26 Ocak 2024 04:15

Duasız ve Törensiz'in yazarı Beyda Yıldız: İnsanın derdini anlatmaya çalıştım

Karakterlerimin siyasi iklimin hüküm sürdüğü coğrafyadan nasibi almış karakterler olduğunu söyleyebiliriz. Romanımda bu iklim içerisinde nefes alıp vermeye çalışan karakterlere can vermeye çalıştım.

Beyda Yıldız | Fotoğraf: Ardıl Batmaz

Paylaş

Şerif Karataş
İstanbul

Beyda Yıldız’ın ilk romanı Duasız ve Törensiz okurun karşına çıktı. Everest Yayınları etiketiyle okur karşısına çıkan roman, Siirt’ten Almanya’ya göç etmek zorunda kalan Neval’in ilk aşkı Hasan’ın kaybının izini sürmesini anlatıyor. Bir yas romanında satır aralarında geçtiği coğrafyadaki yas hallerine ve acılarına dair de kesitler sunuyor. Bir dönem Evrensel’de muhabirlik yapan Yazar Yıldız’ın romanıyla ilgili konuştuk. Yazar Yıldız romanıyla ilgili, “Burada insanın hikayesini yazmaya, insanın derdini anlatmaya çalıştım. Herkesin o ya da bu şekilde bir kaybı olmuştur. Ve her insan kaybı karşısında aciz ve çaresizdir” ifadelerini kullandı.

Kitabınızda hikayenin başladığı coğrafya, akıllara İbni Haldun’a atfedilen “Coğrafya kaderdir” ifadesini getiriyor. Anlatılan hikaye ile coğrafya arasında nasıl bir ilişki var?

Duasız ve Törensiz’in bir yas ve bellek romanı olduğunu, derdinin bu iki tema etrafında şekillendiğini düşünecek olursak, anlatılan hikayenin içinden geçtiği coğrafyayla bağıntılı olduğunu görebiliriz. Sonuç olarak sırasız ölümlerin çokça yaşandığı bir memlekette yaşıyoruz ve her ne kadar nasıl öldüğünü bilmesek de başkarakterimiz Hasan’ı bu kaderden nasibini almış biri olarak görüyoruz. Kısaca özetlemek gerekirse Hasan romanın kayıp karakteridir ve Neval üzerinden yıllar geçse de ilk aşkı olan Hasan’ın ardında bıraktığı sorular etrafında dolanarak ölümünü anlamaya çalışır. Buna bitmek bilmez derin bir yas duygusu eşlik eder. Neval Almanya’da reçetelerine yazdığı günlüklerde sık sık bellek mekanlarına uğrar. Yatılı ilköğretim bölge okulu ve Siirt’in Dağdöşü köyündeki mekanlara sıklıkla uğrayarak Hasan’ın ölümünün nedenlerini ve nasıllarını anlamaya çalışır. Bu geri dönüşlerin yaşandığı yıllar ’80’li yılların neredeyse tamamına ve ’90’lı yılların başına tekabül eder. Politik iklimin memleket insanını ezip geçtiği hayli sert yıllardır bu yıllar. Karakterlerimin siyasi iklimin hüküm sürdüğü coğrafyadan sonuna kadar nasibi almış karakterler olduğunu söyleyebiliriz. Bir neslin çocukluk ve ilk gençlik yılları heba olmuştur. Benim karakterlerim de bu sondan kurtulamaz.

‘KARAKTERLER ZAMAN VE MEKAN İÇERİSİNDE ŞEKİLLENDİ’

Almanya, İstanbul ve Siirt gibi farklı coğrafyalarda geçen bir hikaye anlatıyorsunuz. Anlaşılıyor ki günümüzde de çok gündemde ve konuşulan bir konu olan göç bu hikayenin merkezinde. Bu konuda vermek istediğiniz mesaj neydi?

Öncelikle şunu söylemek isterim. Ben bir roman yazarıyım. Bu metni inşa ederken şu mesajı vermeliyim diye düşünmedim. Karakterlerim içinden geçtikleri zaman ve mekan içerisinde şekillendiler. Çokça mekan kullandığım tespitine katılıyorum. Karakterlerimi farklı mekanlarda epey gezdirdim. Ve pek çok karakterimi hikayenin sonunda Almanya’da buluşturdum. Öncelikle Neval’in anne ve babasının yıllar önce Almanya’ya göç ettiklerini anımsamakta fayda var. Daha sonra Neval’in Hasan’ın ölümünü anladıktan sonra tıp fakültesini bitirir bitirmez yanına yan karakterimiz Mınce’yi de alarak Almanya’ya göç ettiğini okuyoruz. Ve burada kendisi gibi göçmen bir insan olan Şiraz’la evlendiğini de. Bu ülkenin makus kaderlerinden biri olan göç yine yukarıda sözünü ettiğim sert politik iklimin sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Nitekim Neval, ilk aşkı Hasan’ın ölümünden sonra memleketi bir mezar yeri olarak görüyor ve ülkesinden göç etmek zorunda kaldığını anlatıyor günlüklerinde.

Romanınız 80’li ve 90’lı yılların politik atmosferini anlatıyor. Dönemi de “Kayıp bir kuşağın, yitirilmiş bir çocukluğun, büyük arayışların, soluksuz bekleyişlerin dökümü” olarak tarif ediyorsunuz. Okuyucu bu ‘döküm’den ne anlamalı?

Sözünü ettiğimiz kuşak, hakkıyla sevememiş, hakkıyla bir gelecek kuramamış bugünlerin ellili yaşlarını süren bir kuşak. Darbelerden başını kaldıramamış, hayatı sürgünlerde geçmiş, hep mücadele etmek zorunda kalmış bir kuşak. Çocukluğu ve ilk gençliği ne yazık ki sert siyasi iklime kurban gitmiş. Kayıpların, ölümlerin sıkça yaşandığı bir dönemden söz ediyoruz. Ben romanımda bu iklim içerisinde nefes alıp vermeye çalışan karakterlere can vermeye çalıştım.   

Üniversite yıllarında Hasan’ın ortadan kaybolması ve hikayenin geçtiği coğrafya düşünülünce akıllara ilk olarak Kürt sorunu geliyor. Hasan’ın ve Neval’in hikayesi bu bağlamda nereye oturuyor?

Öncelikle içe kapanık, edebiyata meraklı ve yaşadıklarına duyarlı Hasan’ın çocukluğundan itibaren çeşitli şekillerde saklandığını görüyoruz. Bu saklanmalar neredeyse Hasan’ın karakterine dönüşüyor. Üniversite yıllarında da Hasan’ın kaybolduğunu ve bu kaybın ölümle sonuçlandığını okuyoruz. Ama metin bize hiçbir şekilde Hasan’ın neden ve nasıl öldüğünü söylemiyor. Açıkçası bunu ben de bilmiyorum. Metnin kendi içerisinde bir dinamiği var ve belli bir yerden sonra ben de metnin sürüklediği şekilde yazmaya gayret ettim. Burada büyük boşluklar var. Ve bu boşlukları okurun doldurmasını da istedim aslında. Ben burada insanın hikayesini yazmaya, insanın derdini anlatmaya çalıştım. Herkesin o ya da bu şekilde bir kaybı olmuştur. Ve her insan kaybı karşısında aciz ve çaresizdir. Ben bu hikayede Siirt’i mekan olarak inşa etmiş olabilirim. Ama nihai olarak anlattığım evrensel bir konu ve okurken insanları bu dertle baş başa bıraktım. Okuru Neval’in yasına ortak etmeye çalıştım. Herkesin mutlak suretle bir kaybı ve yası vardır. Ben insanın ölüm karşısındaki savunmasızlığını anlatmaya gayret ettim.

İKİ ZIT KARAKTER ÜZERİNDEN YATILI BÖLGE OKULLARI

Romanın geçtiği mekanlardan biri de Siirt Yatılı Bölge Okulu. Bu okullar geçtiğimiz yıllarda da çokça gündemdeydi. Bu konu farklı sanat dallarında da zaman zaman işlendi…Bunun yanında Zehir Sado ve Uzun Ali Hoca karakterleri de var. Bu iki farklı karakter üzerinden neler söylemek isterseniz?

Hasan ve Neval’in çocukluk hatıralarının büyük bir bölümü yatılı ilköğretim bölge okulunda geçiyor. Hayli küçük yaşta köylerinden alınarak bu okula yerleştiriliyor her ikisi de. Hasan ve Neval’in okuduğu bu okul, gerçekte uzunca bir dönem Kürt çocuklarının devşirilmeye çalışıldığı okullar oldu. 1970’lerin sonunda kurulan bu okullar uzunca bir dönem faaliyet gösterdi. Her ne kadar çok az kaynak elimizde olsa da pek çok talihsiz olayın bu okullarda yaşandığını biliyoruz. Ben de bir dönem bu okullarda okumuş biri olarak belli tanıklıklarımın olduğunu söyleyebilirim. Yıllar içerisinde bu okullarda okumuş pek çok insanla görüştüm. Hepsi ruhlarında derin travmalar yaratmış bu okullardan, yaşadıklarından üzüntüyle söz etti. Zehir Sado’ya gelecek olursak. Bu karakter o okullarda görevli idarecilerin temsili bir adı aslında. Sistemin devamından sorumlu, muasır medeniyet mezurasını sonuna kadar çekmeye kararlı bir idareci Zehir Sado. Kürt çocuklarına kusursuz bir Türkçeyi öğretme konusunda ısrarlı. Diğer yandan Uzun Ali Hoca var. Oldukça duyarlı, hassas. Öğrencilere yakın olduğunu, onları anlamaya çalıştığını görüyoruz. Bu iki zıt karakter üzerinden “eğitim” meselesine farklı bir mercek tutmaya çalıştım aslında.

ÖNCEKİ HABER

Daha kaç MESEM’li çocuk iş cinayetinde can verecek?

SONRAKİ HABER

Mektup: MESEM dışında bir çare bulmalıyız

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa