03 Şubat 2024 04:34

Taşeron aldatmacası: Seçim öncesi ‘kadro’ oyalaması

Kamu hastanesi yemekhanesinde çalışan bir taşeron işçi kadın, çalışma koşullarını ve geçim sıkıntısını anlattı.

Fotoğraf: Hilal Tok/Evrensel

Paylaş

Hilal TOK
İstanbul

Taşeron işçiler kamuda kadro talebi için eylemler yapıp sesini duyurmaya çalışırken; aylardır siyasetçiler, Bakanlar ve sendikacılar “kadro sözü” vererek işçileri oyalıyor. Taşeron işçilere dair tek bir adım dahi atılmazken, taşeron işçiler bir tehlike ile daha karşı karşıya. Patronlar bu kez örgütlenme ve sendikalaşma karşısında, aynı yerde aynı işi birden fazla şirkete taşere etmeye çalışıyor. Yargıtay kararlarında bunu savunan değerlendirmeler bulunurken, hukukçular uyarıyor: “Bu işçilerin örgütlenmesi önünde büyük bir tehlike!”

Öte yandan Evrensel’e konuşan kamu hastanesi yemekhanesinde çalışan bir taşeron işçi kadın da, yaşadıkları zorluklar ve düşük ücretlerle yaşadıkları geçim sorunundan bahsediyor. Taşeron işçi olmanın halini anlatan yemekhane işçisi Ayşe ve taşeron işçilerin karşısında örgütlenmelerini engelleyecek yeni adımı Avukat Ahmet Ergin anlattı.

KADROSUZ, GÜVENCESİZ VE YOKSULLAR…

Kamuda ve belediyelerde çalışan taşeron işçilerin sayısı her geçen gün artarken, işçiler sık sık yaptıkları eylem basın açıklamalarında 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kamuda kadroya geçemeyen karayolları, hastane, güvenlikler gibi pek çok alanda kamuda çalışan 150 binden fazla taşeron işçi olduğunu vurguluyor. Başta Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay taşeron işçileri açıklamalarında gündeme alsa da herhangi bir eylem pratiği gerçekleştirmiyor. Siyasetçilerin ve bakanların evrildiği kadro sözü de hâlâ tutulmadı. Buna karşın işçiler, “Taşeron işçilere kadro sözlerin tutulması bu mağduriyetin giderilmesi istiyoruz” diyor. Onlardan biri de hastane yemekhanesinde çalışan Ayşe. Ayşe, “8-4 çalışıyorum. Stresten ağzımda sürekli aft çıkıyor. 8 senedir yemekhanede çalışıyorum, ne hakkım var?​” diyor. Ayşe şunları söylüyor: “Şirket ismi hep değişir ama sen yine aynı patronun taşeronusundur. Güvencesiziz. Çok zor koşullarda çalışıyor, kazanlar kaldırıyoruz. Bel fıtığı, diz yırtığı gibi meslek hastalıkları yaşıyoruz. Bileklerinden o kadar çok ameliyat olan var ki. Ben de ameliyat oldum dizimden, çok rapor alıyorum diye sürekli baskı. Hastanedeki en düşük ücret alanlarsa biz yemekhane işçileriyiz. Hem kadrosuzuz hem güvencesiz. Şu anda ameliyat olmam lazım bilekten sürekli laf ettikleri için erteliyorum. İş şartları ağır. Sağlığımızı verdik bu işe. Ağır kaldırmaktan omuzumda problem var. Sadece bende değil diğer arkadaşlarda da var. Belimde fıtık var, iğne ile çalışıyorum. Güvencesizlik bu demek işte. Şu anda bileklerim şiş, sizinle konuşurken ağrıyor.  Asgari ücretin bir tık fazlasını alıyoruz, neye yetiyor? Evde kendi yemeğimizi pişiremez haldeyiz. Yapılan zamdan da hiçbir şey anlamıyoruz. Devlet hükümet sesimizi duymuyor. Aynı çatı altında, sen aksın sen karasın sen o sun busun diyor. Ben de temizlik personeli gibi kadroya alınayım, sosyal haklar sağlansın, güvencem olsun. Hep bir korku yaşıyoruz. Çıkarılacak mıyım, açıkta mı kalacağım. Niye korkarak çalışalım? Yarınım ne olacak diye düşünelim? Biz kamu hizmeti yapıyoruz. Şirket el değiştirdikçe işten çıkarılıyoruz.”

Güvencesiz işçi olmak psikolojik olarak da çok yıpratıyor Ayşe’yi. İzin almak onun hemen kapı önüne konmasına neden olabilir: “Çalışan kadın her şeyden, evinden çocuğundan, soyutlanıyor. Çocuğumun bir toplantısına gidemem. Hasta çocuğuma izin alıp gelemem. Haftanın 6 günü çalışıyor, kendimize 5 dakika vakit ayıramıyoruz. O bir gün izinde de evin işleri ile uğraşıyorsun. Hastanenin içinde sanıyorlar ki kendine baktırırsın. Öyle değil, izin alıp da hastalığına bile baktıramıyorsun. İzin almak sıkıntı. Çocuğun hasta olur izin almak için kapılarda beklersin senin derdini anlayan olmaz. Çocuğun kapıda kalmış, işini bırakıp gidemezsin”.

"ÖZ-GIDA İŞ’TE GÜVENCE Mİ?"

Çalıştıkları yerde Hak-İş’e bağlı Öz Gıda-İş örgütlü. “Sendika ne yapıyor bu koşullar karşısında, o bir güvence değil mi?​” diye soruyoruz, “Sendika hiç gelip sormuyor ne yaşadığımızı, nasıl koşullarda çalıştığımızı. Daha önce haber verip izin almama rağmen hakkımda tutanak tutulunca sendika ‘imzala bir şey olmaz’ dedi. Benim yanımda değil de karşımda oldu. Sendikan patronun, hükümetin sendikası olunca o da güvenceli olmuyor” diye cevap veriyor.

"KENETLENMELİ, SESİMİZİ ÇIKARMALIYIZ"

Tüm Türkiye işçi sınıfının yaşadığı ücret sorunu taşeron işçiler için de büyük sorun, “Biz hep altta kalıyoruz, zam yapılsa bile her şeye zam geliyor, biz yine yerimizde sayıyoruz. Devlet taşeron işçiyi görmüyor. Sürekli kadro sözü veriliyor. Oyalıyorlar. Bizim daha çok sesimizi duyurmamız, kenetlenmemiz, yürek yüreğe verip sesimizi çıkarmamız lazım. Korkunun hiçbir şeye faydası yok. Stres ve öfke doluyuz, haksızlığa uğruyoruz. Bu kadar özveriyle çalışıyoruz, hakkımızı alamıyoruz. Yemekhane işçisi bütün hastaneyi doyuruyor ama kendisi doymuyor. Yorgunluk nedeniyle uyuyamıyorum, uykunun içinde uyuşan boynumu, omzumu, bileğimi açmaya çalışıyorum. Ruhen de fiziken de çok yoruldum. Çöküyoruz nasıl çökmeyelim. O kadar iş yapıyoruz karşılığı boş. Saygı da yok hak ettiğin ücret de yok. Biz değer görmüyoruz. İşlerine gelmeyince kapı gösterirler. Kapıları hep biliyoruz. Taşeronsun ya kapı sana görülüyor sana sürekli. Bunu hak etmiyoruz. İşçiler emeğinin karşılığını alsın, biz işçiler var diye bugün herkes var. Herkes emeğine sahip çıksın” ifadelerini kullanıyor.

TAŞERON İŞÇİNİN ÖRGÜTLENMESİNİN ÖNÜNE GEÇECEK YENİ FIRSATLAR YARATTILAR

Taşeron işçiye kadro sözü dahi tutulmazken, bir de taşeron işçilerin daha da hak kaybına uğrayacağı gelişmeler yaşanıyor. Avukat Ahmet Ergin, neden taşeron işçiliğin istendiğini, “Taşeronla amaçlanan işçiliği daha ucuza mal etmek, belli yükümlülüklerden, vergi SGK vs. gibi taşeronlar aracılığıyla kurtulmak gibi maddi amaçları var. Aynı zamanda işverenler taşeron uygulamasında işçileri bölüp parçalayıp yöneterek de ucuz işçiliği sağlıyorlar. Sendikal örgütlenmeyi engelleyip vahşi çalışma düzenini hayata geçirebiliyorlar böylelikle. On yıllardır yaygınlaşan ve sürekli geriye giden bir uygulama bu” ifadeleriyle açıkladı.

Ardından, Ergin, katıldığı yargıtay kararları değerlendirme sempozyumlarında karşılaştığı tabloyu şöyle anlatıyor, “Son dönemlerde yargı kararlarının, daha doğrusu iş hukuku alanındaki Yargıtay 9. Hukuk dairesi kararlarının tartışıldığı sempozyumlarda, milli komite Yargıtay kararları değerlendirme toplantılarında kimi akademisyenler eliyle dile getirilen bir tehlike var. O da şu: İş kanunu bakımından, işin bölünmezliği prensibi vardır. Kanun gereği yardımcı işlerin de bölünmemesi gerekiyor. Bazı akademisyenler ve kısmen Yargıtay bunu tüm işlerin bölünebilmesi üzerinden değerlendirmeye ve okumaya başladı. Asıl işi bölmeksizin, zaten özel uzmanlık gerektirdiği gerekçesiyle taşere edebiliyorlar. Alt işi de örneğin a şirketinin güvenlik işini bir tane güvenlik şirketine değil bir kısmı kendi bünyelerinde, bir kısmı a şirketine, bir kısmına b şirketine gibi verilebilir diyorlar. Bu işyerini tamamen bölme ve sendikal örgütlenmeyi imkansız hale getirme adımı aslında. İşçilerin tamamen örgütsüzlüğe, güvencesizliğe mahkum etme adımı. Bu yüzden oldukça önemli bir tehlike. Şöyle düşünelim. Bir yemekhanede taşeron işçiler aynı şirkete bağlı, örgütlenip sendikalaşabilirler. Ama bu uygulama ile, aynı yemekhanede tatlıcı a şirketinden, garsonlar b şirketinden, ana yemekleri yapanlar başka bir şirketten taşere edilirse bu işçilerin örgütlenmesi çok zorlaşacak ve daha çok güvencesizlik içinde kalacaklardır.”

ÖNCEKİ HABER

Boşanma aşamasında olduğu kadını öldüren sanığa ağırlaştırılmış müebbet hapis

SONRAKİ HABER

Sendikacılardan kamu işçilerine: Şimdi gidin 2025’te gelin

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa