Doç. Dr. Ümit Akçay: Boş tencere örgütlenmediği sürece iktidara zarar vermiyor
İktisatçı Doç. Dr. Ümit Akçay, “Boş tencere kendi kendine hiçbir iktidara zarar vermiyor. Onun toplumsal talep haline gelmesi, toplumsal bir güç haline geliyor olmasıdır iktidarları götüren.”
Ümit Akçay | Fotoğraf: Arda Funda
Serpil İLGÜN
Öngörüldüğü üzere 31 Mart seçimlerini, işçi ve emekçiler açsından mayıs seçimleri dönemine kıyasla çok daha bozulmuş bir ekonomik tabloyla karşılıyoruz. Asgari ücretten emekli maaşlarına, yüzyılın müjdeleri olarak sunulan zamların daha ceplere girmeden erimesi, 10 bin liraya çıkarılan en düşük emekli aylığının açlık sınırının altında kalması halkın ana gündemi olmayı sürdürüyor. Tablo böyle olunca, genel seçimde de sorulan “Boş tencere iktidarı götürür mü” ya da “Ceza keser mi” soruları, siyasal mühendisliklerin, aritmetik hesapların arasında kendine alan açmaya başladı.
Yüksek enflasyon, eriyen ücretler ve düşen alım gücü genel seçimde AKP ve Erdoğan’a oy kaybettirse de sandıktan birinci çıkmasını engellememişti. Peki, geçim derdinin daha da büyümüş olması, yerel seçimlerde farklı bir sonuç getirebilir mi? İktidarın aks değiştirerek “rasyonel politikalar”a dönüş yaptığı ekonomi politikası nasıl ilerliyor? Muhalefet, iktidar aleyhine seyreden şartları ne kadar kullanabiliyor? İktidar “kentsel dönüşüm-inşaat” vaadine neden sarılıyor? Doç. Dr. Ümit Akçay yanıtladı. Akçay’a, Merkez Bankası Başkanı Gaye Erkan’ın hedef alınmasının arka planını da sorduk.
Yüksek enflasyonun, aşırı hayat pahalılığının yerel seçime nasıl yansıyacağına geçmeden, anımsatır mısınız, 2023 ile 2024 arasında ekonomi politikaları açısından en belirgin farlılıklar ya da benzerlikler neler?
Bazı değişimler ve bazı süreklilikler var. Değişimin en önemli yanı tabii ki faiz politikası. Faizlerin artışı kredi olanaklarını daralttı, özellikle tüketici ve konut kredisini iyice zorlaştırdı. Bu da zaten reel ücretleri gerileyen, alım gücü gerileyen insanların daha da zorlanmasına yol açtı. Bir diğer değişiklik, makro politika alanında KKM’de yaşandı, KKM yavaş yavaş tasfiye ediliyor. En belirgin süreklilik ise ücret baskılaması konusunda oldu. Nebati döneminde de ücretlerin baskılanması söz konusuydu, Şimşek döneminde de baskılanma devam ediyor. Dolayısıyla 2024’e gelirken barınma krizi, asgari ücretleşme ve hayat pahalılığı krizini bir arada görüyoruz. Ama hâlâ bir ekonomik krizden bahsedemiyoruz çünkü ekonomik daralma hâlâ gerçekleşmedi.
Mehmet Şimşek yönetiminin de istediği buydu?
Evet. Zaten daha sert bir faiz artışının, yani şimdilerde yüzde 40’ları aşan faiz artışının ilk haftalarda yapılmamasının nedeni de buydu. Sert bir şekilde ekonomide frene basmak ve ekonomik krizin gelmesini değil, yavaşlamanın kademeli bir şekilde olmasını amaçladılar. Bunda bir ölçüde de başarılı oldular. Ancak bugün iktidar açısından temel sorun şu, ekonomide yavaşlama başladı. Sanayi üretiminde daralma başladı ki bunun en önemli sonucu istihdamda kayıpların başlaması. Kasım verilerine göre 230 binin üstünde istihdam azalışı var. Bu pandemi döneminden beri ilk kez oluyor. İşte ekonomik konuların seçime yansıması konusundaki esas gösterge bu. 2023’te kamuoyundaki yaygın söylemin aksine işsizlik azalıyordu ama şu anda artmaya başladı.
Bu, şu yüzden önemli: Anımsanacaktır, AKP 2019’da seçim kaybettiği zaman yine bir döviz krizi sonrasında sert faiz artışları yapılmıştı. Sonrasında işsizliğin yüzde 14’lere çıktığı bir dönem yaşandı. AKP, o dönemde kaybetti belediyeleri.
