Emek Partisi Genel Başkanı ile seçim gezisi: Kutuplaştırıcı siyasete karşı umut verici birleştirme çabası
Tuzla ve Pendik’te bir dizi ziyarette bulunan EMEP Genel Başkanı Seyit Aslan, “Halkın, kadınların, gençlerin içinde olmadığı bir yerel yönetimin önemi yok” diyor.
Fotoğraf: Hilal Tok/Evrensel
Hilal TOK
İstanbul
Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı seçildiği ve parlamento koltuklarının büyük çoğunluğuna AKP eliyle patronların yerleştiği mayıs 2023 seçimlerinin ardından Türkiye yeni bir seçim sürecine girdi. 2024 yılında mart ayında yerel seçimlerin yapılacağı tarihe doğru adaylar açıklanmaya başladı. Tuzla ve Pendik’te de pek çoğunu müteahhit ve taşeron patronlarının oluşturduğu aday tanıtımları billboardları kaplamış, afişleri ilçe meydanlarının duvarlarına serilmiş vaziyette. Ancak yerel seçim maratonunda; bunların dışında demokratik, bağımsız, halkçı belediyecilik anlayışıyla çalışma yürütenler de var.
Emek Partisi Genel Başkanı Seyit Aslan ve beraberindeki parti üyeleri, kendi deyimleriyle “Patronların yönetici koltuklarını doldurdukları bir düzen ve seçim geleneğinin tam karşısında birleşik bir halk hareketini örmek için” işçilerle, yöre dernekleriyle, muhtar adaylarıyla, sendikalarla, mahallelilerle bir araya gelerek yerel seçimlere nasıl hazırlanılacağı, nasıl bir belediyecilik ve mücadele üzerine tartıştıkları buluşmalar yapıyor. Bu çalışmaların birinde; Tuzla ve Pendik’te mesai harcanan bir günde Seyit Aslan’a ve beraberindeki heyete eşlik ediyoruz.
"SENDİKALAR ORTAK BİR PROGRAMLA BİRLEŞMELİ"
Emekçiler üzerindeki baskıların arttığı, ekonomideki kötü gidişin giderek derinleştiği bir dönemde medyada sadece adayların kim olduğu tartışılırken yerellerde en geniş halk güçlerinin ortaklaşması, emekten yana, demokratik, halkçı bir belediyecilik programının belirlenmesi, ranta dayalı olmayan bir yerel yönetim anlayışının adımları için yapılan bu buluşmalar halkın gerçek sorunlarını, taleplerini ve ihtiyaçlarını ortaya koyması açısından da oldukça kıymetli. Tuzla ve Pendik’teki buluşmaların özünde de bu çabayı görüyoruz.
Sabah saatlerinde başlayan görüşmelerde Seyit Aslan ile ilk durağımız Türk-İş’e bağlı DERİTEKS’in Tuzla’daki şubesi oluyor. Tuzla’daki deri sanayide yüzlerce deri işçisi DERİTEKS’te örgütlü. Şube Başkanı Hikmet Numanoğlu ağırlıyor bizi. Seyit Aslan ile deri işçilerinin yaşadığı geçim sorunu, sendikanın yetki ve baraj sorunu, sendikalaşmanın önündeki engeller üzerine yapılan sohbette, tekstil ve derideki daralma üzerinde de duruluyor. Aslan, “İşler azalıyor ama patronlar kârını artırmaya devam ediyor” diyerek işçilerin her gün daha da derinleşen yoksulluğu karşısında patronların büyüyen cebine dikkat çekiyor.
Birleşik bir güç içinde sendikaların varlığının önemine dikkat çeken Aslan şunları söylüyor: “Kısa süre önce MESS sözleşmesi imzalandı. Eğer metal iş kolunda bir birlik sağlansaydı işçi yüzde 200 bile alırdı. MESS sözleşmesi sonuçta derideki, tekstildeki işçilerin ücretini de etkiliyor. İş kollarında ortak bir strateji belirlenmeyince her iş kolu kendi içinde mücadele etmek zorunda kalıyor. Sendikal hak ve özgürlükler, baraj sorunu, düşük ücret… Bunlar karşısında ortak bir programla ortaya çıkmak çözüm. Nasıl bir mücadele yürüteceğimizi yerel birlikler kurarak, bu birlikleri harekete geçirmeye zorlayarak, sendika, konfederasyon ayrımı yapmaksızın ortak bir mücadele yürütmek bugün işçi sınıfına güç verecek. Talepleri ortaklaştırarak sivriltip etrafında bir mücadele örerek bunu sağlayabiliriz.”
İstanbul’da sendikaların oluşturduğu mücadele platformunun hareketinin kısıtlı kaldığını vurgulayan Numanoğlu ise şunları söylüyor: “Şubelere genel merkezlerden çok fazla baskı var. Bu da ortak bir mücadeleyi zorlaştırıyor. Oturup kendi koltuğunu düşünmek, aidat alıp lüks arabalara binmek, sıra işçinin hakkına gelince sessiz kalmak sendikacılık değil.” İşçiler arasında da “Sen bucusun, sen şucusun” diye kutuplaştırma siyaseti ile bir ayrışma olduğunu söylüyor.
EMEP heyetinden Ali Doğan da işçilerin ve sendikacıların bu tutumuna ilişkin şu vurguyu yapıyor: “Sorun şu; işçi sadece sendikaya üye yapılıyor ama işçi örgütlenmiyor. Bu en çok da bürokrasinin işine yarıyor. Sadece üye yapmak, üye olmak değil; bilinç oluşturmak mesele…”
KADINLARIN YÖNETİMDE OLDUĞU BİR YEREL YÖNETİM
Program yoğun, sendikadan sonraki durak Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği. Dernek Başkanı Adile Doğan, geçtiğimiz yıl derneğe, şiddet nedeniyle 1000 kadının, bu yıl ise 4 bin 500 kadının başvurduğunu söylüyor. Şiddet gören bir kadının sığınmaevine yerleştirilmesi için çok fazla çaba harcanması gerektiğini, bu alanların kadınlar için daha kolay ulaşılabilir olması gerektiğine vurgu yapıyor. Sadece sığınmaevi değil, şiddet karşısında gizlilik kararı alınması da oldukça zorlaştırılmış. Kadınların mücadele ederek kazandığı 6284 sayılı Yasa’nın fiilen tarumar edildiği ve bu mahallede kadınların yaşadığı sorunlar bizzat ortada.
Doğan, Pendik’in İstanbul’da şiddetin en çok yaşandığı ikinci ilçe olduğunu, ancak yerelde bunun çözümüne karşı imkandan çok engellerle karşılaştıklarını vurguluyor: “Yerel seçim sürecinde kimin aday olacağı o kadar çok tartışılıyor ki nasıl bir yönetim biçimi olması gerektiği tartışmasına sıra gelmiyor. Biz kadınların sorunlarına çözüm arıyor ve yerel yönetimlerin de bu sorunlara çözüm üretmesini istiyoruz. Biz oy verdikten sonra kapılarından dahi geçemeyeceğimiz partilerin kadınlara bir çözüm olamayacağını çok iyi biliyoruz. Biz kadınlar seçimlerde görünür olmak istiyoruz. Bu ilçede hemen hemen her tarikatın uzantısı var ve kadınların, çocukların hayatını cehenneme çeviren bu yapılara karşı da mücadele ediyoruz. Ancak biz dernek olarak Hiranur Vakfı davasını takip ettiğimiz gün Pendik belediye başkanı cemaatin temsilcilerini ağırladı. Gıdaya, konuta ulaşım daha da zorlaştı, biz bunun bu seçimde daha çok gündem edilmesini ve çözüm üretilmesini istiyoruz. Kadınların karşısında değil, kadınların bizzat içinde olduğu bir yönetim istiyoruz.”
Aslan da parti adayları içinde dernek üyesi kadınları görmek istediklerini, çözümü birlikte aramanın yollarını tartıştıkları bir süreci beraber inşa etmeyi teklif ederek kadınlara şu çağrıyı yapıyor: “Bugün işçilerin, kadınların aday olduğu, yönettiği bir süreç yürütelim. Halkın, kadınların, gençlerin içinde olmadığı bir yerel yönetimin önemi yok. Ne yapacağına halkın kendisinin karar vermediği bir yerel yönetim halka yararlı olmaz.”
GÜÇLÜ BİR ALTERNATİF OLUŞTURMA UĞRAŞI
Halkın eleştirilerini, önerilerini, katkılarını almak üzere köy, yöre derneklerine, mahalle muhtarlarına da bir dizi ziyarette bulunuyor Aslan. Temel arayış; yerel seçim sürecinde, mevcut düzen güçleri dışında, bağımsız, demokratik ve halkçı bir seçenek oluşturmak bunun için de yereldeki tüm güçlerle bir araya gelmek.
