Uzaya da gidilecek ama dünyada ne zaman kimse aç kalmayacak?
Kamu kaynaklarıyla karşılanan, sadece yolculuk bileti için 55 milyon dolar verilmiş bir çalışmanın tüm toplumun anlayabileceği biçimde, şeffaf şekilde süreçlerine kadar açıklanması gerekiyor.
Fotoğraf: NASA
Kaan BİÇİCİ
“Çok güzel manzara!”
Uzaya ilk çıkan insan olan Sovyet kozmonot Yuri Gagarin’in Dünya’yı “uzaydan” gören ilk insan olduğunda heyecanla defalarca kez söylediği o söz.[1] İnsanlığın o güne kadarki gelişiminin birikimi olan o eşik anı, yüzyıllardır evrene, doğaya, kendine dair merakının giderilmesine vereceği, o güne kadar verilmiş olan en net cevaplardan biri… Tabii bilimin araştırma “alanı” haline gelen uzaya dair çalışmalar sadece insanın “merakına” kalmıyor. Konu bir de bilimsel araştırma olunca da ne için yapıldığından, sonucuna dair çokça soru sormayı gerektiriyor. Araştırmanın fonlanmasından, en geniş tartışma başlığıyla kamu kaynaklarının nasıl kullanıldığı bu tartışmanın konusu elbette. Ancak bu genişlikteki tartışmanın kendisinin bir yazıya sığması pek de mümkün gözükmediğinden merceği bugünün tartışmasına tutalım. Ana akım medyada ilk Türk Astronot[2] olarak gündeme taşınan Alper Gezeravcı’nın Ax-3 göreviyle Axiom Space firmasından 55 milyon dolara bilet alınarak “deneyler” gerçekleştirmek üzere Uluslararası Uzay İstasyonu’na (ISS) gönderilmesi.
TİCARİ UZAY İSTASYONU KURMA HEDEFİ
Alper Gezeravcı’nın gönderilmesine gelmeden birazcık geriye gidelim. 55 milyon doların ödendiği Axiom-Space firması…
Axiom Space, dünyanın ilk ticari uzay istasyonunu kurma hedefiyle 2016 yılında kurulmuş bir şirket. Sonraları NASA’dan izinler alınmasıyla birlikte ISS’de ek modüller de kuracak, bunun için de şimdiden çeşitli “görevlerini” gerçekleştirmeye başladı. Tabii NASA’nın bu izinleri vermesinin sebebi var; ISS’nin 2031’de kapanacak olması nedeniyle NASA üç şirketle (Blue Origin, Nanoracks ve Northrop Grumman Systems) ikame araçlar geliştirmek üzere ticari anlaşmalar imzaladı, ancak bu araçların zamanında hazır olup olmayacağı henüz belli değil. Axiom Space’in gönderdiği bu modüller ISS'ye bağlanacak ve sonunda ayrılarak uzayda serbest yüzen “ticari” istasyon haline gelecek. Şirket, yaşam desteği ve dört kişilik mürettebat odalarına sahip ilk ISS modülünü 2025'in sonlarında takmayı hedefliyor. Tabii bu görevlerin de seçilen mürettabatların da belli sebepleri var. Şirketin CEO’su Mike Suffredini’nin dediğine göre “İnsanlı uzay programlarını başlatmaya yardımcı olması için İtalya, Türkiye ve Suudi Arabistan gibi ülkelerden mürettebatlar” seçilmiş.[3]
8 Nisan 2022’de gönderilen ilk mürettebattaki bir kişi eski NASA astronotu iken, birisi girişimci, diğer iki kişiden de tanıtım metninde iş insanı ve “hayırsever (philantropist)” olarak bahsediliyor.[4] Bu yolcuların bilet maliyeti de toplam 55 milyon dolar. Bu grup da çeşitli deneyleri yapmak üzere gidiyor. ISS’de Kasım 2000'den bu yana biyoloji, tıp, malzeme bilimi ve fizik gibi alanlardaki araştırmalar sürdürüldüğünden muhtemelen bu deneyler de yeni kurulması hedeflenen modüllerin koşullarını incelemek açısından planlamış.
