07 Şubat 2024 13:40

Depremzede Sevim Zan: Kara beş günden kapkara bir yıla

"Kentte kalan öğretmen, doktor, hemşire ve diğer kamu görevlilerine iktidar, maddi manevi destek, teşvik etme yerine, kaldıklarına pişman edip adeta ayrılmaya zorlamak için cehennem hayatı yaşatıyor."

Fotoğraf: Volkan Pekal/Evrensel

Paylaş

Sevim ZAN
Depremzede

Şubatın 6'sı pazar akşamı içimde bir sıkıntıyla uyumaya çalıştım. İki gün önce oğlum Utku’yu Kanada’ya gitmek üzere İstanbul’a yolcu etmiştim. Giderken “Anne içimde bir sıkıntı var. Ne olur kendinize dikkat edin demişti. O aklıma geldi. Eşim mutfakta bilgisayarın başında, vakit ilerlemiş gece saat 01:00’ e gelmişti. Oğlumun söylediklerini düşünürken uyuya kalmışım. Birden şiddetli bir patlama gürültü ve sarsılmayla uyandım deprem oluyordu. Daha önce 1992 yılının mart ayında ölüm ve yıkımlara neden olan Erzincan, yine 1997 Hatay ve 1997’de Adana depremlerini de yaşamıştım. Hemen elimde telefonla yan odadaki kızıma seslendim. Orada ayakta birbirimize sarıldık, enkaz altında kalırsak bizi bulsunlar diye.

Duvarlar, dolaplar yıkılıyordu. Bir yandan da gök gürleyip şimşekler çakıyordu. Tüm bunlara şiddetli yağmur eşlik ediyordu. Her şey çok korkunçtu. Eşime seslendim. Boğuk bir sesle “Ben mutfaktayım üzerime duvar yıkıldı, nefes alamıyorum” dedi. Kızım Nurhak’la beraber mutfağa yöneldiğimizde eşimi yerde uzanmış üzerinde kalıp biçiminde yıkılmış mutfak duvarının altında, baş kısmı dışarıda, sol omuzun bir kısmı da dışarıda, boynundan ayak dizlerinin altına kadar yıkılan duvar vücudunu kaplamıştı. Kızımla birlikte onu enkazın altından çekip çıkardık. Halen hangi güçle bunu yapabildiğimize hayret ederim.Etrafa saçılmış ayakkabı ve montları giydikten sonra dairenin dış kapısına yöneldiğimizde yine ben ve kızım dışarı çıkabilirken, eşim çıkamadı. Ya üçümüz ya hiçbirimiz diyerek bu kez kapıya yüklendik. 5'inci katta idik. Aşağı baktığımızda merdivenler çökmüştü. Patlayan duvarlara insan çığlıkları eşlik ediyordu. Bodrum kata indiğimde kalorifer kazanı patlamış, site emektarı Ali’yi gördüm. Beni görünce “Korkmayın Sevim Hanım, size yardıma geliyordum” dediğini unutmuyorum. Ali’de kalorifer kazanını yakmak için bodrum kata inen kardeşi Erdem’i arıyordu.

BELEDİYE, VALİ, AFAD, KIZILAY YOKTU

İlk yarım saat geçmiş insanların feryat ve figanları sürüyordu. Saatler ilerledikçe felaketin boyutları ortaya çıkıyordu. Zaman ilerliyordu, etrafta yardıma gelen bir Allah’ın kulu yoktu. İnsanlar tıpkı bizim gibi çıplak elleriyle enkaz altında kalan yakınlarını çıkarmaya çalışıyorlardı. Bu çabalar günlerce sürdü. Belediye, vali, AFAD, Kızılay, yoktu. Telefon, internet, elektrik, su, ekmek yoktu. Depremin 2'nci günü akşamı çevre illerden yurttaşlar ilk gelenler oldu. Ardından İstanbul, Mersin, Adana ve Konya büyükşehir belediye ekipleri geldi. 4'üncü günde yurtdışı yardım ekipleri geldi. Biz yukarıda yardıma ulaşmaya çalışırken, enkaz altında kalanlar ise devam eden artçı sarsıntılar, soğuk, yağmur ve havasızlık nedeniyle hayatlarını kaybediyorlardı. Çünkü enkazın altında gelen çığlık sesleri bir bir kesiliyordu.

Enkaz çalışmaları plansız, programsız ilerliyor; araç ve gereçten yoksun bir çalışma izleniyordu. Tüm bunlar yaşanırken AFAD ve Kızılay gibi kurumlar depremin beşinci sabahı görünmeye başladılar. Kurtarma çalışmaları şov gösterilerine dönmüş,  sözüm ona çalışıyorlardı.  Bu 5 günde kaldığımız yer dışarı park ettiğimiz için sağlam kalan aracımız oldu. Kronik rahatsızlıklarım vardı. İlaçlarım yıkıntı altındaydı. Tüm itirazlarıma rağmen eşim ve kızım yıkılmış binaya girerek ilaçlarımı almaya gittiler. Bulabildikleri tek kutu ilaç ile geri geldi.