Önce Ahmet Yesevi Mahallesi Muhtarlığına, Erzincan Tercan Başbudak köy derneğine, ardından Erzurum Çat ve çevre köyleri derneğine, Muş Varto derneğine uğruyor. Burada olan işçi, emekçi ve emeklilerle, mahallelilerle görüşüyor. Rantçı sermaye belediyeciliği gündem oluyor buralarda da. İmara açılan, rezerv alan ilan edilen mahalleler, yok edilen park alanları… Bir süre sonra sorular daha çok kimin aday olacağı, seçim taktiği üzerinde yoğunlaşıyor. Ne olacağı, partilerin tutumunun değerlendirilmesi merak konusu… Birlikte mücadele konusunda kendisini özne olarak ortaya koymak mahalleli için zor oluyor. Daha çok adayların çözüm yaratması bekleniyor. Ancak Emek Partisinin yıkmak istediği bir algı da bu. Bu buluşmaları yapıp bu tartışmaları yürütmesinin bir anlamı da. Halkçı bir belediyecilik seçeneğinin güç kazanması için her bölgede halkın doğrudan katılımı ile belirlenecek seçeneklerle güçlü bir alternatif oluşturma derdi var. Köy derneklerinin birinde, “Bu nasıl olacak peki” sorusuna Aslan şöyle yanıt veriyor: “Bu ülkede hak, demokrasi istiyorum diyenlerin birlikte oturup, yan yana gelip çözüm arayacağı bir süreçle.”
"BEKLEME HALİNDE KAYBEDEN İŞÇİ SINFI OLUR"
Güç birliği çabasının o günkü son durağı; EMEP Tuzla İlçe Örgütünde; metal, tekstil, petrokimya, tersane ve deri iş kollarında çalışan işçilerle yapılan buluşma. Filistin’deki işgale karşı AKP iktidarının tutumundan, NATO’ya, kalkınma planından geçim sorununa kadar birçok konu yatırılıyor masaya. Seçim taktiği ve pratiği tartışılıyor. İşçilerden fikir alınıyor. İşçilerin birlikte mücadele için neler yapabileceğine dair tartışma sürdürülüyor. İşçiler, iş yerlerinde bu tartışmaların nasıl sürdüğüne dair örnekler veriyor. Bir tersane işçisi, “Genel seçimlerden bugüne bile değişim var. Filistin’deki işgale karşı iktidarın tutumu bunu çok etkiledi. Emeklilerin 7 bin 500 liraya mahkum edilmesi bunu çok etkiledi. Daha önce ‘AKP karşısında Allah olsa AKP’ye oy veririm’ diyen tersanedeki işçi arkadaşımız üyelikten istifa edip tepki göstermiş, artık oy vermeyeceğini söylüyor. AKP’ye güven iyice sarsıldı. Bu gibi örneklerle daha sık karşılaşıyorum ve AKP’nin İstanbul’u kazanacağını düşünmüyorum” diyor.
Bir başka işçi önemli bir soru ile giriyor söze: “Halkın tepkisi var evet ama asıl olan o halkın kendisini nerede konumlandıracağı. AKP’ye tepkili ama CHP’ye de oy vermek istemiyor.” Sözü devralan bir başkası “Tuzla’da işçilerin kendi çıkarları için bir siyaset yaptığı yerel seçim taktiği bize kazandırır. Buna ivme kazandıracak kararlar almamız lazım. Bu bekleme halinde seçimin kaybedeni işçi sınıfı olur” diyor.
Seyit Aslan kimin aday olacağı, kimin kazanacağı tartışmasının önemini vurgularken aynı zamanda yerel seçim tartışmasını bunun dışına da çıkarma gayretinde. İşçilere söylediği şu benzetme oldukça dikkat çekici: “Partimizin burada etkili olduğu, karşılığı olduğu yönünde bir izlenim edindim bugün burada. Bunu seçimde örgüte dönüştürmek, evet oy almak ama asıl olan partimizi büyütecek temeller oluşturmak bize kalacak olan. Sadece sandık siyaseti, oy siyaseti bir eleği salladığımızda emeklerin, uğraşın delikten akıp gitmesine neden olur, seçim eleğinde elde kalanlar en temelde, en yerelde bir birleştirici gücü bırakmalı ardından, bunu devam ettirmeli…”