Hayatın içinden gerçek öyküler
Mustafa Duygun'un ilk kitabı Pazar Öyküleri pazarlarda yaptığı gözlemlerden yola çıkarak yazdığı 23 öyküden oluşuyor. İkinci kitabı mesleği olan tren makinistliği yıllarındaki gözlemlerine dayanıyor.

Mustafa Duygun | Fotoğraf: Kişisel arşiv
Rahmi EMEÇ
Mustafa Duygun, 1959 Eskişehir doğumlu. Liseyi, Eskişehir Demiryolu Meslek Lisesinde okumuş ve makinist olmuş. Daha sonra Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Ön Lisansını tamamlamış. Demir yollarında 1977- 2004 yılları arasında makinistlik yapmış. Demir yolu memurlarının örgütlenmesi içinde yer alıp KESK’e bağlı Birleşik Taşımacılık Sendikası Eskişehir Şubesinin iki dönem başkanlığını yürütmüş. 2004 yılında emekliye ayrılıp pazarlarda çocuklar için oyuncak, hediyelik eşya ve ev araç- gereçleri satmaya başlamış. İki çocuk babası olan Duygun, kısa öyküler yazıyor ve bu öykülerini iki kitapta toplamış durumda. İlk kitabı Pazar Öyküleri pazarlarda yaptığı gözlemlerden yola çıkarak yazdığı 23 öyküden oluşuyor. Kitap ilk baskısını 2013 yılında yapmış. Bir yayınevi etiketi yok, dijital yolla çoğaltılmış. İkinci kitabı mesleği olan tren makinistliği yıllarındaki gözlemlerine dayanıyor: Sürgülü Camdan Tren Öyküleri, 51 öyküyü barındırıyor içinde. Bu da Kategori Yayıncılık etiketiyle 2017’de basılmış. Aynı yıl, Pazar Öyküleri de aynı yayınevinde ikinci basımını yapmış.
‘YAZMAYA ÇALIŞIYORUM’
Mustafa Duygun, Eskişehir’in Sultandere mevkisinde (75. Yıl Mahallesi) cumartesi günleri kurulan semt pazarında çalıştığı yıllarda yazdığı Adalardaki Çınar adlı öyküsünü liseden öğretmeni Yazar Erol Büyükmeriç’e göstermiş. O da çok sevmiş ve “Sende bir yazarlık damarı var, bunu ortaya çıkaralım” demiş. İlerleyen zamanlarda yazdığı kısa öyküleri öğretmenine göstermiş, onun “Az sözle çok şey anlatmayı seç, fazlalıkları at!” gibi kimi önerilerini dinleyip bu işte yol almaya başlamış. “Ondan çok şey öğrendim, onun desteğiyle yazmaya başladım” diyor Mustafa Duygun, yine de kendisini yazar olarak görmediğini, ‘yazmaya çalıştığını’ belirtiyor. Duygun, şunları söylüyor: “Öykülerimi Erol öğretmenime göstermeye başlamamla birlikte yazdıklarımın aramızda sekiz- on defa gidip geldiği bile oldu. Onları yeniden düzenler, önerilerde bulunurdu. Bazen “Hocam kuşa çevirdin” derdim. Bir yazarlık atölyesindeymişim gibi bana yön verdi. Bazen onun evinde geç saatlere kadar oturup bu yazdıklarımı konuştuk. Kısa öyküler birikince bunları yayımlama fikri oluştu. Yayıma Erol öğretmenim önayak oldu. Yazar Mukadder Özgeç editörlüğünü yaptı. Kapak resmini de Serap Deliorman çizdi. Aradan dört yıl geçtiğinde bu defa Sürgülü Camdan Tren Öyküleri çıktı ortaya ve bu dosyam da Pazar Öyküleri ile birlikte daha düzenli biçimde kitaplaştı.”
‘SÜRGÜLÜ CAM’
“Sürgülü Cam nedir?” diye soruyorum Duygun’a. Dizel lokomotifte makinistlerin bulunduğu yerde iki tarafa da açılabilen pencereler olduğunu söylüyor. “Dışarıyla diyalog kurmanın, dışarıyı gözlemlemenin yeri bu pencereler” diyor ve devam ediyor: “Bu camı açtığınız zaman dışarıyla konuşursunuz, hava alırsınız veya insanları, kurdu- kuşu, böceği içeriden bu pencereler sayesinde seyredersiniz. Tabii ayrıca o yıllarda klima yok. Geçtiğiniz yerleşim bölgelerinde, kimi zaman varoşlardaki evlere, orada yaşayan inanlara bakar, gözlemler yaparsınız. İstasyonlarda insanların ayrılıkları- kavuşmaları vardır. Lokomotifte iki makinist gidiyorsunuz. Gittiğiniz yere göre 5 saat, 10 saat olabiliyor. Ailenizle geçirdiğiniz zamandan daha çok zamanı o arkadaşınızla geçiriyorsunuz. Birbirinizin sorunlarını, dünyaya bakışlarınızı öğreniyor, paylaşıyorsunuz. Peronlara girişlerde Anadolu’dan gelen insanların ayak tozlarını oraya taşımalarına, onların bekleşmelerini hep bu sürgülü camlardan gözlemlersiniz.”