"NE BULDUYSAK BÖLÜŞTÜK"

Ekmek, su, battaniye en temel gereksinimlerin başında geliyordu ve insanlar bunlara ulaşamıyordu. Bir süre sonra yıkılan sitemize yakın bir ev vardı. Bahçesindeki seraya çadır kuran bir anne ve oğlunun yanında kaldık. Ne bulduysak bölüşüyorduk. Depremden sağ kalanlar, gelen yardım tırlarını ihtiyaç sahiplerini ulaştırmaya başladılar. Kızım bebeklere gerekli olan mama ve bezleri taşıyordu. Bir yandan da bizler de depremi yaşayan yakınlarımıza ulaşmaya çalışıyorduk. Eşim bu sırada kırılan omuzunun acısını hissetmiyordu. (Bir süre sonra Ankara’ya gidecek ve orada omzunun kırık olduğunu öğrenecektik.) Bu sırada diğer illerden dayanışma sürüyordu. Kızımın bir arkadaşı kullandığım ilaçları temin etmiş, bana göndermişti. Eşim oldukça üzgündü. Öğretmen, hekim meslektaşları yaşamlarını yitirmişti. İnsan hakları savunucuları Hatice Can ve eşi Mithat Can’ı da kaybetmiştik.

Dersim’de görev yaptığımız sırada tanıştığımız, eski Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün'ün depremin 4'üncü gününde Hatay’a gönderdiği yardım tırı da buraya ulaşmıştı. Eşi Emine ile Dersim’de çalışmış, birbirimizi çok sevmiştik. Israrla Hatay’dan çıkmamızı, Ankara’ya gitmemizi istediler. Eşim de artık hem sağlık hem fiziki koşullar nedeniyle Antakya’da kalabilmenin koşullarının kalmadığını söyledi. Karar verdik, Ankara’ya gidecektik. Yola çıktığımızda eşim günlerin verdiği uykusuzluk ve yorgunlukla kaza yaptı. Aracına arkadan çarptığımız adama Hatay'da depremi yaşadığımızı söyleyince, geçmiş olsun dilekleri ile yola devam etti. 20 kilometrelik yolu 5 saatte alabiliyorduk. Akrabamız Ali’nin yanında bir gün kaldıktan sonra aile dostumuz Hüseyin'in aracı ile Ankara’ya yol aldık. Ankara’ya gelince eşim omuzundaki acıyı duyumsadı. 1986’dan Ankara Tıp’tan arkadaşı Prof. Dr. Gürsel Yılmaz'ı aradı. 2 ay omzunu kullanamayacağını öğrenen eşim oldukça üzgündü. Çünkü bizi burada bırakıp Hatay’a dönerek oradaki insanlara yardım etmek isteği vardı. Dostlarımızın sayesinde 3+1, eşyalı bir eve yerleştik. Başta eşimin Ankara Tıp Fakültesinden arkadaşları, sonra kızımın arkadaşları sayesinde toparlanmaya başladık. Yeri gelmişken hepsine bir kez daha minnettar olduğumu söylemek isterim.

"TALAN VE YAĞMA SÜRÜYOR"

6 Şubat'ta depremi yaşamamız üzerinden 6 Nisan tarihinde eşim bu kez ağabeyi Cuma’yı kaybetmişti, kaybetmiştik. Depremin üzerinden geçen bir yıla dair dönüp arkaya baktığımızda bir arpa boyu yol alınmadığını görüyoruz. İnsanın dili el vermiyor daha fazlasını anlatmaya. Oysa yoksulluğun artarak sürdüğü Türkiye’de en ucuz kentlerden biriydi Antakya. Şimdi kapkara günler yaşıyorlar. Şehrin merkezi rezerv ilan edilmiş. TOKİ evleri yapacağız adı altında emekçi köylülerin zeytinlik alanları talan ediliyor, zeytin ağaçları kesiliyor. Depremin ilk gününden bugüne hırsızlık, talan ve yağma Hatay’da sürüyor. Halen on binler çadırlarda konteynerlerde elektriklerin uzun süre kesildiğinden yazın sıcaktan kavrulmakta, kışın soğuktan donmakta, halen yeterince temiz sudan yoksun, yeterli gıdadan yoksun, kent içinde ve kırsal alanda yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Kentte kalan öğretmen, doktor, hemşire ve diğer kamu görevlilerine siyasal iktidar, bırakın maddi manevi destek, teşvik etme yerine, kaldıklarına bin pişman edip, adeta ayrılmaya zorlamak için cehennem hayatı yaşatmıştır.

NE YAPMALIYIZ?

Öncelikle siyasi iktidardan yıllardan beri ödediğimiz vergilerin nereye harcandığını, özel olarak toplanan deprem vergilerinin amacına uygun neden kullanılmadığını sormalıyız. Binlerce insana mezar olan evler için parlamentoda imar affı için kalkan ellerden, bunun suç ortağı çevre ve iklim bakanından, depreme karşı güvenli barınma konutların yapılmasını sağlama görevi olan ve görevini yapmayan bürokratlardan, mesleğine ve bilime ihanet eden sorumlu yapı kontrol firmalarından ve de yerelde görevini kişisel çıkarı için kullanan belediyelerden hesap sormalıyız. Depremde hayatını yitiren insanların, kaybolan çocukların, akıbeti bilinmeyen yurttaşların ve toplam yaralıların gerçek sayısı açık net ve şeffaf olarak açıklanması için örgütlenerek, örgütlü halk güçleri halinde ayağa kalkarak demokratik meşru mücadele hattı üzerinde yürüyüp sesimizi birlikte yükseltmeliyiz. Bir arada mücadelemiz bu barbarlığı yenecektir.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Edirne'de kadın doktoru darbeden hasta yakınına ev hapsi

SONRAKİ HABER

Üzerine çığ düşen iş makinesinin operatörü yaralandı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa