22 Ocak 2024 04:15
/
Güncelleme: 23 Ocak 2024 07:50

Tekstil patronları ‘sürdürülebilir’ sömürü istiyor

Hilmi MIYNAT
Denizli

Tekstil iş kolunda patronların son 10 yılda en çok kullandıkları kavramlar arasında ‘Sürdürülebilirlik’ ve bir alt başlık olarak ‘Sosyal uygunluk’ geliyor. Sürdürülebilirlik; temiz enerji, temiz çevre, adil yaşam, kalite yönetimi gibi alt başlıklar içeriyor. Benetton, H&M, Inditex (Zara), Marks&Spencer, Nike, Puma, Levi’s, LCW gibi uluslararası markalar, sosyal uygunluk denetimlerini bir pazarlama ve günah çıkarma stratejisi olarak kullanıyor. Bu markalara üretim yapan Türkiye’deki tekstil şirketlerinin de yılda ortalama 15 denetimden geçtiği ifade ediliyor. Ancak üretim işçilerin asgari ücret seviyesindeki gelirleriyle devam ediyor. Bu bir “Al gülüm ver gülüm” ticareti…

Bu ihracat hikayesinde ‘sürdürülebilir’ olan; düşük ücret, sendikasızlık ve taşeronun taşeronuna sigortasız, güvencesiz üretim yaptırmak… Tüm sosyal uygunluk denetimlerinin kopyala yapıştır ifadelerinden biri de LCW şirketinin sitesinde şöyle yer alıyor: “LC Waikiki Etik Kuralları; İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Çocuk Hakları Evrensel Bildirgesi, BM Sözleşmesi, ILO Uluslararası sözleşmeleri, Yerel İş Kanunu, İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, diğer ilgili yasal mevzuatlar, şirkete özel prosedür ve talimatlara dayanmaktadır. LC Waikiki, tüm tedarikçilerinde çalışan personelin temel hak ve özgürlüklerinin ellerinden alınmış olmasını veya sınırlandırılmış olmasını kabul etmez.”

BANGLADEŞ RANA PLAZA KATLİAMINDA İŞÇİLER ÖLDÜ, İHRACAT SÜRDÜ

Bu alanın tartışılır olmasında milat sayılabilecek olay 2013 yılında Bangladeş’te binin üzerinde işçinin hayatını kaybettiği Rana Plaza Katliamı. Benetton, Rana Plaza’daki tekstil fabrikasıyla iş yaptığını reddetmişti ancak daha sonra kabul etmek zorunda kaldı. Nisan 2013 tarihinde duvarlardaki çatlaklar nedeniyle Rana Plaza’da iş başı yapmaya karşı direnen 3 bin 600 civarında işçi, zorla fabrikalara sokuldu. Binanın çökmesi sonucu 1000’in üzerinde işçi hayatını kaybetti, 2 bin üzerinde işçi yaralı kurtuldu. Yüzde 80’i kadın işçinin hayatını kaybettiği katliamın yıl dönümünde Rana Plaza’daki katliamda sorumluluk almayan Colin’s, LCW, DeFacto gibi ünlü giyim markaları Türkiye’de de protesto edildi. ‘Adil giyim’, ‘temiz giysi’ kampanyaları bu katliamın ardından daha tartışılır olmaya başladı.

Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünden Bensu Bergamalı imzasıyla “Hazır giyim endüstrisinde sosyal uygunluk denetimlerinin işçi haklarına etkisi” başlığı ile yayımlanan yüksek lisans tezi bu alana dair önemli ipuçları veriyor. Makale 1984 yılında ABD kökenli Union Carbide firmasının Hindistan Bhopal’deki böcek ilacı fabrikasının 18 bin kişinin ölümüne yol açmasını da önemli milatlardan biri olarak not düşüyor. Carroll, Baudrillard, Bourdieu, Harvey, Wallerstein gibi üretimden ziyade tüketime odaklanan yazarlar bir pazarlama stratejisi olarak sosyal uygunluğun temellerine kaynaklık ediyor. Kurumsal sosyal uygunluk ve sosyal uygunluk kavramlarının birbirleriyle ilişkisini açıklayan makale, denetim çeşitlerini başlıklar altında sıralarken sosyal uygunluk denetimlerinin kapsamı ve emek sürecine etkisini irdeliyor.

Bergamalı, yüksek lisans tezinin sonuç bölümünde tüm verilerden hareketle sosyal uygunluk ve işçi haklarına yönelik sonuç ve çözümleri dile getiriyor. Makalede, “Çalışma koşullarına yönelik denetimlerin ticari faaliyet gösteren özel kuruluşlara bırakılması küresel üretim zincirlerinin en alt basamaklarında yer alan işçi sınıfının haklarının korunmasından ziyade denetimlerde ticari ilişkilerin gözetilmesi sonucunu doğurmuştur” ifadeleri yer alıyor.