Seçime iki ay var ama bunu yine bekliyor musunuz?
İşsizliğin kısa sürede yüzde 14’lere çıkmasını beklemiyorum ama 2023’ten farklı olarak rüzgarın karşıdan estiği bir dönem olacak.
KENT RANTINDAN ORTA VE ALT SINIFLAR DA YARARLANIYOR
“Yerel seçim dinamiği farklıdır, genel seçimlere benzemez” sözü yıllardır söylenegelir ancak Türkiye’de yerel seçimler ve taşıdığı özgünlük eritilip, giderek daha fazla genel seçim havasına büründürülüyor. Bu ekonomi tablosunda, ekonomi-seçim ilişkisi yerel seçimde nasıl cereyan edecek? Özellikle iktidarın almayı en çok istediği İstanbul için?
İki konu önemli. Bir tanesi barınma krizi konusu. Çünkü mayıs 2023 seçimlerinde iktidar partisinin oyları büyük kentlerde düştü. Bunun temel nedenlerinden biri barınma krizi ve hayat pahalılığının büyük kentlerde daha çok hissediliyor olmasıydı. O nedenle İstanbul seçimin odağındaysa eğer, İstanbul’da muhalefetin bu avantajı hâlâ sürüyor. Ancak orada siyasi stratejiler devreye giriyor. Murat Kurum ismi o açıdan önemli sayılabilir. Çünkü Kurum’un vaadi, AKP’nin uzun yıllardan beri yaptığı kent rantının yaratılması ve dağıtılması.
Nitekim, adaylığı ilan edildiğinde yaptığı ilk konuşma, “Deprem tehlikesi var, bu tehlikeyi kentsel dönüşümle çözeceğiz” oldu. Bu vaat, salt üst sınıflar ya da inşaat sektörüne, sermayeye yönelik bir vaat mi?
Hayır, bu sadece üst sınıflara, inşaat şirketlerine bir göz kırpma değil. Türkiye’deki imar affı sırasında Murat Kurum’un etkin olduğunu, İstanbul’da da 1 milyonun üzerindeki konutun ya da yapının imar affından yararlandığını düşünürsek, böyle bir hafızası da var İstanbul seçmeninin. Dolayısıyla yine bir ekonomik vaatle çıkıyor toplumun karşısına AKP. Bütün bu zorluklar karşısında, işsizlik de artarken, bir şekilde insanların içinde bulundukları konutun değerlenmesi ya da güçlendirilmesi ya da etraflarına yapılacak yatırımlar nedeniyle o bölgedeki konut fiyatlarının artıyor olmasından yararlanacak kesimler var. Yani sadece en üst gelir kesimi değil, orta, hatta alt kesimler de bu kent rantından yararlanabiliyor. AKP, kent suçları işleme pahasına, bu rant yaratma ve dağıtma işini kendince iyi bir şekilde yönetti bugüne kadar. AKP, “Barınma krizi için ne yapabiliriz” sorusuna, kent rantını yeniden dağıtma iddiasıyla yanıt veriyor. Muhalefetten böyle bir şey görmüyoruz. Yine aynı 2023’te olduğu gibi stratejisiz bir muhalefet var karşımızda. Belki 2023’ten daha kötü olarak da dağınık bir muhalefetle seçime giriyoruz.
MUHALEFETİN EKONOMİ VAATLERİNİ İKTİDAR YERİNE GETİRİYOR
Buradaki temel handikaplardan biri düzen muhalefetinin 2023 seçimlerinde önerdikleri ekonomi politikasının bugün Mehmet Şimşek yönetiminde uygulanıyor olması, ne dersiniz? İktidara bu nedenle takdir sunan bir muhalefet, ekonomi silahını ne kadar kullanabilecek?
Evet, muhalefetin ekonomik vaatleri şu anda iktidar tarafından yerine getiriliyor. Neydi bunlar, faiz artışı, rasyonel politikaya dönüş ve liyakat. Mehmet Şimşek gibi, Gaye Erkan gibi, Cevdet Yılmaz gibi finans piyasalarında tanınan kişilerin göreve gelmesiyle muhalefetin söyledikleri temelsiz kaldı. Dolayısıyla makroekonomi açısından Mehmet Şimşek yönetimine herhangi bir eleştiri zaten görmüyoruz. CHP’de bir düzeyde var ama zaten DEVA ve Gelecek’te yok. Çünkü çok muhtemel ki Şimşek yerine Babacan olsaydı aynı işi yapacaktı. Ya da İyi Partideki Bilge Yılmaz olsaydı. Karşımızda bu anlamıyla iktidarla bütünleşmiş bir muhalefet tablosu var.
