18 Ocak 2024 21:54

KESK’in 11. Olağan Genel Kurulu’na giderken: Yerel taleplerden genel taleplere giden bir pratiğimiz olmalı

Eğitim Sen Balıkesir Şube Başkanı Gürbüz Şahin, eğitim alanında yaşanan sorunlara ve eğitim emekçilerinin yaşadığı problemlere dikkat çekerek KESK’ten beklentilerini anlattı.

KESK’in 11. Olağan Genel Kurulu’na giderken: Yerel taleplerden genel taleplere giden bir pratiğimiz olmalı

Evrensel

Çeşitli iş kollarında örgütlü Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) 11. Olağan Genel Kurulunu 19, 20, 21 Ocak’ta gerçekleştirilecek. Ankara’da bulunan Türkiye Barolar Birliği Avukat Özdemir Özok Kongre ve Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek olan kongre öncesi, Eğitim Sen Balıkesir Şube Başkanı Gürbüz Şahin, eğitim alanında yaşanan sorunlara ve eğitim emekçilerinin yaşadığı problemlere, alanda örgütlenme problemlerine dikkat çekerken eğitim emekçilerinin KESK’ten beklentilerini sıraladı.

“EĞİTİM SİSTEMİ SERMAYEYE KÖLE TARİKATLARA KUL YETİŞTİRİYOR”

Söze, ÇEDES ve MESEM projelerinin birlikte yürütülmesindeki amaca dikkat çekerek başlayan Şahin, “Her iktidar değişikliğinde iktidarı devralan parti ve onun milli eğitim bakanı işe eğitimde yeni bir model uygulamakla başladı. AKP de bu yolda ilerledi. MESEM ve ÇEDES projeleri işte bu düzenlemenin temel hedeflerinin en somut uygulama biçimleri. Tehlikeli işlerde çocukların çalıştırılmasına ilişkin yasal sınırların ve yine işletmelerde çalıştırılabilecek stajyer öğrenci sayısındaki sınırlamanın kaldırılması gibi temel düzenlemelerin hayata geçirilmesi MESEM ile bu döneme denk geldi. Elbette sermayenin ihtiyaçları nedeniyle. Eğitim; sermayenin ihtiyaç duyduğu nitelikli, niteliksiz işgücünün yetiştirilmesi ve aslında özel mülkiyet ideolojisinin benimsetilmesinin aracıdır. Eğitime yön veren politikaları da buradan okumak gerekiyor. MESEM ile devlet olanakları kullanılarak sermaye fonlanıyor. Bununla da yetinilmeyerek çocuk emeği sömürüsü yasal bir dayanağa kavuşuyor. 14-15 yaş öğrencisi, patronun, sermayenin insafına, piyasa hukukunun katı kurallarına terk edilmiş durumda. Okul, çocuk ve gençlerin bütüncül bir yaşam alanıdır.  Okul temel bir yaşam ve insan modeli oluşturmaktadır, dolayısıyla okuldaki yaşam alanı düzenlenirken çocuğun -temel haklara erişmesi gibi- yüksek yararının gözetilmesi gerekir. Ancak bugün görüyoruz ki öğrenciler; sosyolojik, psikolojik, sistematik hiçbir alt yapısı bulunmayan bir yapbozun içine atılmış durumda.  MESEM; çocuk hakları ihlali, çocukların bedeninin, bilincinin, emeğinin sınırsız sömürüsü, hayallerinin çalınması, gelecek kurgusunun elinden alınması ve hatta çocukluğunun çalınması gibi sonucunu doğurmakta. 4+4+4 ile de bütün imam hatip liselerinin orta kısımları açıldı, 8 yıllık temel eğitim bölündü ve ilk 4’ten sonra okul terkleri başladı. Bugün genel tabloya baktığımızda eğitim alanında önemli sorunlardan birinin velilerin öğrencilerini gönderecekleri okul bulamamaları. İHL sayısındaki astronomik artış yetmedi bir de tarikat, cemaat, vakıflar devreye girdi. Sürekli bu çevrelerle yapılan protokoller… Bunlardan biri ÇEDES. Uzun bir süredir siyasi iktidar, toplumu gericileştirme, toplumsal yaşamı dini referansları esas alarak dizayn etme uğraşı içinde. Okul öncesi kurumlardan başlayarak her basamaktaki eğitim kurumlarında öğrenim gören çocuklar hedef kitle! MEB, okulları cemaat, tarikat ve ocaklardan gelenlerin fiili işgaline açıyor. Bir ideolojik kuşatmayla karşı karşıyayız. Çocukların bir yandan MESEM’le emeği sömürülüyor öte yandan ÇEDES gibi protokollerle ideolojik olarak istismar ediliyor.  Bu iki proje sermayeye köle, tarikatlara kul yetiştirme amacının vücut bulmuş hali” dedi.

EĞİTİM EMEKÇİLERİ TÜKENDİ

Eğitim emekçilerinin alanda yaşadığı öznel sorunlara değinen Şahin şöyle sürdürüyor sözlerini, “Uzayan, esnekleşen mesailerle artık evlerimiz de birer iş yeri, okul oldu, dinlenme zamanımız kalmadı. Mesai kavramı ortadan kalktı. Daha doğrusu eğitim hizmetinin üretilme biçimi pandemi ile gelen uzaktan eğitimle birlikte öylesine değişti, öyle geniş bir zaman dilimine yayıldı ki sadece yatmaya zaman kalıyor. Ayrıca ekonomik sıkıntılar nedeniyle öğretmenler bir nevi ek iş kovalamaya başladı. Bugün kurs kovalamayan, ek iş yapmayan eğitim emekçisi yok gibi. Eğitim hizmeti alanında, iktidar bir asır sonra bir işi başardı. Aynı işi yapan ancak farklı statülendirilen ve farklı ücretlendirilen öğretmenler yaratıldı. Emek aynı ücret farklı. Bir iki ay öncesine kadar bu ayrıma sadece ücretli öğretmenler tabiiyken şimdi eğitim emekçilerinin tamamına çeşitli apoletler takılarak emeklerinin değersizleştirildiği düzenlemeler yapıldı. Aslında yapılmak istenen asgari düzeyde bir ücretle olabildiğince uzun süreler çalıştırmak. Eğitim emekçilerinin, dinlenmeye, yeterince beslenmeye, ulaşıma erişmeye, sosyal yaşama katılmaya yetecek ne zamanı ne de parası var. Eğitim emekçilerinde tükenmişlik, değersizlik hissi ve yalnızlık duygusu hâkim.”

Şahin, en çok şikayetleri sıralarken şöyle bir özet sunuyor, “Ekonomik durum, özlük hakları, çalışma koşullarının eğitim emekçileri açısından dünkü gibi akamaması anlamına geliyor. Yoksulluk kronikleşti. Vergi sisteminin adaletsizliği nedeniyle kazancın önemli bir kısmına el konulmasına neden oluyor. Vergide adalet en önemli talepler arasında yer alıyor.”

“SENDİKALA GÜVEN VERMİYOR ÇÜNKÜ…”

Gürbüz Şahin, alanda örgütlenme, sendikalaşma mücadelesi önündeki engellerin başında hakim sendikal anlayışı işaret ediyor, “Bu dönem boyunca, özellikle Memur Sen ve Türk Kamu Sen’ in sendikal pratiğiyle cisimleşen anlayışlar emekçiler tarafından sorgu sandalyesine oturtulmuş durumda. Bu sendikalardan istifaların varlığı ve giderek artma eğiliminin olması bunun önemli bir göstergesi. Tabi bir tutum, bir sendikal anlayış mahkûm edilirken yerine ne konulacağı cevabı aranan sorundur. Şovenizm, dincilik, ulusalcılık gibi toplumu bölmenin, kutuplaştırmanın aracı olarak kullanılan burjuva ideolojiler, sendikalar eliyle iş yerlerine sokularak emekçiler arasında bölücü bir rol oynuyor. Yetki yarışına girmiş, ufkunu bununla sınırlamış bir anlayış var. İşçi sınıfının kendi aralarında ki rekabete son vermek üzere kurduğu sendikalar bugün emekçilerin hak alma mücadelesinde bölünmesinin aracı haline getirilmiş durumdalar. Bugün hangi iş yerine giderseniz gidin en çok şikâyet edilen şey sendikaların etkisiz, mücadeleyi birleştirmemek üzere ortaya koydukları anlayışadır. Sendikalar güven vermiyor. Elbette bunda yaratılan baskı ortamının çok fazla etkisi var. Bu nedenle kamu emekçileri sendikalardan istifa ederken veya yeni bir sendikaya üye olurken hep birlikte hareket ediyorlar. Genelde gruplar halinde istifalar veya üyelikler gerçekleşiyor. Ne yapılacaksa hep birlikte yapılması eğilimi var. Alanda mevcut sendikal anlayışların yarattığı ciddi bir tahribat var. Bunu aşmak kolay olmuyor.”