Yine 21 Mayıs 2023’de gönderilen Ax-2 görevinde de görev amacı olarak “çabaları, dünyanın ilk ticari uzay istasyonu inşa etmek ve işletmek için gereken temel zemini oluşturmaya dönük (…) çeşitli deneyler gerçekleştirmek” olarak açıklanmıştı.[5] Suudi Arabistan bu görevle birlikte ilk Suudi astronotlar olmuş olan Ali Alqarni ve Rayyanah Barnawi adlı iki kişiyi gönderdi. Bu da Axiom Space ile Suudi Uzay Komisyonu tarafından temsil edilen Suudi Arabistan Krallığı ile ulusal uzay programını genişletmek ve ilk Suudi ulusal astronot programını geliştirmek üzere imzalanan anlaşmanın sonucu olarak gerçekleştirildi.
Gelelim Alper Gezeravcı’nın da içerisinde olduğu Ax-3 mürettebatı ve görevine… Görev tanıtımı Axiom Space’in kendi sitesinde şöyle geçiyor: “ Uluslararası Uzay İstasyonu’na yönelik tamamı Avrupalı ilk ticari astronot misyonu olan Axiom Mission 3 (Ax-3), dünyanın dört bir yanındaki uluslar için alçak Dünya yörüngesine giden yolu yeniden tanımlıyor. Bu görev, ülkelerin uluslararası uzay topluluğuna katılmaları ve mikro yerçekiminde keşif ve araştırmaları ilerletmeleri için alçak Dünya yörüngesine erişmelerinde yeni bir fırsat dönemine işaret ediyor.” Mürettebattaki diğer isimlerden Wandt İsveç’ten ESA’nın (Avrupa Uzay Ajansı) astronotu olarak duyurulurken Alper Gezeravcı Türkiye’den Walter Villadei de İtalya’dan duyuruldu. Wandt ISS’teki vaktini sosyal medya hesabından paylaşan özellikle ESA’nın öne çıkardığı bir isim olurken Gezeravcı ve Villadei için durum baya farklı.
SİYASİ PROPAGANDANIN BİR ARACI OLARAK UZAY ÇALIŞMASI
İtalyan Walter Villadei’nin gidişi de İtalya’da başkaca tartışmalarla birlikte gerçekleştirildi. Özellikle kendi bulundukları misyonun adına latince “arzu, özgür irade” gibi anlamlara gelen “Voluntas” adı verildi.[6] Bu ismin verilme sebebi olarak da “Latin toplumunun kurucu değerlerinden biri olan 'ötesine geçme arzusunun' yansıtılmak” istendiği dile getiriliyor. İtalya’da da uçuş programının esas gündem edildiği ve tartışmalara müdahale edilen yer ise bilimsel çalışmalar. Özellikle Alzheimer’a dair yapılacak çalışmanın “bilimin topluma katkısı” açısından önemli olacak bir şey olacağı gibi bir anlatı hakim. Yine geçtiğimiz günlerde Villadei ile görüşen İtalya’nın sağ popülist, faşist başbakanı Giorgia Meloni ise görüşmeye Kolezyum’dan bağlanmış ve Villadei’yi “Kimliğimizin ve bin yıllık tarihimizin en olağanüstü sembollerinden biri olan Kolezyum'dan sanal olarak da olsa sizinle birlikte gemide bulunmaktan büyük memnuniyet duyuyorum" şeklinde selamlamıştı.[7]
Gezeravcı ise hemen üçüncü gününde Erdoğan ile görüşme gerçekleştirmiş, özellikle “bayrak”, “devlet”, “savunma sanayii” gibi anahtar kelimeleri kullanmaya özen gösterecek biçimde bir diyalog sürdürmüştü. “Kendimize olan özgüvenimizi ayağa kaldırmamıza ve pekiştirmemize imkan tanıdınız” diyerek Erdoğan’a minnettar olduğunu söyleyerek konuşmasına başlamıştı. Ardından özellikle bir deneye dikkat çekerek “savunma sanayii için önemli bir çalışma olduğunu” dile getirmişti.[8] Erdoğan da yine konuşma sonrasında bu çalışmanın “ilham” kaynağı olacağından bahsedecek, deneylerin “milli gelişme” için önemli olduğuna özel vurgular yapmaya devam edecekti. Peki gerçekten de bu deneyler memleketin “istikbali” açısından bu kadar önemli mi ya da bu deneylerin yapılmasına nasıl karar verildi?
Gezeravcı’nın da Erdoğanın da ve medya organlarında da bu anahtar kelimelerin, özellikle "savunma sanayiiyi" kullanma sebebi Türkiye Uzay Ajansı'nın geleceği açısından tıpkı NASA gibi askeri sanayii şirketlerine ve birçok şirkete, kuruma ihaleler üzerinden fon aktarımı planı gibi gözüküyor. NASA’nın ihale verdiği şirketlerin büyük çoğunluğunu savaş sanayisine yatırım yapan şirketler oluşturuyor. Özellikle Türkiye’de de bu alanda faaliyet gösteren şirketlerin sayısının da artışa geçtiği ve siyasal iktidarın da seçim dönemi propagandasından ülkenin herhangi bir gündeminde öne çıkardığı hamasi propaganda düşünülürse siyasi propagandası açısından da bölgede güttüğü emperyalistlerle ilişkisi açısından da savaş sanayisinin gelişimi önem kazanıyor. Toplam duruma bakılırsa da görüleceği gibi hedef uzay değil, savaş sanayisi...
“KAPALI KAPILAR ARDINDA” PLANLANAN DENEYLER
Gezeravcı’nın toplam 13 deney gerçekleştireceği açıklanmıştı. Bu deneyler ise 2022 yılında açılan TÜBİTAK UZAY’ın “Türk Uzay Yolcusu ve Bilim Misyonu” çağrısının altında “Bilim Misyonu” projesi olarak duyurulmuştu.[9] Her TÜBİTAK projesinde olan çeşitli başlıkları içerdiği gibi daha özel olarak ISS’de yapılan deneylere de referans veren bir proje çağrısıydı. Bilimsel katkı, değer, maliyet, takvim, yapılabilirlik ve Uluslararası Uzay İstasyonu altyapılarına uyumluluk gibi başlıklar proje başvurusunda doldurulması istenilen başlıklardı. Ancak sonucunda seçilen projelerin hangi kriterlere göre seçildiğine dair bir açıklama yayınlanmadı. Bugünlerde ise Türkiye Uzay Ajansı’nın sosyal medyasında Gezeravcı’nın her gün yapacağı deneyler belli kavramlarla duyuruluyor. Tabii bunların açıklanmama sebebi olarak “bilimsel çalışmanın gizli kalması gerekliliği” gibi bir şey doğrudan düşünülebilir. Ancak kamu kaynaklarıyla karşılanan ve sadece yolculuk bileti için 55 milyon dolar verilmiş bir çalışmanın, tüm toplumun anlayabileceği, şeffaf bir biçimde ve tüm süreçleriyle açıklanması gerekiyor. Biz açıklanan kadarı üzerinden bakmaya çalışalım.
İlk deneylerden birisi Yaşar Üniversitesi Tarım Bilimleri ve Teknolojileri Fakültesi Dekan Vekili Prof. Dr. İsmail Türkan, Ege Üniversitesi öğretim üyeleri Doç. Dr. Rengin Özgür Uzilday ve Doç. Dr. Barış Uzilday'ın proje yöneticisi olduğu "Ekstrem Halofit olan Schrenkiella Parvulanın Tuz Stresine Verdiği Yanıtların Uzay Ortamında Araştırılması"[10] deneyi oldu. Projenin başındaki isim İsmail Türkan, 2020 yılında Ege Üniversitesi’nde öğretim üyesi iken TÜBİTAK 2020 Bilim, Özel, Hizmet ve Teşvik Ödülleri kapsamında verilen “TÜBİTAK Bilim Ödülü” kategorisinde temel bilimler alanında bilim ödülüne layık görülmüştü. Türkan, ödülü Erdoğan’ın elinden almıştı.[11] Çalışma açısından özellikle uzaydaki tarım açısından önemli olacağı söylenen çalışmanın aynı zamanda bitki toleransı açısından da önemli sonuçlar doğurma “potansiyelinden” bahsediliyor. Aynı röportajda Uzilday “Türkiye'nin milli uzay programında” yer almanın da onlar açısından gurur kaynağı olduğunu ve fırlatma sonrası ağladıklarını belirtmeden de geçmiyor.
