05 Şubat 2024 05:59

6 Şubat için bir sicil kaydı: Sermaye ve devletin katliamı

Katliamın sorumluları ‘olay yeri’nde derhal açığa çıkmıştır. Yıkılan bölgeler, AKP’li yıllarda şahikasına varan çarpık kentleşmeyle mustariptir. Bu yapılaşmanın ekseni, sanayinin ihtiyaçlarıdır.

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Hakkı ÖZDAL

Savaşlar dışarıda bırakılırsa, Türkiye’de modern tarihin en ağır can kaybı bilançosunu yaratan 6 Şubat Maraş depremlerinin üzerinden bir yıl geçti. Yıldönümleri yalnızca teşrifatçı egemenler için değil -bambaşka nedenlerle olsa da - bizler için de önemlidir. Egemen güçlerin teşrifatı, yad edilen tarihsel olayın kendi öncesi ve sonrasıyla bağını koparır, tarihselliğini bir “evvel zaman içinde” anlatısıyla boğar. Bu, ‘zafer kutlamaları’ için de geçerlidir ‘bozgun yasları’ için de… Zaferler, onların elde edilmesinde mutlaka rol oynamış olan ezilenlerin rolünü silen bir kahramanlık teşrifatına bürünür. Bozgunlar ise egemenlerin sorumluluklarını gizleyen birer dram olarak anılır.

Oysa işçi sınıfının bilimi, bir olayın tarihselliğinde, kendinden binlerce yıl önceki olayların -bile- izini görür. An’ın görüntüsü ancak geçmişi ve hatta geleceği içeren bir çerçevede bütünlüklü anlam taşır. ‘Yıl dönümleri’ bu yanıyla hem bitmeyen bir öğrenme hem de bitmeyen bir hesaplaşmadır.

6 Şubat depremleri Türkiye için tarihsel bir olay ve onun muhtevasında hem öğreneceklerimiz hem de hesaplaşacaklarımız var. Elinizdeki deprem özel sayımız, bu bakımdan hem bir yıl sürmüş gelişmeler itibariyle de tutulmuş bilgi notlarını hem de aktör ve sistem düzeyindeki sorumlular için sicil kayıtlarını barındırıyor.

Şubatın ilk günlerinden başlayarak, dokunaklı fon müzikleri eşliğinde bir gözyaşı ve acı geçidine tanık olduk, olacağız. 17 Ağustos yıkımından sonra da böyle olmuştu. Her devrin egemenliği kendi yordamıyla tarih kumunu karmakarışık hale getirmeye çalışır; marşla ya da salâyla. Bizzat sorumlusu oldukları acıyı politik ve ekonomik bağlamından koparan, folklorik bir törene indirgeyen bir yıldönümcülük bu. Sonuçların hesabını vermediği gibi o sonuçları istismar eden, onlardan maddi ve manevi amaçlarla yararlanan bir düzenbazlık. Ama işte biz de kayıttayız…

* * *

6 Şubat depremleriyle ortaya çıkan büyük yıkım, iki temel alanda sonuçlar üretti. Bunlardan ilki Türkiye kapitalizmi ve onun dönemsel sahiplerinin, tam da bu yıkımın gerçekleştiği andaki görüntüsüdür. Deprem, zifiri karanlıkta çakan bir şimşek gibi, kapitalist üretimin ihtiyaçlarıyla zuhur etmiş, sermaye lehine kurulmuş kentlerin durumunu, ülkenin oldukça geniş bir bölgesindeki sınıf ilişkilerini ve toplumsal kuruluşu apaçık ortaya çıkarmıştır. Bu görüntünün dikkate değer bir başka yanı, 20 küsur yıllık AKP-Erdoğan siyasal iktidarının olağanüstü bir baskınlığa sahip olduğu bir coğrafyada gerçekleşmiş olmasıdır. ‘Olay yeri’ AKP’nin siyasal, sosyal ve kültürel havzasıdır. Kapitalist üretim ilişkileriyle siyasal gericiliğin iş birliği aynı ışığın altında suçüstü yakalanmıştır. Üstelik manzara bununla da sınırlı kalmadı. Deprem sonrası ve deprem vesilesiyle girişilen pek çok harekât, aynı güçlerin iş birliğini ve toplumla taban tabana zıt çıkarlarını topluma dayatma fırsatçılığını da aleni hale getirdi. Sıklıkla tekrar edildiği haliyle bir ‘kötülük iktidarı’nın icraatları değildir bunlar; çeşitli katmanlarıyla sermaye sınıfı ve onun siyasal temsilcilerinin, hiçbir büyük yıkımın durduramadığı sınıf savaşıdır.

Sonuçlarına bakılması gereken ikinci temel alan Türkiye toplumunun, ama özellikle de emekçilerinin, mazisi 40 yılı aşan bir yönetici sınıf basıncıyla hâkim hale gelmiş yapay bölünmüşlüğüdür. Bu olgu, özellikle depremi yakın zamanlı takip eden 14-28 Mayıs 2023 seçimlerinin sonuçlanmasının ardından ağırlığını daha çok hissettirdi. Derslerle doludur.

