Yangından geriye sadece is kalmadı: Yoksulluk gün yüzüne çıktı
3 işçinin feci şekilde can verdiği işçilere reva görülen bu barınma alanın çevresinde yangından sonra derinleşen çelişkiler var.
Fotoğraf: Murat Uysal/Evrensel
Murat UYSAL
İstanbul
İstanbul Sultanbeyli’de bulunan Tube Çelik Yapı’da çalışan işçilerin yaşadığı konteyner baraka karışımı yerde bir önceki gün 3 genç işçi yanarak can verdi. 5 işçinin yaşadığı bu barınma alanında çıkan yangından sağ kurtulan 2 işçinin hastanede tedavisi sürüyor. Birinin durumunun ağır olduğu biliniyor. 3 işçinin feci şekilde can verdiği işçilere reva görülen bu barınma alanın çevresinde yangından sonra derinleşen çelişkiler var. Patronun akrabası Ömer Kama’nın “Düz bir patron-işçi ilişkisi değil” diye gördüğü, 60 yaşında çalışmak zorunda olan Karslı bekçinin ekmek kazanmanın zorluğuna bir kez daha sitem ettiği, arkadaşlarından aldığı borç 700 lirayla yaralı akrabasını görmeye gelen Mehmet’in 200 lirasını Ahmet Kama’nın kucağına bırakarak çalıştığı şantiyeye dönüşünün hikayesi...
Mimar Sinan Mahallesi Sarayburnu Sokak’taki Tube Çelik Yapı’nın içinde yer alan işçilerin kaldığı konteyner baraka karışımı yapının üzerine yangın söndürüldükten sonra mavi bir branda çekilmiş. Branda konteynerin pencerelerindeki demir parmaklıkları kapatıyor. 3 işçinin feci şekilde can verdiği bu yerde geriye konteynere sonradan eklenmiş demir saçları saran is lekeleri kalmış. Polisin yangın söndürüldükten sonra önünde gün boyu nöbet tuttuğu Tube Çelik Yapı’nın bir de içinde nöbet tutan var: Patron İsmet Kama’nın akrabası Ömer Kama. Mahalleli Ömer Kama’yı tanıyor, işletmenin önüne gelmeden önce sohbet ettiğimiz mahalleli kendi arasında, “Ömer şimdi orada mı?”, “Oradaymış”, “Başlarına ne felaket geldi ne haldedir?” diye konuşuyor.
"CAHİLLİK"
Ömer Kama’ya “Patronun kardeşi misiniz?” diye sorduğumuzda “Akrabasıyım” yanıtını alıyoruz. Duyar duymaz buraya geldiğini, kendilerinin de çok üzüldüğünü söylüyor ve nereden geldiğimizi soruyor. Aldığı yanıtla beraber, “Burada öyle düz bir patron-işçi ilişkisi yok, öyle haber yapmayın. Buranın sahibi 10 çocuklu ailenin tek okumuşu, işe de yeni atıldı. Burada kendi halinde bir yer açtı, akrabasını köylüsünü ekmek sahibi yaptı. Arasan herkesin kusurunu bulursun” diyor. “Cahillik” diye ekliyor, birkaç kez tekrar ediyor bunu, yanarak feci şekilde can veren genç işçilerden söz ederek: “Sabah üşümüşler, kalkıp sobayı yakmak istemiş biri, çalışırken de tiner kullanıyor, demek soba yanmayınca tinerle yakmayı denediler. Böyle olunca da yangın çıkmış. Cahillik...”
Ömer Kama oraya gelen gazetecilerin çoğuna da benzer şeyleri söylemiş. Daha sonra eski bir Vatan Partili olduğundan, şimdilerde ‘bağımsız sosyalist’ olarak yaşadığından söz ediyor.
- Konteynerde odun sobası kullanmak tehlikeli değil mi, yangın riski gözetilmemiş mi? Sigortaları var mıydı işçilerin?
- O kadarına hakim değilim.
- İşçiler çalışırken boya kullanıyor muydu, tiner ve boya nerede tutuluyordu?
- Tiner ve boya arkadaki konteynerde, oraya hiç sıçramamış. Hatta içeride bir tüp varmış, itfaiye ekipleri ilk onu söndürmüş patlama neyden oldu ben de bilmiyorum, inanın ben de daha içeriye girmedim.
- Ne iş yapardı bu işçiler?
- Burada çeliği işler, şekil verirlerdi daha sonra nereye montajı yapılacaksa götürüp montajını da yaparlardı.
- Şu kaldıkları yer konteyner mi baraka mi?
- Baksana ev gibi yapmışlar çatısı bile var. Kendileri de bu işçi yaptığından ekleme falan yapmışlar konteynere, arkası bildiğiniz konteyner.
ÇELİĞİ BÜKEN DE MONTAJINI YAPAN DA BU İŞÇİLERDİ
Tube Çelik Yapı’nın patronu İsmet Kama Iğdırlı. Yanarak can veren işçilerden 2’si de öyle, hatta biri patronun teyzesinin oğlu. Yaralı kurtulan Ahmet Kama ise patronun amcasının oğlu. Sarayburnu Sokak’taki marketlerden birine girip Tube Çelik Yapı’da çalışan bu işçileri tanıyıp tanımadığını sorduğumuz esnaf, kendisinin de Iğdırlı olduğunu, genç işçilerin 4-5 ay önce İstanbul’a geldiğini gurbetçi, olduklarını, mahallede kimseye zararlarının olmadığını anlatıyor: “Gündüz çalışıyorlardı, akşam markete uğrayıp ihtiyaçlarını alıyorlardı. Bazen sohbet de ediyorduk. Kemerburgaz’daki restorasyon çalışmasına çelik üretiyorlardı. Burada çelikleri hazırlıyorlardı birkaç gün de gidip orada montajını yapıyorlardı.”
Biraz ötedeki berber, “Bana gelir tıraş olurlardı. Yaptıkları işten söz etmezlerdi, ben de sormazdım. Sahibi genç, iyi biriydi. Talihsizlik onların da başı yandı” diyor.
"DÖRT DUVAR OLSAYDI, GARİBAN ÇOCUKLAR"
Tube Çelik Yapı’nın yanındaki, AFAD’a konteyner üretimi yapan bir işletmenin güvenlik kulübesinde bekleyen Karslı bekçi olayın nasıl olduğunu anlatıyor: “Gececiyi gönderdim, daha yeni geçip oturmuştum ki bir çocuk bağıra bağıra çıkıp geldi bu tarafa, yanıyordu. ‘Arkadaşlarımı kurtarın’, ‘Arkadaşlarım yandı’ diye bağırıyordu. Hemen çıktım oraya doğru geçtim. Alev topuna dönmüştü konteyner. Zehir gibi bir koku vardı, konteynerin parçalarının arası köpüktür hoca. O köpük yanmış, dumandan görünmüyor hiçbir şey. Göremedim, kapıyı görsem gider alırdım o çocukları hoca. Konteyner değil de dört tane duvar olsaydı bir dakika düşünmezdim girerdim. Erimiş, zehir olmuş her yer, kapı yok pencere yok. Alevden bir top vardı hoca, telef oldu gariban çocuklar...”
"HİÇ BİLMEM ZENGİN EKMEĞİNİ KAZANIRKEN ÖLSÜN"
Çocukları tanıyormuş bekçi. “Bir keresinde çay koymuşlar, çay almaya gittim. İnancın olsun içerisi nasıldır bilmem, öyle detaylı bakmadım. Kapı ucundan çayımı aldım döndüm. Gençlerdi, ufaklardı. Sigortaları var mıydı bilmem. Bir tane yabancı vardı içlerinde, onun yoktur sigortası. Sigortasız çalıştırdıysa, böyle de feci bir şey olmuş, yanar sahibinin başı” diyor.
Karslı bekçi 60’ına merdiven dayamış. 2011 yılında geldiği İstanbul’da çok aç kalmış. Yaşı geçtiğinden adam akıllı bir işi olmamış, çok sıkıntı çekmiş. 4 çocuğu ve eşiyle geldiği İstanbul’da iş bulamamış ilk başlarda. Bekçinin sitemi ekmeğin zorluğuna: “Buranın sahibi kötü biri diye demiyorum, görmüşüm, saygılı efendi biri hoca. Yanarak ölmüş işçilerin içlerinde küçük bir çocuk da var. Ben hiç bilmem hoca bir zengin ekmeğini kazanırken yanarak ölsün. Bu çocuklar öyle öldü. Gurbetçi, gariban çocuklar, belki analarına babalarına bakıyorlar. Ekmek uğruna yanarak ölmüş hoca 17 yaşında çocuk...”
"DAYANAMAMIŞLAR SOĞUĞA"
İşçilerin soba yakarak ısınmak zorunda kaldıklarını anlatıyor: “O gece gör nasıl soğuktu. Ben Sarıgazi’den geliyorum buraya, zehir soğuk hoca. Elimle ağzımı kapatarak geliyordum, soğuk kemiklerine işliyor. Dayanamamış garibanlar soğuğa, yanmayınca tiner dökmüşler diyorlar...”
Kendi çalıştığı işletmede çalışan konteynerde kalan işçilerin nasıl ısındığını sorduğumuzda, “Yok hoca” diyor: “Bizim patron o konuda çok titiz. Böyle içinde kalem gibi çubuklar geçen elektrikli sobalar var. Önce onu getirdiler, ‘Kaldırın götürün, yangın çıkar’ dedi. Sonra üflemeli bir soba getirdiler, bir süre onla ısındı burada işçiler, onun ateşi yoktur, yangın çıkarmaz. Sonra durmadı, o eskiden vardı. Bilir misin petek sobalar vardı, kalorifer peteğinden soba. Elektrikten bir sıkıntı çıkmazsa hiçbir şey olmaz, güvenlidir. Ondan olsaydı belki bu çocuklar da yanmazdı, çok üzüldüm hoca elimden bir şey gelmedi gözümden yaş döktüm boyuna.”
AHMET’İ İLK DEFA HASTANEDE GÖRMÜŞ
Mahalleden çıkıp yaralı işçilerden birinin kaldığı Sultanbeyli Devlet Hastanesine doğru yola koyuluyoruz. Sağlık ekipleri durumu ağır olan işçiyi direkt Kartal Lütfi Kırdar Eğitim Araştırma Hastanesine götürmüşler. Öbürünü Sultanbeyli Devlet Hastanesine bırakmışlar. Burada hangi işçinin kaldığını dahi bilmiyoruz. Durumu anlatıp sorduğumuzda sağlık işçileri yardımcı oluyor. “Şu binaya aldılar”, “Şurada kalıyor...” Yaralı işçinin kaldığı sarı alana geldiğimizde güvenlik birçok gerekçeyle buradan ötesine geçmemize müsaade etmiyor. Biraz bekledikten sonra bir güvenlik görevlisi “Senin hastayı naklediyorlar” diye geliyor. Kapısına koştuğumuz hastanenin acil çıkışından bir ambulansın ayrıldığını görüyoruz. Aynı güvenlik görevlisi bu kez de hastanın yakınını işaret ediyor.
Uzun boylu, aksak yürüyüşlü bir adam. Yanına yanaştığımızda telefonla konuşuyordu. Telefonun karşısındaki kişiyle Kürtçe konuşan adamın sözcüklerinin arasında birkaç kelime Türkçe sözcük de dökülüyor, “Yok yok bir şeyi yok”, “Biraz yanmış”, “İyi olur”...
Yaralanan işçinin akrabasıymış,
- Siz de patronunun akrabası mısınız?
- Yok yok (yanan işçinin) eniştesiyim, tanımam patronunu.
Adı Mehmet, Evrensel’i duyunca heyecanlanıyor, “Ben zamanında çok Evrensel dağıttım” diyor. Evlenince her şeyden elini ayağını çekmiş. “Panik atak da başlayınca hiçbir şey düşünmemeye başladım, ah bizim gençliğimiz” diyor. Mehmet burada Tuzla’daki bir inşaatın şantiyesinde akrabası Ahmet Kama gibi konteynerde kalıyor. Yangında yaralanan Ahmet’i İstanbul’a geldiğinden beri ilk defa hastanede görmüş, “Güç mü var” diyor. Mehmet eşini ve 4 çocuğunu Iğdır’da bırakmış, burada kazandığını oraya götürüyor, ne kadar çalışırsa o kadarı kâr Mehmet’e.
- Ahmet’in durumu nasıl?
- Ahmet iyi iyi. Yüzü yanmış, biraz sırtı yanmış, köyde olsaydı hastaneye bile götürmezlerdi valla bak. Yoğurt moğurt sürerlerdi geçerdi. İyi olur. Burada yanık tedavi yokmuş, Kartal’a götürüyorlarmış.
- Kartal’a geçecek misin?
- Valla geçeceğiz gibi duruyor, sen de oraya mı gidiyorsun?
"200 LİRAYI AHMET’İN KUCAĞINA ATTIM"
Mehmet ile Kartal Lütfi Kırdar Eğitim Araştırma Hastanesine gitmek üzere otobüs durağında bekliyoruz. Bineceğimiz otobüs Mehmet’in elinde yazılı: 132M. Ara ara açıp gösteriyor “M mi V mi bu?” diye.
Otobüsü beklerken anlatmaya başlıyor: “Bizim çalıştığımız yerde de patron paramızı vermiyor, kolay mı işçilik, her yerde aynı. Sabah kayınço aradı, böyle böyle olmuş hastaneye git diye. Soran yok ‘Cebinde kaç kuruşun var’ diye. Vallahi ben kardeşime söyleyeyim, cebimde 7 lira tek vardı. 7 lirayla ben nereye kalkıp geliyorum. Bir de diyor, ‘Benim kayınçom böyle bir şey istese uçar giderdim.’ Babam cebinde para olacak ki uçup gidesin. Ne ettim ettim, 700 lira borç aldım arkadaşlardan. 100 lira zaten yolda gitti neredeyse. Belki görmüşsündür 200 lirayı da tuttum Ahmet’in kucağına attım ambulansta. Buradan bir de Kartal’a gideceğiz.”
Mehmet durakta sık sık telefonla görüşüyor, bazen köyden akrabalarını ya da eşini arıyor bazen iş yerinden arkadaşlarıyla konuşuyor. Akrabalarıyla olan görüşmelerden yalnız bir iki cümle anlayabilsek de iş arkadaşlarıyla olan görüşmelerde, “Demek kesin verecek parayı. Abi benim çantayı da alsanız şantiyeden, benim durum belli. Kartal’a gidiyorum, buradan sonra nereden alacam çantayı” diyor. Daha sonra birkaç arkadaşını daha arıyor, malzeme çantasını, üstünü başını alacak kimse bulamıyor. O sırada yanaşıyor 132M. “Sen git kardeş, ben Tuzla’ya döneyim, Ahmet’in en azından bu gece yatacak yeri var, ben şantiyeye gitmezsem yatacak yerim de olmayacak...”
Ahmet Kama’nın nakledildiği hastaneye geldiğimizde bir telefon bağlantısıyla Ahmet’e ulaşabiliyoruz. Güçlülükle konuşuyor. Birkaç soruyu kısa kısa yanıtlıyor.
- Yeni başlamıştım sigortam yoktu. 18-19 bin veririm dediler. İsmet Kama amcamın oğludur. Kapıdan el yordamıyla çıktım, diğerleri uyanamadı çıkamadı. Eniştem 200 lira bıraktı...