 200 bin metal işçisinin toplu sözleşme sürecine girdiğini, 800 bin kamu emekçisinin insanca yaşama mücadelesi verdiğini hatırlatarak, demokratik haklar ve özgürlükler mücadelesini demokrasi güçleri ile birlikte vermeye devam edeceklerini ifade etti.
İşçi Partisi eski lideri Jeremy Corbyn ise yaptığı konuşmada dayanışma ve mücadelenin önemine vurgu yaptı. Özak işçilerinin üretim yaptığı markalardan alışveriş yapanların Özak işçilerine ve dünyanın başka yerlerinde üretim yapan tekstil işçilerine karşı sorumlu olduklarını ifade eden Corbyn, Türkiye’de sendikal haklara yönelik saldırıların yeni olmadığını da ifade etti. 1980’li yıllardan beri insan hakları ihlallerini bizzat Türkiye’de mahkemelere katılarak takip ettiğini dile getiren Corbyn, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi üyesi olarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne en çok başvurunun ve davanın Türkiye’den geldiğine dikkat çekti. Türkiye’deki politik baskının çok ciddi boyuta ulaştığını ve dayanışmanın her zamankinden daha fazla önem kazandığını belirtti. Corbyn, Türkiye’de artan yoksulluğa ve ekonomik zorluklara da dikkat çekti. İngiltere’de son yıllarda yapılan grev ve eylemlerden örnekler veren Corbyn, Türkiye’de dahil her yerde barış ve emek güçlerinin daha iyi yaşam koşulları için mücadele ettiklerini ve dayanışma içinde olduklarını ifade etti.
“BASIN VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ ÜZERİNDEKİ BASKILAR 12 EYLÜL FAŞİST DARBESİNİN BİLE ÖTESİNDE”
Türkiye’de gündemin çok hızlı değiştiğini vurgulayarak konuşmasına başlayan CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, bir gece öncesinde Pençe-Kilit operasyonu bölgesinde hayatını kaybeden askerlerin yoksulluğuna ve 40 yıldır devam eden döngüye dikkat çekti. İfade özgürlüğü üzerindeki baskıların 12 Eylül faşist darbesi sonrasının bile çok ötesinde olduğunu ifade eden Tanrıkulu; insan haklarının temel kriterleri arasında olan yargı, medya, sivil toplum, parlamento, akademi ve uluslararası kurumlar ve dayanışmanın tek adam rejiminin ve otokrasinin inşa edilmesi için adım adım zayıflatıldığını ve yok edilmeye çalışıldığına vurgu yaptı. Tüm yaşanan sorunlara rağmen umutsuz olmadığını ve çıkışın mümkün olduğunu ifade eden Tanrıkulu, bu rejimden bıkmış ve bu rejimden kurtulmak isteyen herkesin örgütlenmesi, dayanışma içinde olması ve mücadeleden geri atmaması gerektiğini söyledi.
“ULUSLARARASI DAYANIŞMA İÇİN ÖRGÜTLENME ŞART”
Konferansa UCU, Unison ve Unite adına katılan konuşmacılar, uluslararası dayanışmayı büyütebilmek için örgütlenmenin önemine vurgu yaptılar. Türkiye’de özellikle eğitim sendikaları ile iletişim halinde olduklarını ve gelişmeleri yakından takip ettiklerini dile getiren sendikalar, dayanışma mesajlarının yanı sıra İngiltere hükümeti üzerinde de baskı kurmaya çalıştıklarını ifade ettiler.