* * *

6 Şubat 2023 günü itibarıyla ortaya çıkan tablo bir ‘afet’ ya da ‘felaket’ tablosu değildi. İktisadi ve politik katmanları bulunan bir katliamdı. Özellikle depremin ardından gelen ilk günlerde, saatler içinde iki çok şiddetli deprem yaşanması ve bunların çok şiddetli olması; yıkımın büyüklüğüne ve neredeyse hiçbir arama-kurtarma, yardım çalışması bulunmamasına mazeret olarak öne sürüldü. Oysa bu, doğaya ait teknik bir konuydu. En büyük can kayıplarının yaşandığı Hatay, Maraş ve Adıyaman’da yıkımlar büyük oranda ilk depremden sonra yaşanmıştı zaten. Sorun, depremlerin büyüklüğü ve sıklığı değil; kentlerin kuruluşu, devletin öncelikleri, bizatihi bir alışveriş ve zenginleşme alanına dönüşmüş bulunan afet hazırlıklarının içler acısı hali, bir bütün olarak düzenin fonksiyonuydu. Bölgenin fay hatları üzerinde olduğu ve yapılaşmanın, deprem için riskli olan alüvyonlu ovalarda, üstelik kötü inşaat malzemesi ve teknikleriyle yapıldığı çok uzun dönemdir dile getirilmişti, getiriliyordu. Bu uyarılara kulak asılmadığı gibi; 5 yıl önceki seçimlerde, oy toplamak için, otobüsten halkın üstüne çay paketi atar gibi bir jestle imar affı çıkarılmış, tam da depremin vurduğu bölgede 305 bin kaçak binaya yapı ruhsatı verilmişti. Şimdilerde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olan Murat Kurum’un dönemin Şehircilik Bakanı olarak yol verdiği bu ‘ruhsatlı kaçak’ binalardan kaçının depremde tabuta dönüştüğünün sistemli bir bilgisi bile yok elimizde.

Son günlerde yeniden tartışma konusu olan resmi can kaybı hakkında devlete yönelik çok güçlü bir güvensizliğin olması anlamlıdır. On binlerce insanın, yaşadıkları derme çatma konutlara diri diri gömülmesi, canını bir şekilde kurtaranların soğuk, açlık, susuzluk ve enkaz altındaki yakınlarına ulaşamama çaresizliğiyle baş başa kalması, zaten daim olan bu güvensizliği pekiştirdi. Üstüne, önceliğin enkaz kaldırma işlemlerine verilmesiyle birlikte ortaya çıkan görüntüler, halen cenazelerin bulunduğu binalara sokulan iş makinaları, toplu defin işlemleri, özellikle kırsal alanlarda ‘devlet’ gelmeden çok önce gömülen cenazeler gerçek bir can kaybı bilançosu çıkarılmasını olanaksızlaştırıyor. Bu noktada konu, devletin bu bilgiyi ‘saklaması’ndan daha çok (ve daha vahim olarak) kendisinin bile bilmemesidir. Mevcut devlet insanları korumak, afetler karşısında gündelik yaşamı kolaylaştırmak ve kayıpları sistemli şekilde tespit etmek üzere kurulmadığından, böyle kriz anlarında gerçek fonksiyonu açığa çıkmaktadır.

Velhasıl 6 Şubat, koşullarının oluşumu zamana yayılmış, engellenmesi için yapılan çağrılara kulak asılmamış bir katliamdır.

Bu katliamın sorumluları ‘olay yeri’nde derhal açığa çıkmıştır. Yıkılan bölgeler, öncesi de bulunan ama özellikle 1980’den sonra hızlanan, AKP’li yıllarda şahikasına varan çarpık kentleşmeyle mustariptir. Bu çarpık yapılaşmanın ekseni, bölgedeki sanayinin ihtiyaçlarıdır. Geniş tarım alanlarında, yani elverişsiz zeminlerde, tarıma dayalı sanayi başta olmak üzere kapitalist üretimin ihtiyaçları doğrultusunda, kötü yapı malzemeleriyle ve denetimsiz, aflarla sisteme dönecek şekilde kaçak inşa edilen yapılar, ezici çoğunluğu o sanayide ya da onun saçaklarında çalışan emekçilere mezar oldu. Bölgede bulunan yerli sermaye, onlarla kopmaz bir bağ ilişkisi bulunan büyük burjuvazi ve uluslararası sermaye bu mezarları el birliğiyle kazmıştır. Bölgedeki kentler her anlamda emek cehennemi kentlerdir. Canlarını yitirenlerin ezici çoğunluğu da kapitalist üretimin afiyet ve selameti uğruna istiflendikleri çürük binalarda ölüme terk edilmiştir.

* * *

Aradan geçen bir yıl boyunca yaşananlar da katliamın sorumlularının pozisyonunda hiçbir değişiklik olmadığını gösteriyor. Geçtiğimiz yıl yüksek perdeden atılan “Kalıcı konutlar bir yıl içinde bitecek” vaatlerinin yanına bile yaklaşılamadı. İnsanlar konteynerlerde, çadırlarda, kulübelerde ve dahası çaresizce hasarlı binalarda barınmaya çalışıyorlar. Hatay’ın içme suyu sorunu çözülmüyor. Altyapısı çökmüş bölgenin insanları göçe zorlandı ve bu mecburi istikamet devlet açısından bir iskân politikasına dönüştü.

Gelinen noktada, ülkenin altıda birini ağır bir yıkıma sürükleyen deprem, başta İstanbul olmak üzere benzer bir faciayla karşı karşıya kalan kentlerin acil ihtiyaçlarını gündeme dahi getiremiyor. Bilakis, bu facia riski, kentlerde yeni rant alanları yaratmak, konutlar, arsalar ve tarım arazilerini mülksüzleştirme yoluyla ele geçirmek için kaldıraç olarak kullanılıyor. 6 Şubat depremleri sismolojik olarak geride kalmış olsa da yıkımı genişleyerek sürüyor.

ÖNCEKİ HABER

Akademisyen Dr. Cuma Çiçek: Kürt sorunu seçimlere indirgenecek bir mesele değil

SONRAKİ HABER

Yerel seçimler ve belediye işçilerinin örgütlü gücü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa