KESK muhalefet değil mücadele örgütü olmalıdır
11. Genel Kurul, örgütün en ileri unsurları denebilecek delegelerine, artan gericilik ve saldırılar karşısında yeni bir mücadele perspektifi ve umudu vermekten uzaktı.
Fotoğraf: Damla Kırmızıtaş/Evrensel
Nuri ÖNDER
Emek Hareketi İzmir Delegesi
Felsefe tarihinin en temel filozoflarından biri olan Sokrates, “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir” der. Başkalarının deneyimlerini gören, onlardan öğrenendir de aynı zamanda. Bu mütevazılığı Marx’ta da görürüz. “Ben sadece, benden öncekilerin ortaya koyduklarını toparladım” derken de, “Hegel’de ters duran diyalektiği ayaklar üzerine oturttum” derken de aynı mütevazılık vardır. Doğularını da verili durumun deneyimlerinden beslerler. Gerçeği akla, önermelere, kendi doğrularına uydurmak gibi alloplastik bir tutum yerine, gerçeğe uygun olan önermeler, doğrular ortaya koyma çabası içinde olmuşlardır.
22-24 Ocak arası toplanan KESK 11. Genel Kurulu için burada yapılacak olan değerlendirme; anlaşılacağı gibi, kürsüde gerçekleşen konuşmaların ve yapılan tahlillerin, verilen önergelerin, belirlenen, belirlenmeye çalışılan amaçların; emekçilerin özlük, ekonomik, sosyal talepleriyle ve birleşik mücadelenin ihtiyaçlarıyla ne kadar örtüşüp örtüşmediği çerçevesinde olacaktır.
KESK’İN GÖRÜLMEK İSTENDİĞİ YER İŞ YERLERİ DEĞİL
Öncelikle sosyal bilimlerin de temel kabulü olan ve Marx’ın da özetlediği insanlık tarihinin sınıflı toplumların tarihi olduğu gerçeğini unutmamak gerekiyor. Çünkü yaşama dair konuşulacak olan her şey, ekonomisiyle, kültürüyle, hukukuyla, hukuk tanımazlığıyla, suskunluğu, mücadelesi, örgütlülüğü, örgütsüzlüğü ile bu sınıf ilişkileri içinde belirir, şekillenir, bu ilişkiler içinde geniş emekçi yığınlar geriye düşer veya yeniden toparlanır.
Çizilen bu çerçeve içinde son genel kurul için büyük bir hayal kırıklığı ile (Aslında şaşıramıyoruz bile ama yine de insan hayal kırıklığı yaşıyor) şunu diyebiliriz ki KESK, ’89 Bahar Eylemleriyle başlayan, Zonguldaklı maden işçilerinin yürüyüşü ile devam eden sınıf hareketinin yarattığı havada yerini alan kamu emekçilerinin, karda bata çıka yürürken bıraktığı ayak izlerini adeta silmeye çalışan bir kar fırtınasına dönüşmekte ısrar etmektedir. Tabii ki bu durum, KESK’i yöneten sınıf dışı sendikal çizginin/çizgilerin KESK’e yüklediği anlam ve biçtiği role yaslanarak bugüne kadar bütün eleştirilere kulaklarını tıkaması, iş yerlerine sırtını dönmesi, kararları iş yerlerinin ihtiyaçları, gerçeklikleri üzerinden değil politik ihtiyaçlar üzerinden belirlemesinin bir sonucudur. Bu anlayışın/anlayışların KESK’i görmek istediği yer ne yazık ki iş yerleri değildir. Çünkü yolunu kaybetmiş bir toplumsal hareket sendikacılığının kendine kadar yeten ışığında, kulağa hoş gelse de siyaseten atanan meclisler vs. organlarla, tepeden siyaseten alınan kararlar, karşılığı olmayan eylemler örgüte ve emekçilere dayatılmakta ve adeta az olsun öz olsun ama bizden olsun denmektedir.
EMEKÇİLERİN SORUNLARI KONGREYE YANSIMADI
Herhangi bir okuldan, herhangi bir hastaneden, herhangi bir belediyeden veya vergi dairesinden sıradan bir emekçi yaşadığı sorunların çözümünün nerelerde konuşulduğunu görmek isteyerek KESK kongresinde bulunmuş olsa ne düşünürdü diye insan sormadan edemiyor. Çünkü emekçilerin iş yerlerinde yaşadığı sorunlar ne yazık ki ya hiç genel kurula yansımadı ya da bolca sarf edilen cümleler arasında kayboldu gitti. Örneğin iş yerlerinde en çok karşımıza çıkan “Neden ortak mücadele edilmiyor, neden birleşik mücadele örgütlenmiyor” soruları genel kurulda karşılık bulmadı. Mücadelenin iş yerlerinde birleştirilme olanakları yol ve yöntemleri konuşulmadı. Sağlık emekçilerinin maruz kaldığı ve zaman zaman ölümlerle sonuçlanan sağlıkta şiddete karşı ne yapılacağı, nasıl bir mücadele içinde olunacağı konuşulmadı, bununla ilgili bir karar alınmadı. Manevi destek adı altında önce hastanelerde başlayan şimdi de her kademeden okullara ÇEDES projesi adı altında sokulmaya çalışılan imamların görevlendirilmesi de konuşulmadı. Tüm Bel-Sen Antalya Şube delegesi “Toplu sözleşme neden genel kurulun gündeminde yok” diyerek, kendi şubelerinde yaptıkları toplu sözleşmeden örnek verdi. Ama KESK’in toplu sözleşmelerde takınacağı tutum, atacağı adım genel kurula damgasını vurmadı. Tüm kamu kurumlarındaki cemaat ve tarikat örgütlenmeleri de öyle.
NASIL BİR KONFEDERASYON?
Belki şöyle denilecektir; bu konular KESK’i oluşturan sendikaların genel merkezlerinin ve doğal olarak da ilgili iş kollarında örgütlü olan sendikalarımızın ve genel kurullarının sorunudur. Öyleyse KESK nedir? Gündemi ne olacaktır? KESK ayrı bir sendika gibi mi davranacaktır yoksa kendini oluşturan sendikaların genel merkezlerinin kendi iş kollarındaki emekçilerinin taleplerini ve mücadelesini ülke sathında birleşik bir güce dönüştürmenin koşullarını, yol ve yöntemlerini tartışan, bu konuda kararlar alan ve planlamalar yapan bir konfederasyon mu olacaktır?
Ancak tüm bu söylenenlerden veya söylenmeyenlerden sonra örgütün içinde bulunduğu bu durum karşısında karalar bağlayan bir KESK düşünülmesin. Zira toplu sözleşme yapamasa da üye yapmakla övünen, dördüncü konfederasyon olarak durumunu değiştirmek üzere örgütleme hedefleri belirlemek yerine emekliler için de sendika kurmayı görev edinen, kendi iş kolundaki emekçilerin sorunları yerine köylerde sağlık hizmeti alamayan kadınlara ulaşmayı hem sendikal görev hem de kadın hareketinin gerekçesi yapan, hak gaspları, kamunun tahliyesi vb. saldırılar karşısında emekçileri iktidar karşısında ortak mücadeleye kazanmak yerine, verilmeyen hizmetleri verme telaşına düşen, gittikçe küçülen sendikalar ve konfederasyonda bu küçülmeyi değil eş başkanlığı dert edinen bu sınıf dışı çizgi ne yazık ki sınıf örgütü olan sendikayı kantaron yağı gibi her derde deva olarak görerek iktidar karşısında önemli bir muhalefet odağı olmaktan, partilerin yapamadığını yapmaktan dolayı da övünmektedir. Toplumdaki başkaca sendika, dernek, parti vb. her türden demokratik yapıları adeta yok sayarak, hem bir parti, hem bir çevre örgütü, hem bir kadın ve LGBTİ derneği, hem otel ve konaklama hizmetleri vs. gibi işleri üstlenip her şeyin çözümünü kendinde görmeyi görev edinmiş ne olduğu belli olmayan bu yapıya dönüşmekte ısrar etmektedir. Oysa iş yerlerinden doğru mücadeleyi örgütleyen bir KESK, siyasi iktidarı gerileteceği gibi, işçi ve emekçilerden çalınan temel hak ve özgürlükleri bölgesel, yerel ve geçici olarak değil yeniden anayasal güvence altında kalıcı olarak var edecektir.
MÜCADELE PERSPEKTİFİ VERMEKTEN UZAKTI
Öte yandan iş yerleri ile bağları kopmuş, artık asıl mesleği yürütme kurulu üyeliğine dönüşmüş kişilerin hâlâ yürütmelerde yer bulması, bu kişilerin iş yerlerinden habersiz, kimin ve neyin ihtiyaçları üzerinden kararların altına imza atacakları sorununu da canlı tutmaktadır.
Son söz; bir sınıf örgütü olan ve böylece kendisini oluşturan sendikaların örgütlendiği iş yerlerini, bu iş yerlerindeki kamu emekçilerinin içinde bulunduğu durumu, umutsuzluğu, ruh halini, yenilgi duygusunu ve dağınıklığını ortadan kaldırmak üzere kongresinin gündemini belirlemek, önce kendini oluşturan sendika genel merkezlerinin iş yerlerinden yükselen taleplerini ve mücadelelerini, sonra tüm kamu emekçilerini, iş yerlerinden doğru bu talepler etrafında ortak mücadele fikrinde ve akabinde alanlarda birleştirmek üzere bir çaba içerisinde olmak. İşin aslı şu ki, KESK ve KESK’i oluşturan sendikalar ya bu temelde kendilerini gözden geçirecekler ya da geniş emekçi yığınları örgütlemekten uzak ve emekçilerin de örgütlenmekten kaçındığı, kendi içine kapanmış ve bir kesimin veya grubun politik ihtiyaçları yerine getirmek üzere sınırlarını belirlemiş bir muhalefet örgütü olmanın ötesine geçemeyecektir.
Ne yazık ki 11. Genel Kurul, örgütün en ileri unsurları denebilecek delegelerine, artan gericilik ve saldırılar karşısında yeni bir mücadele perspektifi ve umudu vermekten uzaktı. Kuşkusuz ki gelinen bu yol ayrımında seçimin ne yönde gerçekleşeceğini, emek hareketinin iş yerlerinden doğru yürüttüğü kesintisiz çalışma, sendikaların sınıf örgütü olarak iş yerlerinden doğru yeniden örgütlenmesi ve mücadele fikrine kazanılacak olan emekçilerin bu süreçte alacağı rol belirleyecektir.