Öte yandan marka beklentisiyle yerine getirilen standartların ve iyileştirmelerin ticari ilişkiler sınırlaması nedeniyle sürdürülebilir olmadığının altını çizen Bergamalı, ticari kaygıların objektif değerlendirmenin önüne geçtiğini vurguluyor. Düşük ücretlerin, işçilerin fazla mesaiye rıza göstermesi sonucuna yol açtığına da dikkat çeken Bergamalı, “Uygulamaların sürdürülebilir ve kalıcı olması için denetimler çok uluslu işletmeler değil kamu aracılığıyla gerçekleştirilmeli ve mevzuatlar bulunan uygunsuzluklara çözüm olabilecek yaptırımları içermelidir” önerisini dile getiriyor. Bergamalı devamında, “Öncelikle örgütlenme ve toplu pazarlık haklarının önündeki temel engellerin kaldırılması ve ucuz iş gücüne dayalı ihracat ve kalkınma politikalarından vazgeçilmesi” gerektiğinin de ayrıca altını çiziyor.

PATRONLAR ‘SÜRDÜRÜLEBİLİR’ SÖMÜRÜ İSTİYOR

Sosyal uygunluk denetimleri ve belgelerinin ticari ilişki ve kaygılarla sınırlılığı tespitine çokça örnek sıralanabilir. Eğer Zorlu Holdingin Denizli’deki Taç fabrikasıysanız ve kendi markanıza üretim yapıyorsanız 200’e yakın işçiyi bir kalemde sendikalı olduğu için işten atabilirsiniz. (2014 yılında Taç fabrikasında 200 civarında işçi TEKSİF’e üye oldu yarıya yakını işten atıldı. Fabrika önünde süren direniş 4 ay sonra sönümlendi.) Zara, size ‘Bu işçileri neden işten attın’ diye sormaz çünkü Zara’ya üretim yapmıyorsunuzdur. Kamu da sorumluluğunu yerine getirmez çünkü aylarca süren direnişin sonunda kamuyu buna zorlayacak yeterli birikim sağlanamamıştır. Veya ‘Benim cirom bana yeter’ diyen bir patronsanız da sosyal uygunluk ve sürdürülebilirlik alanına bütçe ayırmanıza gerek yoktur.

Özak Tekstil işçilerinin direnişi de bu alanın ifşasının en büyük örneklerinden. Ekonomik ve sosyal hakları, çalışma koşulları nedeniyle BİRTEK-SEN’e üye olan işçilerin yaşadığı şiddet ortadayken Levi’s, Özak Tekstil siparişlerini kesmedi. Ayrıca Özak’ın İstanbul ve Malatya’daki fabrikaları, Zara, Hugo Boss, Marco Polo ve H&M gibi ‘temiz giysi’ kavramının ‘öncü’ markalarına üretim yapıyor. İhracatta 9. sırada yer alan Denizli’de bu denetimlere ekip ve bütçe ayıran firma sayısı 10 civarında. Denizli’deki firmalar çevre, kalite, sosyal uygunluk vb. olmak üzere yılda ortalama 15 sürdürülebilirlik denetimlerinden geçiyor. Sendikalı tekstil fabrikasının olmadığı, ücretlerin asgari ücret veya 500 lira üstünde olduğu, üretim ve mesai baskılarının yaşandığı iş kolunda uluslararası markalara göre işçilere adil yaşam koşulları sağlanıyor.

SENDİKALI OLURSANIZ İŞTEN ATILIRSINIZ

Aslı Tekstil, Deniz Tekstil, Gama Tekstil, Gökhan Tekstil, İlka Tekstil, Rateks, Yavuzçehre başta olmak üzere 10’a yakın firma bu alanda faaliyet yürütmesi için 1 ile 8 kişi sayısı arasında değişen ekipler kurdu. Bazıları iş güvenliği uzmanı, bazıları çevre mühendisi, bazı ekipler insan kaynaklarına, bazı ekipler genel müdürlüğe bağlı çalışıyor. Yavuzçehre sürdürülebilirlik alanında Denizli’nin öne çıkan ‘ödüllü’ şirketlerinden. H&M markasına üretim yapan Yavuzçehre fabrikası da diğer tüm tekstil fabrikaları gibi sendikasız ve ücretler yoksulluk sınırının yanından geçmiyor. Gelen denetimcilerin büyük kısmının önem sırasında şeffaflık, eksik ücret, iş güvenliği var. ‘Adil yaşam ücreti’ ve ‘örgütlenme özgürlüğü’ daha sonra geliyor. İşçiler arasından seçilen kişilerle özel olarak yapılan görüşmelerde işçiler ‘anlatabilirse’ sorunlarını anlatıyor. Yaygın olmasa da ‘Koçlama’ diye tabir edilen görüşme öncesi işçilere direktif verilen uygulamalar da mevcut. Sendikalaşma üstün körü geçilen başlık olsa da patronlar veya vekilleri sıkıştığı noktalarda, ‘Bizde baskı yok işçi istemiyor’, ‘Zaten Denizli’de hiçbir fabrikada sendika yok’ gibi bahanelerin ardına sığınabiliyor. ‘Adil yaşam ücreti’ başlığı altında da ücretler asgari ücretin 100 lira dahi üstünde olsa ‘asgari ücret üzerinde’ maaş şeklinde dile getiriliyor.

Ek zam istemediğiniz sürece AKP’li, CHP’li ya da HDP’li işçi olabilirsiniz ancak sendikalı işçi olmak istediğinizde veya çalışma koşullarına dair yüksek sesli itirazlar dile getirdiğinizde tali gerekçelerle işten atılabiliyorsunuz. AKP’li patron da CHP’li patron da aynı sınıf tavrını sergiliyor. Örneğin CHP Milletvekili Şeref Arpacı sıkça işçi ve esnafın yoksulluğu üzerine açıklama yaparken patronu olduğu Motif Global veya Motif Tekstil işçilerinin sorunlarına değinmiyor. Açlık sınırının üstüne çıkabilmek için işçilerin fazla mesaiye kalmak zorunda olduğu tekstil iş kolunda bayramda 1000 lira gıda yardımı veren patron, vermeyen patrona göre ‘iyi patron’ olabiliyor.

KAMUNUN KARNESİNDE 301 SOMALI MADENCİNİN KANI VAR

Fason üretimin yaygın olduğu Denizli’de fabrikalara üretim yapan taşeronda çalışan işçilerin iş güvencesi yok. Fabrikanın siparişi azaldıysa taşeron 1 hafta ücretsiz izne çıkıyor. Kimi taşeronlarda mülteci işçiler sigortasız çalışırken 2 aylık, 3 aylık ücreti içeride bırakmak zorunda kalıp başka iş arayan mülteci işçiler de var. Kamuoyunda tartışılır olmasının faturası negatif bir biçimde işçilere yansıtılıyor. Denetimler artınca mülteciler sınır dışı tehdidiyle yüzleşiyor. Fasonlar başka mültecilerle üretimini sürdürüyor. Çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve denetlenmesi elbette ki kamu idarelerinin sorumluluğunda. Ancak hangi kamu? 301 madencinin yaşamını yitirdiği Soma Katliamı’nın sonuçları ortada. Patronlara neredeyse plaket verilecekken halen tazminatını alamayan işçi yakınları var.

2 yıl önce Kaynak Tekstil önünde açıklama yapmak isteyen Öz İplik-İş yöneticisi sendikacılar, jandarma tarafından dakikalar içinde fabrika önünden uzaklaştırıldı. Türk Metal’in Seval Kablo’da yetki alması üzerine başlayan dava devam ediyor. Bu süreçte Seval Kablo’nun Buharkent’teki fabrikasında birden fazla iş kazaları ve kasım 2023’te de bir iş cinayeti yaşandı. İşçiler devlet-sermaye iş birliği karşısında tüm bu sorunları yaşarken, üretime değil de tüketime odaklanan ideolojik yaklaşımlar sorunların etrafından dolanıyor. İşçiler devlet-sermaye örgütlülüğüne karşı birliğini sağlayamadığı sürece Bangladeş’teki Rana Plaza Katliamının Türkiye’de yaşanmayacağının bir garantisi yok. İşçilerin yaşam koşullarının sürdürülebilir olması yine ancak kendi örgütlülükleriyle mümkün. Soma örneği, sendikaların yetki davalarının iki yıldan aşağı sonuçlanmaması gibi örnekler liberal iş hukukunun da işçilerin sığınabileceği bir liman olmadığını gösteriyor. Özak işçilerinin karşılaştığı valilik, jandarma şirketi kamunun görevini hangi tercihlerle yaptığının göstergesi. Sosyal uygunluk, sürdürülebilirlik kavramlarını uluslararası markalara üretim yaparak ihracat rekorları kıran ödüllü patronların reklam aracı olmaktan çıkaracak başka bir seçenek mümkün. Aksi durumda yerli patronlar sosyal uygunluk reklamları yapacak, düşük ücretli ve güvencesiz çalışan ürettiği marka ürünler işçilerin ulaşamadığı raflarda ‘temiz giysi’ sıfatıyla tüketime sunulmaya devam edecek.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Onaylamadığımız taslağı masaya koymayın’

‘Onaylamadığımız taslağı masaya koymayın’

Toplu sözleşme sürecinde olan kamu işçilerinin, Türk-İş ve Hak-İş yöneticilerinin üzerinde anlaştığı sözleşme taslağının kendilerinden gizlenmesine tepkisi büyüyor. Bu hafta hükümete sunulması beklenen taslağın onayları alınmadan masaya konmamasını isteyen işçiler, “Biz mücadele etmezsek sözleşmenin sonu belli” diyor.

72 bin 88 TL: Türk-İş’in yoksulluk sınırı

30 bin TL: Kamuda ortalama ücret

58 bin 200 TL: Türk-İş ve Hak-İş’in istediği zamlı ücret

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et