Tiyatro hayatın aynası ise şiir de ışığıdır
Sanatın en önemli işlevi gerçeğe olan saygısıdır. Yılmaz Güney, Nâzım Hikmet, Ahmet Kaya, Ahmed Arif gibi sanatçılar sadece üretkenlikleriyle değil, cesur da olduklarından bugün hâlâ hayattaymış gibi.
Taner Cindoruk (Fotoğraf: Kişisel arşiv)
Taner CİNDORUK
Nâzım’ı seyirciyle buluşturmak gerçekten cesaret isteyen bir iştir. Onun sözlerindeki canlılık, derinlik ve hemen her tını yaşama bağlılığın birer göstergesi. Hakikat, onun dizelerinde Shakespeare’de olduğu gibi bozulmadan, bir büyük nehrin coşkun akan sesi gibi insanı çevreliyor. Sadece yüreğe dokunmakla kalmıyor, yarına dair de bir ışığınız olsun diyerek, umutsuza, yarıda kalmışa reçeteyi yazıyor Nâzım. Biz de Nâzım’ın 122. doğum gününde hem bu dizelerin eşsiz şairini anmış olduk, hem de bilgi heybemize biraz daha öğrenmişlik kattık.
Selçuk Şahin ile ne zamandır bir şiir oyunu, -drama- yapma gibi düşüncemiz vardı. Zamanı gelsin yaparız diyorduk hep ve zamanı geldi provalara başladık. Ben bir şeyler anlattım, Selçuk bir şeyler anlattı, derken moral motivasyon, çaba, inat da eklenince işin içine buraya kadar getirdik işi. Erdal Cindoruk ve Rıza Akın’ın bizlere miras bıraktığı Seyhan Şehir Tiyatrosunda, edebiyatımızın çınarı olan bir devi, mavi gözlü bir devi anmak, anlamak, onu sahnelemek elbette bambaşka bir tat, coşku ve heyecan yarattı bizde. Bundan böyle durmayacağız hiç. Bize bırakılan bu elmas değerindeki mirası aldığımız nefes boyunca taşıyacağımızdan eminim.
SEN ELMAYI SEVİYORSUN DİYE…
Ben şiir okumayı, yazmayı çocukluğumdan beri severim. Ezberimde iki yüzün üzerinde şiir var. Nerede nasıl ezberledim bilmiyorum ama yazılan her iyi şiir, okunmaya; emekle sevgiyle üretilen her gerçek sanat ise, ardına düşülmeye değer. Yazmaksa tamamen yaşantıyla yoğurulmuş bir his. Doğa size farklı meditasyon şekilleri yapmanız için büyük olanak. Yazmaksa bu şekillerin bana göre birincisi. Çünkü yazdığınızda bundan son derece memnun kalan bir doğa olduğu aşikar. Doğayı hakikatle taçlandırma işi, şiirin en sevdiği iş. Çünkü onun yaptığını, şiir de yapıyor ama imgelem yoluyla... Doğanın yaşamın rahmine düşürdüğü her izlek, yazan için hayati mesele. Yani sizin sözcüklerle zihninizde oturtmaya çalıştığınızı, doğa elleriyle yapıyor. O kadar sarmaşık ki, birini ötekinden ayırmak güç. Çünkü Tanrı doğaya insan adında bir şiir kazandırdı. Doğanın bu şair yönünü kavramak için mutlaka yolunuzun sevmekten geçmesi lazım. Kısaca, Nâzım’ın dediği gibi; “Sen elmayı seviyorsun diye, elmanın da seni sevmesi şart mı?” Yani diyor ki usta, sen sev de önce, gerisi kolay…
ŞAİR İNSANI SEVMEKLE YOLA ÇIKAR
Seyirciyle buluştuğunda Nâzım, bu heyecan ikiye katlanıyor. Şiirden heyecanı al, hiçbir şey kalmaz. Her insanın bir hikayesi vardır; şiiri var mı peki? Bana göre var. Görebilene tabii ki. Şiiri görebilen, hayatı da iyi okuyup süzendir. Hissettiren yanı baskındır şiirin. İmgelerse olayın estetik boyutudur. Nâzım’da olduğu gibi. Galip Usta ile başlayıp, Kerem gibi ile biten bir şiir bu; “Hava kurşun gibi ağır, bağır bağır bağırıyorum. Koşun, kurşun eritmeye çağırıyorum.” Ne kadar dolu, insanca bir çağrı değil mi? Ne kadar açık, engin bir yaklaşım. Bu şuna benziyor biraz da: “Eritin silahları, bisiklet yapalım…” Her iyi anlatıcı, şair ya da edebiyatçı; bir insanı sevmekle yola çıkar. İnsanı sevmeden yüreğe dokunamazsın. İşte şiir tam da burada, bu şekilde işe yarıyor. Peki nedir şiir? Aslında çok şey. Bazen bir deniz, deniz yırtılır, kim diker? Orhan Veli... Bazen bir temenni; yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek… Bazen bir kuş sürüsü, bazen de dağlarına bahar gelmiş bir memleket. Bazen, yaşamanın bir ağaç gibi tek ve hür oluşu... Hatta bazen, bir halk gülebiliyorsa gülmektir, sözünün şairidir şiir. Şiir iyi olan, iyileştiren her şeye benzer doğrusu. Bizi yola çıkaran dürtü de türkü de biraz da şiirdir. Türkçenin o eşsiz parıltısı Yunus’tan bu yana dek sürüp gelmişse, bundandır elbet. Bu saf, doğal oluş… Çünkü bu şairlerimiz Türkçeyle yazıp Türkçeyle büyüdüler içimizde…Yalnızlığın bile en güzel yeri şiirdir. Bu sefer derdimizi şiirle anlatalım dedik. İçinde sefer oldukça da anlatılmaya değer. Bu yalnızca bir iç çekişten ibaret değil.
DİNLEMEK ÖNEMLİ BİR EYLEM
Hayata dair o kadar falsolu vuruş var ki; insanın bir yerde topu durdurup, ‘Yav bir durun ve sadece dinleyin çağrımızı’ demek geliyor içinden. Evet, dinlemek, gerçekten dinlemek, güzel konuşmak kadar büyük ve derin, mühim bir eylem. Erdem. İçinde bir de aşk varsa tadından yenmez bir iş. Doğanın şiiri rüzgar, insanın şiiri de umuttur. Umutsuz da yaşanmıyordu hani, ustanın deyişiyle. Madem ki dünyayı güzellik kurtaracak, biz de bu düşüncelerle harekete geçip “Büyük İnsanlığa” bir nebze de katkıda bulunmak istedik.
Nâzım kafesteki bir bülbül idi, kafes altın değildi belki ama yine de Nâzım “vatanım vatanım” diye çırpınmaktan geri durmadı. Ne diyordu Vizontele filminde; “İnsan memleketini niye sever? Başka çaresi yoktur da ondan.” Nâzım Hikmet’i vatan aşkıyla yanıp tutuşturan dönemin puslu zihniyeti, bugün de dünyada hâlâ ısırgan karanlığını muhafaza etmekte ne yazık ki. Biz Nâzım’a bir selam verelim derken, ona o hasreti yaşatan zihniyeti de eleştiri konusu yaptık bir yerde. Sanatın en önemli işlevi gerçeğe olan saygısıdır. Sanat bu yüzden güçlü daima. Yılmaz Güney, Nâzım Hikmet, Ahmet Kaya, Ahmed Arif, Sabahattin Ali vb. sanatçılar sadece üretkenlikleriyle değil, cesur da olduklarından bugün hâlâ hayattaymış gibi. Sadece duvarlarda asılı görmezsiniz onların resimlerini, yürekte de asılıdır onlar.
UMUTSUZ YAŞANMIYOR
Tiyatro hayatın aynası ise, şiir de ışığı... Ben bu meseleye hep böyle yaklaştım. Hiç de şaşmadım doğrusu. Çünkü güzel sözün, güzel bir an, güzel bir anıyla taçlandığı aşikar. Dedim ya, dünyayı güzellik kurtaracak. Estetik de girince devreye, cevher diye bir sözcük çıkıyor ortaya. İnsan yüreğinin sağlamlığından daha büyük bir cevher olabilir mi? Nâzım Hikmet de bu yüzden kıymetli, cevheri olan bir şairdir bence…
“Büyük İnsanlık” Nâzım’ın bir şiirinin adıdır. Gülşen İşeri’nin kitabına da ilham kaynağı oldu diye biliyorum. Biz de bu oyuna bu ismi yakıştırdık esasında. Çünkü dünyada hâlâ, büyük insanlığın umudu, adımları vardır. Neticede umutsuz yaşanmıyor… İnsanlığa sesimizin soluğumuzun yettiği kadar insanca bir çağrıda bulunmak istedik. Gelin, birlik olalım çağrısı. Neyin kavgasını veriyoruz yahu! Bu kan neyin nesi! Kırmızı, hangi hakla verdin rengini kana, diye soruyoruz. Oysa ki renkler ne güzel. Gelin, bu renkleri kirletmeyelim, diyoruz. Bu çiçekleri… Bu güzelim havaları… Aslında söylediğimiz şey çok basit: Bizim direnişimiz asıl, bu balçık gibi itaatli, karanlık gibi kör olana…