Nitekim, enflasyon ve emeklilere, çalışanlara yapılan zammın yetersizliği eleştirisi dışında bir söylem gelmiyor.
Enflasyon eleştirisinde de oldukça yetersiz. Evet, emeklilerin durumu çok kötü, perişan ama seçim öncesinde AKP’nin bir artış daha yapması çok zor bir ihtimal değil. Dolayısıyla bu talepleri seslendirmek çok bir şey ifade etmiyor. Çünkü boş tencere kendi kendine hiçbir iktidara zarar vermiyor. Onun toplumsal talep haline gelmesi, muhalefet tarafından bu taleplerin örgütleniyor olması, toplumsal bir güç haline geliyor olmasıdır iktidarları götüren. İnsanlar enflasyon ve barınma krizinden oldukça zarar görüyor elbette ama bu yakınmaları toplumsal güç haline getirecek siyasi özne olmadıkça boş tencerenin iktidar aleyhine işlemesinin siyasi sonuç vermesi oldukça güç.
İSTİHDAMIN HÂLÂ TUTULUYOR OLMASI TEPKİLERİ BASKILIYOR
“İktidarın seçim öncesinde bir maaş artışı daha yapması zor değil” dediniz. Aleyhinde olan ekonomik tablonun seçimde çıkaracağı faturayı azaltmak için ekonomi cephesinde başka hangi enstrümanlar beklenebilir?
Seçime kısa bir süre var. Açıkçası seçmenin davranışını değiştirecek büyük bir değişim olacağını sanmıyorum. Yani şu anda neyse, iki ay sonra da aşağı yukarı durum aynı olacak. Dediğim gibi, iktidarın deprem korkusunu da kullanarak kentsel dönüşüm ve kent rantının yeniden dağıtılması vaadinin güçlü bir ekonomik bir vaat olduğunu düşünüyorum. Bunu kullanacaklar muhtemelen. Özel olarak büyükşehirlerde yaşayan memura kira yardımını da içeren bir paketten söz ediliyor ama böyle bir şey olursa herkese vermesi lazım. Bu yapıldığında aslında fiili olarak bölgesel asgari ücrete de geçilmiş olacak. Ancak bunun bir-iki ayda bir seçim vaadiyle çözülebilecek bir konu olduğunu sanmıyorum.
Metaldeki toplu sözleşme “yüzyılın zammı” müjdeleriyle bağlandı ama ücret artışı ve örgütlenme talepli eylemler de devam ediyor. Metaforu sürdürerek, kaynamayan boş tencerelerin sokağa iniyor olması iktidarı ne ölçüde baskılıyor?
Çok baskıladığını sanmıyorum çünkü çok cılız tepkiler var. Türkiye’de şu anda yaşanan hayat pahalılığı krizi çok derin. İnsanlar çeşitli şekillerde bununla baş etmeye çalışıyor ama bununla orantılı bir tepki çıkmıyor. Çıkmamasının nedeni de hâlâ istihdamın tutulabiliyor olması. Eğer daha güçlü bir toplumsal tepki ortaya çıkacaksa, bunu işsizliğin daha da yükseldiği bir dönemde göreceğiz. Çünkü şu anda işini kaybetmeme çabası baskın duruyor. Dolayısıyla bu hâlâ tutuyor insanları. İstihdam daralmasının 250 bin, 1 milyon, 2 milyon kişiye ulaştığını görürsek o zaman bir anda hayat pahalılığının da bu kadar yüksek olduğu yerde insanlar feryat edecek ister istemez. O noktada değiliz henüz. Çok daha uzun vadeli örgütlü bir mücadele olsaydı, kitleler örgütlü olarak kalabilseydi, bu ekonomi politikasını uygulayan iktidara ceza kesilebilirdi. Ancak bugün böyle bir gücü arkasına alacak siyaset yok. Daha doğrusu siyaset böyle yapılmıyor.
Yine de gerek metal sözleşmelerinde, gerekse de açlık sınırı seviyelerinde kalsa da, asgari ücret ve memur/emekli maaşlarına yapılan zamların, tepkileri soğurmayı da içerdiği söylenebilir?
Tabii. Açıkçası beklediğimden daha yüksek artışlar gördük. Bu da makroekonomik politika açısından sert fren yapmama politikasının devam ettiğini gösteriyor. Yani, nasıl ki faizleri birdenbire yüzde 40’a çıkarmayıp firma iflaslarına yol açmamaya çalıştılarsa, şu anda da kemer sıkmayı tam anlamıyla gerçekleştiremiyor iktidar. Yerel seçimlerde en azından ekonominin aleyhte bir sorun yaratmaması için çaba sarf ediyorlar.
GAYE ERKAN, FAİZ POLİTİKALARINI SÜRDÜRMEDE ÖNEMLİ BİR KİŞİLİK DEĞİL
Malumunuz, Türkiye’nin bir de Merkez Bankası (MB) Başkanı Gaye Erkan’ın çeşitli iddialarla hedef alındığı bir gündemi oldu. Tartışmalara girmeyen Erdoğan 24 Ocak’ta sessizliğini bozarak Erkan’a sahip çıktı, dolayısıyla görevden alınacağı iddiaları da boşa düşmüş oldu ama Gaye Erkan neden hedef alındı? Erkan’ın hedef alınmasıyla Şimşek politikaları arasında bir ilişki kurulabilir mi?
Gaye Erkan’ın da, ailesinin de hırslı kişilikler olduğu anlaşılıyor. Bu biraz Özal dönemindeki Özal ailesinin bürokrasiyle ilişkisine benziyor. Bürokrasinin kurallarını esnetmesi, aileyle bürokrasinin iç içe geçmesi gibi konular, biraz Özal dönemindeki Özal ailesinin bürokrasiyle ilişkisine benziyor. Baba ve annenin banka içindeki rolü olması gereken son şey ama bunlar oluyor anladığımız kadarıyla. O nedenle çok göze battı.
Buradaki esas mesele, “Bunun bir toplumsal karşılığı var mı” sorusu. Bu konuda açıkçası şüphelerim var, çünkü Gaye Erkan bu faiz politikasını sürdürmede önemli bir kişilik değil. Yani politikaların simge ismi Gaye Erkan değil, Mehmet Şimşek. Gaye Erkan’ın gidip gitmemesi ana politika doğrultusunu değiştirecek bir konu da değil.
İktidara yakın sermaye çevrelerinin, faiz ve dolar kurundan rahatsız oldukları iddialarına nasıl yaklaşıyorsunuz?
Mevcut faiz artışından rahatsız olan kesimler elbette var ama ortaya dökülen olayların onların müdahalesiyle olduğunu sanmıyorum. Daha kurum içi bir tartışma olabilir. Merkez Bankası başkan yardımcılarıyla başkanın arası iyi olmayabilir ya da Şimşek’in Gaye Erkan’la arası iyi olmayabilir, bilemiyorum. Ama belirttiğim gibi, bunun toplumsal ya da sınıfsal bir karşılığı yok. Çünkü Erkan görevden alınsa bile, tam aksi istikamette faiz indirimini getirecek bir başkanın atanması ihtimali yok şu konjonktürde.
Şu ana kadar şunu yapmaya çalıştılar: Ödeme dengesi krizinden uzaklaşmak, rezervleri arttırmak, sermaye girişlerini sağlamak. Faiz artışlarının temel işlevi buydu. Bunda bir düzeyde başarılı da oldular, sermaye girişleri gerçekleşmeye devam ediyor, ödemeler dengesi krizi riski ertelenmiş oldu. Ama resmi enflasyon Şimşek yönetimi göreve geldiğinde, yani 2023 mayıs öncesinde yüzde 38’di, şu anda neredeyse iki katı düzeyde. O anlamda bir başarı ortada hâlâ yok. Bu durumda faizleri tekrardan düşürmeye başlamalarını beklemem.
SEÇİM ALINIRSA OTORİTERLEŞME PROJESİNİN ÖNÜ AÇILACAK
Erdoğan iktidarının, otoriter konsilidasyon olarak tanımladığınız, otoriterliğini ve kalıcılığını tahkim edecek bir seçim daha kazanması, ekonomide yeniden bir U dönüşüne alan açar mı?
Şöyle bir şansı var iktidarın, 2024’ün ikinci yarısında küresel düzeyde daha gevşek bir para politikasına geçilecek. ABD Merkez Bankası Fed’in bu yıl faiz indirimlerine başlaması söz konusu. Avrupa’da da benzer bir durum var. Dolayısıyla 2024’ün ortasından itibaren rüzgar iktidarın arkasından esmeye başlayacak. Daha bol para dönemi başlayacak küresel finansal konjonktür açısından. İçeride mevcut faiz oranlarını uzun bir süre devam ettirirlerse, sermaye girişlerinin daha canlı olması bekleniyor. Dolayısıyla iktidarın eli önemli oranda rahatlayacak ve bu siyasi otoriterleşme projesinin, otoriter konsolidasyon sürecinin devamı için daha çok yer açılacak maalesef.