Bir diğer çalışma olan “Uzay İçin Yeni Nesil Alaşımlar” başlığındaki TÜBİTAK MAM’dan Ömür Can Odabaş’ın sorumlu olduğu bu projede de “uzay, havacılık ve savunma sanayii için yeni nesil malzeme geliştirme” vurgusu dikkat çekiyor.[12] Yine Nişantaşı Üniversitesi’nde araştırmalarını sürdüren, aynı zamanda girişimci olan Oğuzhan Aydemir’in de projesi yer alırken projeye Haliç Üniversitesi’ndeyken başvurmuş ve Acıbadem’de çalışmalarını sürdüren Prof. Dr. Gökhan Aydemir’in de deneyi, yapılacak deneyler arasında.
Tek tek diğer deneylere dair de en azından bir paragraflık açıklamalar bulunacağı gibi deney sonuçlarının nasıl değerlendirileceği ya da hangi kişi, kurum ya da şirketler ile nasıl anlaşma yapıldığına dair hiçbir şeffaflık bulunmuyor. Örneğin “Uzay Görevleri için Mikroalgal Yaşam Destek Üniteleri” başlıklı deneyin sorumlusu Boğaziçi Üniversitesi’nden Berat Haznedaroğlu, geçtiğimiz günlerde bir takipçisine cevap verdiği tweetinde “bütçe konusunda net bir bilgisinin olmadığını” belirtti.[13] Deneyiyle, çalışmasıyla bir parçası olduğu işin bütçesinin bu kişiyle bile paylaşılmadığı bilimsel çalışmaların çıktısından ne amaçlandığını, tarihsel/toplumsal olandan doğru biz çıkartmaya çalışalım.
SERMAYENİN İHTİYAÇLARINA GÖRE ŞEKİLLENEN PROJELER
Bilimsel araştırmaların fonlanması ve seçilmesi ülkeden ülkeye, kurumdan kuruma değişiklik gösterebiliyorken genel olarak “şeffaflık”, “tarafsızlık” ve “bilimsellik” standartlarına dayanan bir değerlendirme süreci amaçlanır. Tabii bu araştırmaların fonlanmasında genellikle devletler, özel kuruluşlar veya vakıflar yer alıyor. Ancak bu sürecin bugüne gelişinde 70’ler ve 80’ler sonrası neoliberal politikaların etkisi oldukça değiştirici oldu. Toplumsal hayatın her alanını özelleştirmeye, “sektörleştirmeye” çalışıp piyasaya açan bu politikalardan elbette üniversiteler ve bilimsel araştırmalar da nasibini fazlasıyla aldı. Özel şirketlerin, aynı zamanda vakıflar üzerinden yine benzer isimlerin “yatırım” adı altında proje çağrıları, fonları artarken bir yandan da buralarda sürdürülen çalışmalara devletlerin “teşvikler” yağdırdığı bir süreç takip etti. Üniversitelerin bilimsel araştırma fonları “üniversite-sanayi işbirlikleri” adı altında sanayinin ihtiyaçlarını gözeten çalışmaların “yıldız” olacağı bir süreci getirirken “ürünleştirme”, “patent”, “fikri mülkiyet” gibi kavramlar çok daha önemli hale getirildi. Bilim insanının çalışmasından ya da yaratıcılığından ziyade bu kavramlar üzerinden değerlendirmeler yapılırken doğa bilimlerinde de özellikle “ürün” çıkartma potansiyeli olan alanlarda fonların ve araştırma sayılarının pik yaptığı bir durum hâlâ sürüyor. Böylece “Ar-Ge” artık bu meselelerde en dikkat çekilen kavram oldu.
Bu süreçleri araştırmacıların, üniversitedeki akademisyenin, bilim insanının güvencesizliği izledi. Dün bu bilimsel araştırmaların sürdürülmesinin “işçisi” olan bilim insanı bu süreçler sonrası araştırma nesnesine de konusuna da yabancılaşacağı süreçlere teslim olmuştu. Umutlarını diri tutturmanın bir yolu da “girişimcilik” oldu. Üniversitedeki akademisyenlerin ya da araştırmacıların da “patron” olma hayali, onları bu süreçlerin tabiri caizse “esnafı” haline getirdi. Bütçeler üzerinden sermayesini artırma planları, fikri mülkiyet ya da patent gibi konularda uzmanlaşma eğitimlerine katılmak gibi birçok açıdan değişime sebep oldu. Gelinen noktada TÜBİTAK kurumunun Türkiye’de bugün bilimsel araştırmaların fonlanması, uluslararası fonların ya da proje çağrılarının planlanmasında başı çektiği bir durum var. Bu durumda günden güne artan sayıda şirketlerin fon çağrılarından vakıfların “yarışma” adı altında duyurduğu, günün sonunda üretilen şeylerin haklarını büyük oranda (ç)aldığı bir yerdeyiz. Tüm bunlar gözetilince “uzay çalışmasını” da ayrıca sorgulamamız gerekiyor.
