Depremden üç gün sonra işçiler işe çağrılırken neredeydiler?
Patronlar ve fabrikaların üst düzey yöneticileri depremden hemen sonra aileleriyle en güvenli yerlere kaçarken, işçiler depremde hasar gören pek çok fabrikada, hiçbir önlem alınmadan çalıştırıldı.
Antep’te Angel Halı işçileri 2023’ün mart ayında düşük ücrete karşı direnişe geçmişti. | Fotoğraf: Evrensel
Mehmet TÜRKMEN
BİRTEK-SEN Genel Başkanı
“Deprem Allah’tan gelen bir şey”, “Bunun hükümetle, siyasetle ne ilgisi var kardeşim! Bu doğal bir felaket, hükümet ne yapsın!”, “Bunun zengini fakiri yok”, “Böyle günlerde devletimize ve hükümetimize sahip çıkmalı, zenginimiz, yoksulumuzla millet olarak birlik olmalıyız”…
6 Şubat depreminde milyonlarca insanın çok büyük bedeller ödeyerek bizzat yaşadığı ve yukarıda yer alan söylemleri onlara ezberleten iktidarın yaşattığı zulüm ve ayrımcılıkla doğrudan karşı karşıya kalanların gördüğü gerçekler, şüphesiz ki bütün politik teşhir ve propagandalardan daha etkilidir. Ancak bu her zaman ve her koşulda kitlelerin bilincinde kalıcı bir değişim yaratmaz ve onları bu gerçeklere uygun bir eyleme yöneltmeye yetmez.6 Şubat depremi özelinde söylemek gerekirse; yaşanan felaketten önce egemen olan toplumsal bilinç, işçi sınıfı ve yoksul halk yığınlarının örgütlülük düzeyi, iktidarın rant ve kâr odaklı halk düşmanı politikalarına karşı mücadele eden güçlerin yığınlar içindeki etkisi gibi faktörlerin, depremden sonra ortaya çıkan politik sonuçların ve halk tepkisinin şekillenmesinde de belirleyici olduğu unutulmamalıdır.
Peki, toplumun politik bilinci ve işçi ve emekçilerin örgütlülük düzeyi geri olsa da, böyle bir felaket bu durumu tersine çevirecek sonuçlar yaratamaz mıydı? Elbette evet ama bu, ancak depremde halkın yaşadığı ve iktidarın halk düşmanı politikalarının sonuçlarına doğrudan ve en ağır biçimde maruz kaldığı tablo karşısında, yalnızca bir yardım seferberliğiyle değil, bunların yaşanmasına sebep olan iktidara ve politikalarına karşı halkın örgütlü tepkisini ortaya çıkarmayı hedefleyen bir mücadeleyi de ihmal etmeden olabilirdi. Yani yürütülen yardım seferberliğini, aynı zamanda halkın kendi yaralarını sarmak için ve bu felaketi onlara yaşatanlara karşı örgütlendiği bir olanağa dönüştürerek. Nitekim, yetersiz de olsa bu bir anlayışla yardım çalışmalarının örgütlendiği kimi yerlerde böyle örneklerin ortaya çıkabildiği görüldü.
EN AZ KONUŞULAN İŞÇİLER OLDU
On binlerce insanın ölümüne, yüz binlerce insanın evsiz kalmasına sebep olan deprem suçlarının hesabı henüz sorulabilmiş değil. Ancak depremden sonra en az konuşulan, en az görülen suçlardan ve mağduriyetlerden biri de deprem bölgesinde yaşayan yüz binlerce işçinin yaşadıklarıydı.
Deprem bölgesinde, patronların deprem gibi bir felaketi bile fırsata çevirip işçilerin haklarını nasıl gasbettiğini, işçilerin hayatının göz göre göre nasıl tehlikeye atıldığını, yüz binlerce işçinin hayatının ve haklarının AKP-MHP iktidarı ve tüm ilgili yetkili kurumlar tarafından nasıl patronların insafına terk edildiğini gösteren yüzlerce, binlerce örnek yaşandı.
İktidarın işlediği suçlar ve uyguladığı politikalarla ağır bir felakete dönüşen depremin en ağır bedelini ödeyen kesimlerin başında işçiler vardı. Hayatını kaybeden, yakınlarını kaybeden, işini kaybeden, evleri yıkıldığı ya da hasarlı olduğu için artık barınacak bir yeri olmayan, önemli bir kısmı bu yüzden göç etmek zorunda kalan, tazminat hakları gasbedilen, ailesiyle sokaktayken, barınacak yeri yokken işe çağrılan, işe gidemediği günlerde ücret ödenmeyen ve açlığa mahkum edilen yüz binlerce işçi…
YIKIMDAN ÜÇ GÜN SONRA
Deprem bölgesinde yaşayan yüz binlerce işçinin yaşadıklarını anlamak için birkaç örneği hatırlatmakta fayda var. Depremin en fazla yıkıma sebep olduğu Malatya, Maraş, Adıyaman ve Antep gibi illerde pek çok fabrika, kimi depremden üç gün sonra, kimi bir hafta, kimiyse iki hafta sonra işçilere işbaşı çağrısı yaptı. İşçiler işe gelmedikleri takdirde tazminatsız işten atılmakla tehdit edildi. Örneğin Malatya’da, Mil-May Tekstil. Evi yıkılan, yakınlarını kaybeden, aileleri ve çocuklarıyla sokakta başlarını sokacakları bir çadırları bile yokken, işçilerin yarısı çaresizlikten başka illere göç etmişken patron SMS’le işçileri işe çağırdı ve “Gelemeyenler tazminatsız işten atılacaktır” diye tehdit etti. Aynı patron Malatya ve diğer illerdeki onlarca fabrikanın patronu gibi, OHAL bittikten sonra onlarca işçiyi işten attı. Malatya, Antep, Maraş ve Adıyaman’da binlerce işçi aynı şekilde tazminatsız işten atıldı. Sadece Maraş’ta bulunan İskur adlı tekstil fabrikasında 500 işçi kapı önüne kondu.
Depremin evsiz bıraktığı işçileri, patronlar da tazminatsız işten atarak işsiz bıraktı. İş yasasına göre deprem gibi bir felaket yüzünden evi yıkıldığı ve artık o şehirde barınma imkanı kalmadığı için göç etmek zorunda kalan işçiler kıdem tazminatı hak edemiyor. Yani iş yasalarımıza göre böyle bir felaket yüzünden işten ayrılmak zorunda kalmak tazminat alabilmek için geçerli bir mazeret değil.
Patronlar ve fabrikaların üst düzey yöneticileri depremden hemen sonra aileleriyle en güvenli ve korunaklı yerlere kaçarken, işçiler depremde hasar gören pek çok fabrikada, hiçbir güçlendirme yapılmadan ve önlem alınmadan çalıştırıldı. Malatya’da bulunan Chantuque Tekstil’de, onlarca binanın yıkılıp çok sayıda ölümün yaşandığı 28 Şubat depremi sırasında dışarı çıkmak isteyen işçilere izin verilmedi ve fabrika kapıları işçilerin üzerine kapatıldı. Aynı gün Maraş’ta, ilk depremde ağır hasar alan ve girilmesi yasak olan Sufle Metal adlı fabrika tam da deprem sırasında işçilerin üzerine çöktü. Bir işçi öldü, 4 işçi yaralandı. Çünkü fabrikanın patronu işten atma tehdidiyle işçilere içerideki mallarını taşıttırıyordu.
ÜRETİM YAPMAYANLAR DIŞARI!
Malatya’daki patronlar, işçiler gelip çalışabilsin diye OSB içine konteyner kentler kurdular. Bazı fabrikalarda ise işçiler fabrikanın depo bölümlerinde barınmaya zorlandı. Barınacak yerleri olmadığı için göç eden işçilere ilk başta “Ailenizle gelip kalabilirsiniz” dediler. “Konteyner kentlerde üç öğün yemek verilecek, banyo, tuvalet, hijyen vb. ihtiyaçlarınız her imkan olacak” dediler. Ancak işçiler dönüp çalışmaya başladıktan iki hafta sonra aileleri kovdular. İşçilere “Aileleriniz bizi ilgilendirmez. Sadece siz kalabilirsiniz” dediler. 8 kişi bir konteynerde, tuvaletler, banyolar yetersiz ve berbat halde. Kalanların pek çoğunda uyuz vakaları ve başka hastalıklar…
Depremde işçilerin neler yaşadıklarını anlamak için Malatya OSB’de bulunan Baykan Denim’den yaşananlara bakalım: Daha önce ailesiyle konteynerde kalmasına izin verilen ancak iki hafta sonra aileleri çıkarılmaya başlanınca, bu fabrikada çalışan işçilerden biri, fabrika yönetimine ailesinin kalabileceği bir yeri olmadığını ve kalmalarına izin verilmesini istedi. Fabrikanın müdür yardımcısının buna karşılık işçiye verdiği cevap şu oldu: “Eşin patronun odasında çalışıp temizlik yaparsa kalabilir.”
Aynı fabrikada, depremden sonra göç etmek zorunda kalan 300’den fazla işçi tazminatsız atıldı. Diğer fabrikalardaki binlerce işçi gibi.
ZAM YOK, FAZLA MESAİ PARASI YOK, TAZMİNAT YOK
Diğer illerdeki hemen hemen bütün fabrikalarda olduğu gibi Maraş’ta da, fabrikaların çalışmadığı ve işçilerin işe gidemediği sürelerin bir kısmı, işçilerin senelik izin haklarından kesildi. Kalan süreyi ise büyük oranda ücret almadan geçirdiler.
Antep’te onlarca fabrika, 5-7 Şubat arasında işçilere zamlı bir şekilde ödenmesi gereken aylıkları, depremin ardından yatırmadı ve sonrasında ise iki ay zam farkını gasbederek ödedi. Depremin üzerinden henüz bir hafta geçmişken ve insanlar halen sokakta kalırken patronlar işçilere, ‘Pazartesi gelin işbaşı yapın’ dedi. Antep Başpınar’da patronlar ortaklaşa tüm işçileri 13 Şubat Pazartesi günü işe çağırdı. Şireci Tekstil gelişi garanti altına alabilmek için “Çalışmak üzere iş yerimize gelen bütün personelimize 2 bin TL deprem yardımı verilecektir. Bu yardım sadece o gün, yani 13 Şubat Pazartesi günü işe gelen ve çalışmaya devam eden arkadaşlara verilecektir” içerikli mesaj attı.
Pek çok fabrika patronu depremi fırsata çevirerek pazar mesai ücretlerinin de üzerine yattı.
20 Şubat’ta Hatay’da 6.4 büyüklüğünde meydana gelen depremde mesaide olan işçilere Kaplanser patronu, “Yapacak bir şey yok. Çalışmaya devam edin” dedi. Depremden birkaç saat sonra, depremin etkisiyle ailesiyle birlikte sokağa inen işçiler, Başpınar patronları tarafından gece vardiyasında işe çağrıldı.
Hükümet, deprem bölgesinde işten atma yasağı getirdiğini söyledi. Yasağın dışında bıraktığı maddeden yüzlerce işçi tazminatsız işten atıldı. Adana’da ve Adıyaman’da bazı fabrikalar yine depremi fırsata çevirerek, ‘Depremden dolayı fabrika kapanıyor’ bahanesiyle binlerce işçinin tazminatına çöktü.
SENDİKA BÜROKRATLARI AFAD’A BAĞIŞ SIRASINDA
Peki bütün bunlar olurken işçi sendikaları neredeydi? Saydığımız mağduriyetlerin yaşandığı bazı fabrikalarda örgütlü olan TEKSİF ve Öz İplik-İş gibi sendikalar bürolarını kapattı, sendikacılar güvenli yerlere kaçtı ve kendi üyesi işçilerin telefonlarını bile açmadılar. Kendi üyesi işçiler bunları yaşarken kılını kıpırdatmayan, depremzede işçilere ve halka doğrudan yardım faaliyetlerinde sahada hiç görünmeyen bu sendikalar, işçilerin aidatlarını canlı yayınlarda AFAD’a bağışlamakla uğraşıyordu.
On binlerce üyesi ve kasalarında milyonlarca parası olan koca koca sendikalar depremde böyle bir sınav verirken, daha depremden bir yıl önce bölgedeki bir grup mücadeleci tekstil ve dokuma işçisi tarafından kurulmuş, henüz hiçbir aidat geliri olmayan bağımsız bir sendika olan BİRTEK-SEN ise Antep, Maraş ve Malatya’da işçi ve işçi ailelerinden oluşan on binlerce kişiye yardım ulaştırmak için, üyeleri ve gönüllülerle birlikte haftalarca sahadaydı. BİRTEK-SEN sadece yardım çalışması yürütmekle yetinmedi. Yukarıda verdiğimiz örneklerde anlatılan ve işçilerin yaşadıklarını ve çok daha fazlasını gündeme getiren, depremde işçilerin yaşadığı bütün hak gasplarını tek tek duyuran ve hak gasplarına karşı işçilerle birlikte mücadeleyi örgütlemeye çalışan bir sendikacılık örneği de koydu ortaya.
İşçiler ve halk için afet, patronlar ve hükümet için fırsat olan deprem, sadece işçi-patron, zengin-yoksul arasındaki ayrımı değil, mücadeleci sınıf sendikacılığı ile sarı sendikacılık arasındaki ayrımı da daha görünür kıldı. Depremden sonra yaşananlar, ‘Yaşamak için örgütlen!’ sloganının ne kadar hayati olduğunu her yönüyle bir kez daha gösterdi.
İŞÇİ SINIFININ ÖRGÜTLENMESİ GEREKİYOR
Deprem bölgesinde, büyük çoğunluğu tekstil iş kolunda olmak üzere, yüz binlerce işçinin örgütsüz olması, az sayıdaki fabrikada ise çoğunlukla bürokratik ve sarı sendikaların olması, depremden sonra işçilerin yaşadığı mağduriyeti katbekat arttırdı. Bölgede işçiler içinde, mücadeleci bir sendikal örgütlenme daha güçlü olsaydı, onlarca fabrikada on binlerce işçi mücadeleci bir sendika çatısında örgütlü olsaydı, örneğin işçiler hem depremin yaralarını sarmak için hem de depremi fırsata çevirerek işçilerin hayatına kasteden ve haklarını gasbeden patronlara karşı çok daha güçlü olurdu. Örneğin, AKP-MHP yönetimindeki tek adam iktidarı, yüz binlerce işçinin hayatını ve haklarını patronların insafına bırakan bu politikaları öyle kolay hayata geçiremezdi. Örneğin, daha deprem bölgesinde yüz binlerce işçinin ve yoksulun en temel barınma, işsizlik ve geçim derdi bile çözülmemişken, işçi ve işsizlere ait İşsizlik Fonunu bile patronlara aktararak, işçilerin ve halkın kesesinden patronlara bedava depremzede işçi sağlayan ve kaynakları patronlara aktaran teşvik kararları bu kadar kolay alınamazdı. İşte bu yüzden, yaşamak ve yaşatmak için en çok işçi sınıfının örgütlenmesi gerekiyor. Ama elbette bu bürokratik sendikal anlayışa ve sendika ağalarına karşı, işçilerin iradesiyle yönetilen mücadeleci bir sendikal çizgiyi büyütmek koşuluyla.