“EMEKÇİLER, OYALAYAN EYLEM BİÇİMİ İSTEMİYOR”

KESK ve KESK’e bağlı sendikaların, Eğitim Sen’in mevcut eylem biçimlerine dikkat çekiyor Şahin, genç emekçilerin taleplerini ve mücadelelerini irdeliyor önce, “Öğretmenlik Meslek Kanunu’na karşı güçlü bir itiraz vardı. Ve bu itirazın en görünür hali Kariyer Basamakları Sınavına karşı alınacak tutumda cisimleşecekti. Ancak sendikalar birçok sebeple kitle hareketinin dışına ve gerisine (en azından duygu olarak) düştükleri için böyle bir karar almadılar. Alamadılar. Bu sendikalara olan güveni sarstı. Kazanabilme ihtimaline darbe vurdu. Birbirini tekrar eden rutine bağlanmış eylem biçimleri, hastalıklı pratikler, öngörüsüzlük ve alışkanlıkların sonucu emekçilerin sendikalara karşı güveni bir kez daha sarsıldı. Eğitim Sen’in Kariyer Basamakları Sınavı için aldığı tutumu, sendikal hareketin daha doğrusu örgütlü olmanın doğasına aykırı bir şekilde kolektif iradeye ters bir tutumdu. ‘Özgür İrade’ olarak açıklanan bu tutum sorumluluk almaktan kaçan, kaybı eğitim emekçisinin sırtına yıkacak bir tutumdu. Bu anlayışın kitlelere verebileceği hiçbir şeyi yok. Öte yandan 2 Kasım eğitim emekçilerinin iş bırakma eylemini iyi okumak gerekir. Eğitim emekçileri hareketi nasıl bir eşikte? Yönelim ne? Sendikalar marifetiyle iş yerlerine taşınan gerici, bölücü, sınıf dışı propagandanın etkileri neler? Nasıl kırılır? Diyebiliriz ki son yirmi yılın en çok konuşulan ve içerdiği talepler açısından da en çok destek bulan eylemiydi. Alana gelenlerin üç dört katı emekçi iş bıraktı. Kitleler etrafından dolaşarak, oyalayacak, eylem ve etkinlikler istemiyor. Bu durumda gerek genç öğretmen kitlesinin sendikal bilinci ve mücadele deneyimine sahip olamamasının, gerekse de yirmi yıldır egemen olan sendikal anlayışların yarattığı atmosferin etkisi var. İş bırakma eylemine katılsın katılmasın tüm eğitim emekçilerinin ortak iradesini yansıtıyordu. Bundan sonraki sendikal harekette damgasını vuracak mücadeleci bir genç kamu emekçisi kuşağının öncülerinin ayak seslerini duymamız gerekir.”

KARARI ALANLA UYGULAYANIN AYNI OLMADIĞI BÜROKRATİK MEKANİZMALAR…

Ardından, “Nasıl bir sendikacılık” anlayışını KESK’in pozisyonu itibariyle sorguluyor, “Kitlelerin kendi deneyimleri üzerinden eyleme geçme pratiğine karşı öncü, kadro eylemi anlayışı son on yılların sendika pratiği haline geldi. Karar alma süreçlerinden alınan kararın uygulanmasına kadar kitlelerin dışında olduğu, yani karar alanlarla kararı uygulayacakların aynı olmadığı bürokratik mekanizmalar yaratıldı. Siyaseten oluşturulan kurullar, meclisler, eş başkanlık gibi yaklaşımlar yabancılaşmanın, emekçilerin deneyimlerine yaslanmamanın, onlardan öğrenmemenin somut örnekleridir. Emekçilerle arasına bürokratik mekanizmalar koyan üstelik bunu da demokratik işleyişin tabana yayılması olarak öngören anlayış geldiğimiz noktada iflas etmiştir. Emekçilerin nasıl yürümesi gerektiğini, sendikaların nasıl bir tutum takınmaları gerektiğini birkaç örnekle açıklama ihtiyacı var. 2 Kasım iş bırakma eylemi ile 12 Ocak iş bırakma eyleminin karar alma süreçlerinden tutun da ortaklaşması için ortaya konan emeğe zamanlamasına kadar bir değerlendirmeye tabi tutulmalı. Aynı süreç 16 Ağustos’ta yapılan iş bırakma eyleminde de 02 Aralık’ta yapılan ve tam bir fiyaskoyla sonuçlanan KESK’in bütçe mitingleri içinde söylenebilir. İş yerlerine sormayan, karar alma aşamasında ortaklaşmayan anlayışlar ile hareket eden yaklaşımların kitleler tarafından kabul görmediğinin ifadesi olmuştur. Bütçe gibi tüm halkı ilgilendiren bir meselede işi sadece KESK’e bağlı sendikalarla sınırlamak pratikten öğrenilmediğinin göstergesidir.”

“Bizim pratik tutumumuz yerel acil sorunlar ve taleplerden başlayarak genel taleplere giden bir hatta ilerlemelidir” diyen Şahin, “İş yerinde kim varsa sendikasına bakılmaksızın herkesi işin içine katan bir yaklaşımla hareket etmek gerekir. Güçlü ve etkili bir iş yeri örgütlenmesi olmadan, kılcal damarları tıkanmış bir sendikanın krize girmemesi mümkün değildir” diye konuştu.

“EMEKÇİLERİN TALEPELRİNİ ESAS ALAN BİR SENDİKACILIK ACİL İHTİYAÇ”

Kamu emekçilerinin hali hazırda mevcut sendikalarda gördüğü “sendika- siyaset” ilişkisinin en fazla şikâyet edilen konuların başında geldiğini söyleyen Şahin, “Karşılaşılan tüm sorunlara bağımsız sınıf tavrıyla, bir sınıfın gözüyle bakmayı, sınıfın çözümünü ortaya koymayı gerektirir. Sendikalar iktidar veya muhalefete göre konumlanmamalı. Sendikanın konumlanacağı yer emek sermaye arasındaki karşıtlık ve mücadeleye göre olmalı. Sendikal rekabeti körükleyen değil, attığı her adımda emekçilerin çıkarlarını hesaplayan, emekçilerin birleşik mücadelesi önündeki tüm anlayış ve tutumlarla hesaplaşmayı önüne koyan, emekçilerin birliğini iş yerlerinden başlayarak ören, tüm kamu emekçilerini bir sınıfın parçası olarak gören bir platformda hareket etmek çıkış yolu olur. Emekçilerin taleplerini esas alan, onlardan öğrenen, onlara öğreten, kararları tüm eğitim emekçileriyle alan anlayışa ihtiyaç var” dedi.

“MESLEK SENDİKACILIĞI BÖLÜNMEYİ DERİNLEŞTİRİYOR”

Sendikalardan umudunu kesen emekçilerin bir arayış içinde olduğunu vurgulayan Şahin, uyarıyor: “Genç kamu emekçilerine yönelik bir örgütlenmenin planlanması yapılması önemli bir görev haline gelmiştir. Kamu emekçileri hareketinin mücadele tarihini, mücadele birikimini aktarmak için çabanın içinde olmak ihtiyaçtır. Sermayenin ideolojik, ekonomik ve siyasal alanda gerçekleştirdiği topyekûn saldırıları püskürtecek tutum saldırıya maruz kalmış tüm emekçilerin birliğini sağlayacak bir sendikal platformda hareket etmekten geçer. Bir iş kolunda çalışan emekçiler, etnisite, cinsiyet, mezhepsel vb. farklılıkları nedeniyle sendikalara ihtiyaç duymazlar. Yaptıkları iş, ürettikleri hizmet nedeniyle ve emeğin karşılığını alabilmek için sendikalara ihtiyaç duyup üye olurlar. Sendikalar bu nedenle sınıf örgütleridir. Bugün mevcut sendikaların durumu nedeniyle kamu emekçileri meslek sendikaları kurmaya başladılar. Eğitim emekçisi kimliği yerine daha alt kimliklere bırakmış durumda. Meslek sendikalarının kuruluşu emek hareketi açısından ciddi bir soru oluşturacak, bölünmeyi derinleştirecektir.

SENDİKALARDAN BEKLENEN VE BUGÜNÜN ACİL İHTİYACI…

Şahin son olarak kongre öncesi şu mesajı paylaşıyor: “Biz ellerimizle yarattığımız zenginliklerden payımıza düşeni almak istiyoruz. Çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alınmasını, temel tüketim yani yaşamsal ürünlerden alınan verginin yüzde 1’e çekilmesini istiyoruz. Uygulanan politikalarla her geçen gün palazlanan patronlara servet vergisi konulmasını istiyoruz. Kamu kurumlarının demokratik, şeffaf, liyakat esasına göre yeniden yapılandırılmasını istiyoruz. Her alanda adalet istiyoruz. Bu yoksullaşmanın nedenlerini, yaratılan zenginliklerden neden payımıza daha fazla yoksulluk ve sefalet düştüğünü, neden daha az kazanmak için daha fazla çalışmamız gerektiğini sorgulatacak bir sendikal platforma ihtiyaç var. Emekçilerin bir araya gelmesinin önünde engellerin neden ve hangi ideolojik faaliyetlerin ve siyasal çıkarların ürünü olduğunu anlatarak yürümek. İş yerlerinde aynı havayı soluyanların insanca yaşamak için ellerini birleştirmesi için bir çabanın içinde olmak… Sınıf dışı akımların, çeşitli bölücü sendikal hareketlerin emekçilerin gücünü zayıflatmak, bölmek için yürüttüğü faaliyetlere karşı iş yerlerinden başlayarak püskürtmek… Sendikalardan beklenen budur. Bugünün acil görevidir” (İŞÇİ SENDİKA SERVİSİ)

Evrensel'i Takip Et