FIR Genel Sekreteri Schneider: Almanya’da aşırı sağın iktidar iddiasını durdurabiliriz
Uluslararası Direniş Savaşçıları Federasyonu (FIR) Genel Sekreteri ve Nazi Takibatına Uğrayanlar Birliği-Antifaşistler İttifakı (VVN-BdA) Almanya Sözcüsü Dr. Ulrich Schneider sorularımızı yanıtladı.
Ulrich Schneider | Fotoğraf: Jochen Vogler
Yücel ÖZDEMİR
Köln
Bir aydır Almanya genelinde süren ve 2 milyondan fazla emekçinin katıldığı büyük gösteriler, faşizme karşı mücadele yürütenleri bir kez daha umutlandırdı. En çok da geçmişte Hitler faşizminin kurbanı olanları. Hitler faşizmine karşı mücadele eden, toplama kamplarında kalan 200’ün üzerinde insan halen hayatta. Faşizme karşı toplama kamplarında, barikatlarda direnen komünistler, antifaşistler tarafından kurulan örgütler de geçmişte yaşananların unutulmaması için bugün de varlığını sürdürmeye devam ediyor. Bunların başında Uluslararası Direniş Savaşçıları Federasyonu (FIR) geliyor. Keza İkinci Dünya Savaşı’nda sonra, 1947’de kurulan ve bu nedenle ülkenin en köklü örgütlerinden biri olan Nazi Takibatına Uğrayanlar Birliği-Antifaşistler İttifakı (VVN-BdA) da bir diğer örgüt. Faşizme karşı mücadelenin sembolü olan bu iki önemli örgütte genel sekreterlik ve sözcülük görevlerini üstlenen Dr. Ulrich Schneider, Almanya’daki son gelişmeleri konusunda gazetemizin sorularını yanıtladı.
Bir antifaşist ve Uluslararası Direniş Savaşçıları Federasyonu (FIR) Genel Sekreteri olarak son haftalarda Almanya’da yapılan büyük antifaşist gösterileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şubat başındaki haber bültenimizde de yazdığımız gibi, bu protestoların büyüklüğü ve çeşitliliği bizi çok etkiledi. İlk iki hafta boyunca 2 milyondan fazla insan ırkçı planlara karşı sokaklara döküldü. Sadece bu hafta sonu yaklaşık 500 bin kişi daha sokaktaydı. Eylemcilerin sıklıkla bahsettiği gibi “sessiz çoğunluk”, AfD, sağ popülistler ve ırkçılarla aynı fikirde olmadığını açıkça ortaya koydu.
Sizce günümüzde aşırı sağın yükselişi ile geçmişte faşist hareketin yükselişi arasında paralellikler var mı? Hitler faşizmine karşı çıkan ve bugün hâlâ hayatta olan direnişçiler bu yükselişi nasıl değerlendiriyor?
Yanlış bir benzetme yapmamak için dikkatli olmak gerekiyor, ancak benzerliklerin olduğu göz ardı edilemez. Hükümet politikalarından rahatsızlık, ekonomik gelişmelerden duyulan memnuniyetsizlik ve gelecek korkusu insanları sağcı demagogların kucağına itiyor.
Hitler’in partisi NSDAP 1930’ların başında, sosyal açıdan kendisini güvende hissetmeyen küçük burjuvazi ve kırsal nüfusun korkularından yararlandı. Onlara “mavi gökyüzü” vadettiler ve 1932 yazına kadar epey oy kazanmayı başardılar.
Bugün hâlâ bir protesto partisi olma özelliği taşıyan AfD, tam anlamıyla neoliberal sağcı partidir. Parti programının hayata geçmesi halinde pek çok AfD destekçisi daha kötü ekonomik duruma düşecek. Vatandaşlık Parası (Bürgergeld) kesilecek, sosyal yardımlarda kısıtlamaya gidilecek, ücretler düşürülecek, tarıma daha az yardım yapılacak, ordunun silahlandırılması için silahlanmaya ve savaşa daha fazla para aktarılacak. AfD’nin toplumsal sorunlara “çözüm” olarak sunduğu tek şey açıkça ırkçılık, “Alman olmayanların” sınır dışı edilmesi.
İşte bu nedenle, faşizm döneminde direniş ve zulümden gelen ve artık çok yaşlı olan kadın ve erkekler, bu ırkçı ve faşist partiye karşı hâlâ uyarılarda bulunuyorlar. Çünkü AfD iktidara geldiğinde, bu antifaşistlerin onlarca yıldır uğruna mücadele ettiği her şeyi yok edecektir.
HÜKÜMET IRKÇI ÖNERİLERE FİİLEN HİZMET EDİYOR
İşbaşındaki hükümetlerin aşırı sağın bu yükselişinde sorumluluğu yok mu?
Bu kesinlikle doğru. Mevcut hükümet, savaş ve bunun sonucunda ortaya çıkan “kemer sıkma politikası”yla aynı zamanda kendisine oy veren kentli orta sınıflar arasında geleceğini tehdit altında görme, güvensizlik ve memnuniyetsizliği körüklüyor.
Aynı dönemde bu hükümet, mültecilerin ve göçmenlerin haklarının kısıtlanması konusunda AfD’nin ırkçı önerilerine fiilen hizmet ediyor. Mültecilere artık nakit para verilmemesi, ikamet statülerinin kısıtlanması ve mülteciler için tehlikeli olan ülkelere zorla sınır dışı etme, sosyal hayata eşit katılımın reddedilmesi gibi gelişmeler bunlardan bazıları. Savaş ve yoksulluktan kaçan mültecilere karşı “Avrupa kalesi”nin sınırlarının genişletilmesi için çalışılıyor.
Hükümetin bu uygulamalarına bakıldığında AfD’ye gerek olmadığı düşünülebilir. Ancak böyle bir durumda bile insanlar kopyaya değil aslına oy vermeyi tercih ederler.
AfD’nin yasaklanması konusunda ne düşünüyorsunuz?
Sadece kısmi bir çözüm olsa da AfD’nin yasaklanması talebini destekliyorum. Partiler Yasası ve Anayasa’nın 139. maddesine göre yasak mümkün. Temel insan haklarına, Almanya’da yaşayan tüm insanların anayasal haklarına karşı çıkan AfD, birçok anayasa hukukçusuna göre de “anayasaya aykırı” hareket ettiği için yasaklanmalıdır.
Bununla birlikte, Federal Almanya tarihinden biliyoruz ki parti yasakları öncelikle sola karşı bir etki yaratmıştır. Örneğin meslek yasaklarını meşrulaştırmak için bir araç olarak kullanılmıştır. Yine de, açık neofaşist propagandanın kamusal alanını sınırlamak, bu kesimlerin parti ayrıcalıklarından, devletten aldığı mali destekten mahrum bırakmak için böyle bir adımı gerekli görüyorum.
Şu anda önemli olan, AfD’nin diğer sağ partiler tarafından giderek daha fazla kabul görmesini ve hoşgörüyle karşılanmasını engellemektir. Parlamentolardaki ortak önergeler, mültecilere karşı AfD’nin onayına dayanan kararlar var. Tüm bunlar sorunlu gelişmeye işaret eden bir “normalleşmeye” yol açıyor. Kamuoyu, ilgili parlamentolardaki diğer partilere, örneğin Thüringen’deki CDU’ya (Hıristiyan Demokratlar), bu tür bir iş birliğini durdurmaları için baskı yapmalıdır.
Şu anda ülkede çeşitli kesimlerin katıldığı renkli kitlesel bir antifaşist hareket var. Bu ne kadar böyle devam edebilir?
Bugüne kadar eşine az rastlanılan bu denli renkli bir hareket harika gidiyor. AfD’nin “gizli toplantısı” ve orada öne sürülen, aslında yeni olmayan tezlerin ifşa olması sosyal patlamayı tetikleyen kıvılcım oldu. Böyle bir hareket belki bir ay boyunca devam edebilir ve etkileyici olan da budur. Eylemler Saksonya’daki Schweiz’den Sylt’e, Freiburg’dan Mecklenburg-Vorpommern’e kadar ülkenin neredeyse tüm bölgelerindeki küçük kasabalara ulaştı. VVN-BdA ve diğer antifaşist güçler bu konuda çalışıyor. Eylemlerde yer alan insanların tekrar “Unutulup gitmemesi” önemli. Onlara antifaşist mücadeleye katılımlarını sürdürebilecekleri yollar sunmalıyız. Bu önümüzde duran büyük bir görev.
“Remigrasyon” (tersine göç) yıllardır ülkede yaşayan göçmenlere karşı hazırlanan bir plan. Antifaşist hareket göçmenlerden ne bekliyor bu süreçte?
Elbette istemedikleri bir şeyi bekleyemeyiz. Öncelikle, bütün antifaşist gösterilerde göçmenlerin görünebilecek şekilde, örneğin DİDF bayrakları, Filistinli gruplar, değişik ülkelerden gelen mültecilerin, ikinci ve üçüncü nesilden göçmenlerin söz alıp konuşması, bizleri çok sevindiriyor.
Göçmen grupların artık AfD’nin artan siyasi etkisinin kendilerini doğrudan ya da dolaylı etkilediğinin farkına vardıklarına inanıyorum. Onlar da Alman sivil toplumuyla, antifaşist güçleriyle birlikte hareket etmeleri gerektiğinin farkındalar. Dolayısıyla bu hareketin Almanya’da yaşayan tüm insanların birliğini güçlendirmeye yardımcı olacağına, aşırı sağın iktidar iddiasını ve ırkçı saldırılarını durdurabileceğimiz konusunda iyimserim.