Örneğin proje çağrısında her ne kadar “Deney malzemelerinin mülkiyeti ve deney sonrasında elde edilen çıktıların fikri mülkiyet hakkı TUA’ya ait olacaktır” maddesi yer alsa da bu hakların satılabileceğini ve paylaştırılabileceğini bildiğimizden ‘halk yararını gözetecek nasıl önlemler alınmıştır’ ya da soruyu doğrudan sormak gerekirse ‘alınmış mıdır?’ Yoksa bugün sürmekte olan çalışmalar gibi sanayinin, şirketlerin, sermayenin çıkarlarını gözetecek şekilde mi planlanmıştır? Muhtemelen bu sorunun cevabı “evet” olacaktır.
Ayrıca deneyleri sürdüren isimler arasında özel üniversitelerde ya da kurumlarda çalışan isimlerin yer aldığı düşünülürse hak talebinde yine bu kurumların da söz sahibi olması muhtemeldir. Böylesi bir süreç sonrasında “kiralık” bir araçta yapılmış bilimsel çalışmaların “halk yararına” ya da “memleket” yararına kullanılmasını beklemek hayaldir. Yine bir diğer önemli nokta, bu çalışmalar her ne kadar “özel” bir alanda yapılıyor olsa da bu deneylere dair fizibilite çalışmaları nasıl yapılmıştır ve süreç nasıl devam edecektir. Örneğin bu projelerin seçilmesinde böyle şeyler gözetilmiş midir? Bu soruları daha da çoğaltabiliriz elbette ama hepimiz emin olmalıyız ki bu soruların tamamı çok büyük ihtimalle bizim “kırıntı” düzeyinde yararımıza işler olacaktır.
Bir de Axiom Space şirketinin yaptığı diğer çalışmalara baktığımızda gördüğümüz çok net bir şey de var ki o da uzaya dair olanın özelleştirildiği, olabildiğince kamudan uzaklaşan amaçlar ve çıkarlar. Buradan doğru bugün yapılan çalışmalar, ‘bir şirketin kârını katlayabileceği yeni olanakların yaratılması için mi yapılmıştır’? sorularını aklımıza getiriyor. Uzay turizminden uzay madenciliğine evrenin her alanını “işgal” etmeye dönük çalışmalar hiçbir şekilde yararımıza olmayacaktır.
Gelelim tabii harcanan paralara, bütçe konusuna… Sadece bilet için 55 milyon dolar harcanırken bilimsel çalışmalar için ne kadar harcandığına dair bir bilgi yer almıyor. Örneğin açıklanan 2023 bütçesinde Türkiye Uzay Ajansı’na ayrılan bütçenin 1 milyar 618 milyon 2 bin lira olduğu gözetilirse (53 milyon dolara yakın) tüm bütçenin de bu işe aktarılamayacağı düşünülürse, geri kalan bütçenin hangi kaynaklar tarafından karşılandığı da önemlidir. Kaldı ki TÜBİTAK’ın en yüksek bütçeli projesine (TÜBİTAK-1001) bakacak olursak da proje destek üst limiti yani bir proje bütçesinde yazılabilecek en yüksek bütçe 1.650.000 TL’dir.[14] Yani sadece bilet bütçesiyle dahi 1000 tane en büyük projeden yapılabilir. Tabii bu kaba hesabın kendisi oldukça basit düzeyde olsa da bu “devasa” bütçenin böylesi bir alanda kullanılmasının kararı neler gözetilerek, kimler tarafından verilmiştir, bunu sormak oldukça önemli. Ya da çok yakın zamanda İTÜ Jeoloji Mühendisliği’nden Cenk Yaltırak, alandaki “en büyük proje” olarak hatta özel bir banka tarafından fonlanan “Marmara Bölgesi'nde yeryüzünün deprem davranışının ve binaların buna tepkisinin” ölçüleceği çalışmanın “6.1 milyon Euro” ile fonlandığını duyurdu. Böylesi bir büyük proje için gerekli fon dahi “bilet parasından” oldukça az kalırken, hatta büyük Marmara depremi gibi önemli bir konuda gerçekleştirilmesi gereken bir projeyken hangi beklentilerle ya da “çıkarlarla” uzay çalışmaları bugün öncelikli olmuştur? Elbette bu örnekleri sadece bilimsel çalışmalarla sınırlı tutmayıp kamusal kaynakların kullanıldığı her türlü alanla da genişletmek mümkün. Hatta şirketlere verilen teşvikler, şirketlerin silinen borçları, vergi indirimleri… Hepsi doğrudan buranın konusu.
BU KADAR “PARA” NE İÇİN GERÇEKTEN?
16 Temmuz 1969'da Apollo 11'in fırlatılmasını izlemek üzere bir milyondan fazla kişi Florida'nın Uzay Kıyısı'nda toplandı. Ancak, sivil haklar lideri Ralph Abernathy liderliğindeki Afro-Amerikan bir protesto grubu, fırlatma öncesinde NASA'ya gelerek Amerika'daki sosyal sorunlara dikkat çekecekti. Protestocular “Bir astronotu beslemek için günde 12 dolar, 8 dolara bir çocuğu besleyebiliriz” yazılı pankartlar taşıyordu. Abernathy önderliğinde topluluk; yoksulluk, açlık ve diğer sosyal sorunlara karşı harekete geçilmesini talep ediyor, uzay çalışmalarını da bu yönde eleştiriyordu.[15] Her ne kadar Apollo 11 sonrası bu konudaki protestolar azalmış olsa, daha sonrasındaki bilimsel çalışmalarda özellikle uzay çalışmalarında halkın tepkisinin, taleplerinin, ahvalinin dikkate alınması gerektiğini herkesin aklına kazımışlardı.
Bugün de "deneyler" denilerek, özellikle “gençliğe” dair çeşitli vaatler verilerek ya da “ilham” olduğuna dair iddialarda bulunularak meselenin önünün arkasının, hangi grubun ya da kesimin çıkarına olduğunun tartışılmasının önüne geçilmeye çalışılıyor. Ayrıca tamamıyla iktidarın propaganda aracı olarak kullanılmaya çalışıldığı bir durumla karşı karşıyayız.
Erdoğan, Gezeravcı ile konuşurken “gençlere ilham” olduğundan bahsediyordu ancak çok da geçmişe gitmeden o “gençliğin” durumuna çok kısa bakalım. MESEM’lerde sakatlanan, hayatını kaybeden meslek liseli-işçi gençler, üniversite mezunu olsun olmasın işsizliğe terk edilmiş işsiz gençler, bir yandan geleceksizlik kaygılarıyla boğuşan bir yandan okumaya çalışan öbür yandan da okumak için çalışmak zorunda olan üniversiteli gençler, sınav stresiyle ve imamlara açılan okullarla birlikte her gün bilimsellikten uzaklaşan müfredatıyla, kantin fiyatlarıyla yine kaygıların içerisinde boğulan liseliler… Liste ne yazık ki çok daha uzar. Gençler bunlarla boğuşurken kafasını göğe kaldırması salık veriliyor.
Toplumun diğer kesimleri açısından da yoksulluk, açlık, işsizlik hayatı kıskaç içine alırken “hayallerini” ya da “istikbalini” göklerde araması söyleniyor. Bugünün iktidarı kendi “istikbalini” göklerde ya da göksel olanda görüyor olabilir. Ancak tersine en dünyevi olanda kendi çıkarları doğrultusunda daha çok sömürüyle, açlıkla, yoksullukla sonuçlandırarak sürdürüyor. Bu memleketin büyük çoğunluğunu oluşturan insanların istikbalinin göklerde olmadığı, tersine en dünyevi olanda, en insani olanda ve onların da onu geliştirme değiştirme gücünde olduğu kesin. Çok uzak bir gelecekte eğer gökler “istikbali” haline gelecekse de bugünden onu insani olandan uzaklaştıran, onu evrenin toz parçacıklarının herhangi bir toplamı olarak gören bu sisteme karşı memleketin çoğunluğu kavgasını bugünden vermek zorundadır. Bizim istikbalimiz ancak bu kavgadan galip çıkmamızla gökler olabilir. O zaman dönüp o “çok güzel manzaraya” bir de göklerden bakmak merakımız olabilir.