Yol tek hat olduğu için karşıdan gelen treni ‘buluşmaya’ beklemeleri gerektiğinde ve bu bekledikleri yük treniyse beklemenin kimi zaman uzun sürdüğünü ve bu süreyi istasyonda geçirdiklerini söyleyen Mustafa Duygun, “Sabuncupınar İstasyonu’nda bir arkadaşımız vardı. Oraya vardığımızda yine böyle karşıdan gelen treni bir süre beklememiz gerekti. Lokomotifi güvene alıp o istasyondaki arkadaşımızın yanına gittik. Bu durumda çay- kahve ikramı olurdu. Arkadaşımız baklava da ikram etti. Bazen istasyonlarda yolcular tarafından dışarıya gazete ve dergiler atılırdı, o küçük yerleşim bölgelerindeki insanlar okusun diye. Baklava yerken aralarında erotik dergilerin de olduğu bazı yayımlara göz attık. Sonraki geliş gidişlerimizde bu istasyondaki arkadaşımıza takılmaya başladık “Baklavan yok mu?” diye, o da bize “Bir dahaki bayrama, bir dahaki bayrama” diye yanıt verirdi. Bunu da öyküleştirdim sonraları” diyor.
İki kitabında da mizah önde hep. Günlük yaşamın içinden süzüp aldığı şeyleri mizahi bir dille yansıtıyor. Bunun nedenini sorduğumda, günlük yaşamın içinde mizahın bolca olduğunu hatırlatan bir anısını paylaşıyor benimle. Küçüklüğünde futbola merak sarmış. Demir yolcu olan babasına söylemiş Eskişehirspor altyapısına kaydettirmesi için. O da elinden tutup sanayideki oto boyacısı dayısının yanına götürüp, “İşte burası altyapı, burada çalış! Futbolu burada öğreneceksin” demiş. “Ben orada çok şey öğrendim, daha dirençli oldum o yaşamın arasında. Eskişehirspor’un eski kaptanlarından ‘Kovboy Selahattin’i futbolculuk yaşamını sonlandırdıktan sonra, günün birinde bir tezgahta çorap satarken gördüm. O yıllar aklıma geldi, babam beni hayatı öğrenmem için ‘Çok güzel bir altyapıya göndermiş’ diye düşündüm” diyor Duygun gülümseyerek ve buradan yola çıkarak da Altyapı adlı öyküsünü yazdığını belirtiyor.
Öykülerinde geçen Çilli Ali, Süslü Hamdi, Kolombo Kadir gibi karakterlerin gerçekte yaşamı paylaştığı insanlar olduğunu söyleyen Duygun, Demiryolu Meslek Lisesinde ‘demir yolcu aidiyetini’ edindiklerini belirtiyor. Bu karakterlerin diyaloglarından öyküler ürettiğini söyleyen Duygun, bir anıyı aktarıyor: “Çilli Ali, yüzündeki çillerden almıştı bu lakabı. Ali, Demiryolu Meslek Lisesinden mezun oluyor. Bir de Zekeriya usta var, o da buharlı lokomotiften geçme eski bir makinist. Ali, Zekeriya ustanın yanında yardımcı makinist görünüyor. Dizel lokomotif tam devir yaptıktan sonra yavaş yavaş kapatılması lazım, birden kapatılmaz. Zekeriya usta birden kapatınca, Ali de “Usta niye birden kapattın?” diye çıkışıyor ve Zekeriya ustadan bir tokat görüyor. Bunu da öyküleştirmiştim.”
‘GERÇEK ÖYKÜLER’
Pazar Öyküleri kitabının arka yüzünde kitap Editörü Mukadder Özgeç’in saptamaları, Mustafa Duygun’un genel öykü dünyasını özetliyor: “İster yaşanmış olsun ister düşlenmiş Pazar Öyküleri gerçek öyküler. Onları gerçek kılan şey tüm öyküleri birbirine bağlayan ortak uzamla (pazar), ortak kişilerle (pazarcılar) kurulmuş, bütünlüğe yönelmiş bir anlatı oluşu. Pazar Öyküleri yaşadığımız gerçek dünyanın yanında bir başka düşsel evrenin kapısını açıyor okura: Anlatıların evreninde bir küçük adanın kapısını. Buruk bir gülümsemeyle okunan acıları, yoksulluğu, hatta serseriliği tiye alan, incelikleri ayrıntılarda gizli, her tür okuru kucaklayacak kısa öyküler var bu kitapta.”
Evrensel'i Takip Et