Tüm bunlardan "uzay çalışmaları gereksizdir" sonucunu çıkarmak pek de doğru olmayacaktır. İnsanlığın toplam birikimi ve gelişimi sonucu bilimin nesnesi haline gelmiş, aynı zamanda insanın kendisinin de içerisinde bulunduğu doğayı ve evreni anlama, onu anladıkça kendisini de daha iyi anlamanın aracı olan bu uğraş kuşkusuz ki değersiz değildir. Ancak bu uğraşı esas değerli kılacak, toplumun yararlarını ve çıkarlarını gözetecek, onun yaşamından “uzak” ona “yabancılaşmış” olmayacak biçimde sürdürülmesi olacak.
İnsanın özgürleşmesinin aracı haline gelebilecek bu uğraşın kamusal kaynaklarla siyasal iktidarın propaganda malzemesi haline gelmesi, kolonyal hedeflerini bu dünyada olanca varlığıyla sürdürmeye çalışan emperyalistlerin uzaya, evrenin tamamına dair saiklerinin buna paralel biçimde şekillenmesi, şirketlerin-patronların avuç içlerini kaşıyarak takip ettiği “sektör” haline gelmesinin topluma ve insanlığa en ufak katkısı olmayacaktır.
Bilimin özgürleşmesi de hatta ve hatta doğanın, uzayın özgürleşmesi de insanın özgürleşmesinden, onun özgürlüğünün önündeki engelleri ve koşulları değişip dönüştürmesinden bağımsız değildir.
* Nazım Hikmet (Ay’a Gidilecek)
Ay’a gidilecek
daha da ötelere,
teleskopların bile görmediği yere.
Ama bizim dünyada ne zaman kimse aç
kalmayacak,
korkmayacak kimse kimseden,
emretmeyecek kimse kimseye,
yermeyecek kimse kimseyi,
umudunu çalmayacak kimse kimsenin?
İşte ben komünistim bu soruya karşılık
verdiğim için.
[1] Yuri Gagarin'in araca bindiği andan (fırlatmadan iki saat önce) Vostok-1 uzay aracı radyo alım alanını terk edene kadar Dünya ile yaptığı konuşmaların tam metni
[2] Kimi gazetelerde –özellikle iktidarın gazeteleri ve kanalları olarak bilinenlerde- ilk Türk olarak duyurulurken, kimisinde ilk Türkiye vatandaşı olarak duyuruldu. Hatta örneğin Yeni Şafak English’de “Türkiye’s 1st astronaut” (Türkiye’nin ilk astronotu) olarak duyurulurken Yeni Şafak’ın ana sitesinde “ilk Türk astronot” olarak duyuruldu. Kronolojik olarak bakılacak olursa da 1962 yılında Sovyetler Birliği tarafından gönderilen Andriyan Nikolayev Çuvaş Türkü’ydü.
[3] How Axiom Space took a giant leap toward building a commercial space station
[4] The next giant leap for humanity starts here. And now.
[5] Ax-2: The second private mission to the International Space Station
[6] Missione Ax-3, rinviato a domani lancio navicella pilotata dall'italiano Villadei: chi è
[7] Meloni collegata dal Colosseo con missione Ax-3 e Villadei
[8] Cumhurbaşkanı Erdoğan Türk astronot ile görüştü | Alper Gezeravcı: Burada deneyler yapıp sonuçları ülkemize getireceğim
[9] Türk Uzay Yolcusu ve Bilim Misyonu - Bilim Misyonu Çağrısı | TÜBİTAK UZAY
[10] Türk astronot Gezeravcı'nın uzaydaki ilk deneyi uzayda tarım çalışmalarına yön verecek
[11] Prof. Dr. İsmail Türkan, TÜBİTAK Bilim Ödülü’nü Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde düzenlenen törende Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın elinden aldı
[12] Türk Astronot Alper Gezeravcı’nın Uzayda Yapacağı 13 Bilimsel Deney - TÜBA
[13] Berat Haznedaroğlu'nun Twitter paylaşımı
[14] Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Projelerini Destekleme Programı - TÜBİTAK
[15] Why Civil Rights Activists Protested the Moon Landing