Çamurun ve çömleğin dünyasında Yasin Toruloğlu’na konuk oluyoruz: Eski köye yeni adet
Kapılarında ‘Çömlek’ ve ‘Seramik’ yazılı yan yana iki atölye. Önlerinde, üzerinde kurumuş çamur lekeleri dikkat çeken sakallı bir adam: Yasin Toruloğlu.
Yasin Toruloğlu | Fotoğraf: Fatih Polat
Fatih POLAT
İstanbul’un eski yerleşim yerlerinden Eyüp’ün çarşısına açılan sokaklarından birinde sizi, “Çömlekçiler Caddesi” tabelası karşılar. Bir tarafında artık farklı dükkanların olduğu diğer tarafında da sanki epey bir zamandır uykuya dalmış tarihi binaların bulunduğu bir yol boyu.
Peki evvel zaman içinde, kalbur saman içindeki hali nasıldı buraların?
Selma Kuşu’nun, “XVIII. Yüzyılın İlk Çeyreğinde Eyüp’te Sosyal ve Ekonomik Hayat” adlı, 2019 yılında Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı doktora tezi olarak kabul edilmiş olan çalışmasında, “Eyüp şehri, çömlekçilik zanaatında faaliyet gösteren esnafa ait dükkan ve imalathanelerin yoğunlaştığı yerlerden olup özellikle Çömlekçiler Çarşısı, çömlek üretim ve ürünlerinin satış merkeziydi” deniliyor. Bu bölgede 40 ila 42 arası imalathane bulunduğu aktarılarak devam ediliyor: “Çömlekçiler mahallinde 40 imalathanenin olduğunu İnciciyan da eserinde yazar. Hovhannesyan ise 42 adet çömlek imalathanesi bulunduğunu ve Ermeni çömlekçilerin sayıca fazla olduğunu söyler. Her iki müellifin verdiği imalathane sayısı da doğrudur. İmalathane sayılarındaki bu farklılığın nedeni, yasak olmasına rağmen bazı dönemlerde yeni çömlek fırınlarının ihdas edilmesinden kaynaklanmaktadır. İmalathane sayılarıyla ilgili son olarak Evliya Çelebi’ye bakıldığında, Çömlekçiler mahallinde yolun iki tarafında çanakçı, bardakçı ve çömlekçi olmak üzere toplam 250 dükkanın olduğunu belirtir.” (s. 219-220)
Evliya Çelebi’nin aktardığına göre, çömlekçilerin ham maddelerini temin ettikleri diğer bir alan Haliç’miş.
Cahit Sıtkı Tarancı’nın, liseden beri can dostu olan Ziya Osman Saba’ya birkaç mektubunda, Saba’nın en çok sevdiği dizesi olarak vurguladığı, “Eski bir evde olmak, orda, Eyüpsultan’da” dizesi aklımızda Çömlekçiler Caddesi’nden ilerlerken bizi bir sürpriz karşılıyor. Kapılarında ‘Çömlek’ ve ‘Seramik’ yazılı yan yana iki atölye. Önlerinde, üzerinde kurumuş çamur lekeleri dikkati çeken, henüz orta yaşlarını bulmamış sakallı bir adam: Yasin Toruloğlu.
Yanaşıp, kendimizi tanıtıp sohbete başlıyoruz. 1989’un temmuzunda Beykoz’da doğmuş ve lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Seramik ve Cam Tasarımı Bölümünde yapmış.
“2011’de mezun oldum. O zamandan beri çeşitli aktivitelere katıldım tornayla alakalı. Kütahyalı bir ustadan ders aldım. Bilecik’in Kınık köyüne gittim. Almanya’ya gittim. Güney Kore’ye gittim. Ondan sonra Eyüp Belediyesinden bir teklif geldi. Burada tekrar Eyüp çömlekçiliğini canlandırmak adına bu atölyeyi bana tahsis ettiler.”
Öncesinde özel sektörde çalışıyormuş. Burada bir yılını henüz doldurmuş. “Seramik elle şekillendirme de yapıyorum ama ağırlık çömlekte” diyor ve devam ediyor: “Çömlekçiler Sokağı’ymış zaten burası Osmanlı Dönemi’nde. Tamamen çömlekçilerin yaşadığı, çömlek ustalarının üretim yaptığı bir bölge. Şu düdük Eyüp çömlekçiliğinin ürünü olan bir düdük. İçine su koyup üflediğinizde kuş sesi gibi bir ses veriyor.”
HOCALARDAN EL ALMIŞ, ÖĞRENCİ YETİŞTİREN BİR HOCA
İşin mektep kısmı dışında el aldığı ustalar olup olmadığını sorduğumuzda, üniversite öncesinde Maçka Anadolu Meslek Lisesinde resim, heykel, tasarım okuduğunu söylüyor. “Orada bizim hocalarımız metal kaynaktan tutun, ahşap tornasına kadar birçok alanla tanıştırdı. Aydın Sofu. Çok sevdiğim, çok değer verdiğim bir hocamdı. Temellerimizi o attı bizim. Üzerimize de düştü. Özel olarak ilgilendi, ilgiliyiz diye.” Ardından sözü, hâlâ Ahilik sistemini yaşattığını belirttiği bir ustaya getiriyor: “Efsane Mehmet Usta denk geldi bana.” Çömlekçiliğin birçok inceliğini karışıksız olarak ondan öğrendiğini anlatıyor ve devam ediyor: “Sonra birinden Kınık köyünü öğrendim, oraya gittim. Orada da biraz araştırdım, takıldım, kaldım. Ellerini izleyerek nasıl yaptıklarını çözmeye çalıştım. Ondan sonra kendi yolumu çiziyorum şimdi. Gene eksiklerim var, gene öğreniyorum. Hâlâ da öğreneceğimi düşünüyorum.”
GELENEKSEL İLE MODERN ARASINDA
Eyüp’te öğrenci de yetiştiren Yasin Usta, raflarda duran ve kendi elinden çıkmış olan bazı çömlekleri göstererek, amacının “eski köye yeni adet” getirmek olduğunu anlatıyor: “Ben Eyüp çömlekçiliğini biraz modernize etmek, geleneksel formlar ile modern formu birleştirerek bir şeyler yapmak istiyorum. Eski köye yeni adet diye. Formların yarısını geleneksel bırakıp yarısını modernize etmek.”
Küçük dükkandaki raflarda modernize edilmiş çalışmalarla, klasik çömlek çeşitleri yan yana duruyor. Sohbet ederken raflardaki bir çalışmasını göstererek devam ediyor: “Mesela şu formun gövdesi geleneksel bir form, çevresini stilize ettim. Onlardan üç dört tane yapmıştım. Şu an evde duruyorlar. Benim hedefim Eyüp çömlekçiliğine ait formların yarısını geleneksel bırakıp, yarısını stilize etmek. Burada çok örnek durmuyor, yaptıklarımı belediyeye teslim ediyorum. Şu an ağırlıkta bardak yapıyoruz.”
Modernize etmekten söz ederken, geleneksel olana da saygıda kusur etmek istemediğini anlatmak istercesine ekliyor: “Gelenekselin o geleneksel formlarını da koruyarak tabii ki. Çünkü oralardan geldik nihayetinde. O dönem o çalışılan işler de yeniydi. Moderndi yani aslında. Şimdi aradan yüzyıllar geçtiği için geleneksel diyoruz o formlara. Bence güncellemek bu sektöre gerekli de bir şey.”
"BU SERAMİK, ÇÖMLEK ÜRÜNLER YÜZYILLARCA KALIR"
- Siz o işlevsel özelliği evlerde süs olarak duracak dekoratif bir hale mi getirmeyi amaçlıyorsunuz aslolarak, yoksa gündelik kullanımı sürsün ama modernize de olsun diye mi düşünüyorsunuz?
- Her ikisini ayrı başlık altında düşünebiliriz. Benim modernize ettiklerimin evde sanat eseri olarak bulunmasını isterim ama bunun yanında ben günlük kullanıma uygun ürünler de çalışıyorum. O da sanata değil de daha çok zanaata giriyor. Zanaatı yapmaktan da keyif alıyorum. Ötekiler tabii daha niş işler. Bu seramik, çömlek ürünler ölmez. Kırılmadığı sürece yüzyıllarca durur. Ömrü uzun şeyler. Hatta benim yeni yaptığım kupaları bulaşık makinesine bile atabilirler. Bulaşık makinesi de atılabilecek kadar kaliteli çamurlar çıktı. Zanaat kısmını da ben severek çalışıyorum.
- Peki bir çömleğin malzemesi nasıl oluşuyor?
- Kırmızı toprak bu. Dağ eteklerinde bulunur. Pişmiş toprak. Dağda toprak aşağı doğru iner ve dağ eteklerinde demir oksit karışır ona. Bunların içinde demir oksit var. Aslında o lezzeti veren şey de o bir yandan. Tamamen yüzde yüz gıdaya uygun çamurlar bunlar. Konya, Bilecik, Menemen, Avanos, Aydın… Bu bölgelerde bizim kırmızı çamur rezervlerimiz oldukça zengin. Bunu alıyorsunuz topraktan, taşından pisliğinden arındırıp kullanabiliyorsunuz. Sonradan içine eklenen herhangi bir katkı maddesi yok. Sadece onu kullanabileceğimiz kıvama getiriyoruz. İçindeki pislikten ayırıyoruz o kadar. Yüzde yüz organik bir çamur yani kırmızı çamur.
"MENEMEN ÇAMURU KULLANIYORUZ"
- Siz hangi çamuru tercih ediyorsunuz?
- Bu benim kullandığım Menemen çamuru, İzmir. İstanbul’dan alabiliyoruz ama. Çamura ulaşmak artık bizim için zor değil. Ama köylerde yaşayanlar hâlâ gidip toprağı dağ eteğinden topluyorlar. Özellikle Bilecik Kınık köyü, toprağını topluyor, el arabasıyla getiriyor, taş temizleme aleti var, ondan geçirip, kıvama getirip kullanmaya başlıyorlar.
Yasin Toruloğlu, buraya gelmeden önce de öğrenci yetiştiriyormuş. Hatta öğrencilerinden bazıları kendi atölyelerini kurmuş ve üretim yapıp hayatlarını geçindiriyorlarmış.
"ÇAMURLA ARKADAŞ OLUP, DİYALOG KURMAK GEREKİR"
Seramik atölyesini de yönettiğini belirten Yasin Toruloğlu, onda öğrencilerin daha rahat ilerlediğini anlatarak devam ediyor: “Torna biraz sabır istiyor. Çok sabırlı olmak lazım tornada forma gelene kadar. O sabrı gösterebilenler kalabiliyorlar. Yoksa hemen olsun derseniz, çamur sizi yönetir. Burada çamuru yönetmeyi, onunla arkadaş olup, diyalog kurup onu yönetmeyi öğrenebilmek gerekir. Ruhani bir kısmı var. Torna herkesin yapabileceği bir şey değil. Büyük bir sabır istiyor öncelikle.”
"SABIRLI OLMAYI DA ÖĞRENİYORSUN"
Yasin Toruloğlu, ders almaya zaten ilgili olanların geldiğini belirterek, “Severek geliyorlar, hocanın da peşini bırakmıyorlar” diyor. Yasin Hoca, çömlekçiliğin püf noktasını ve insanı rehabilite eden özelliklerini anlatarak devam ediyor: “Gelenler genellikle aceleci oluyor. Bu da bir tesadüf değil. Burada sadece çömlek yapmayı öğrenmiyorsun, hayatına karşı, kendine karşı sabırlı olmayı da öğreniyorsun. Bence tornanın püf noktası bu. Acele edersen olmaz. Ben de aceleci bir insanım bu arada. Çabuk olsun istiyorum. Benim bu kupaları çekmem 7 dakika sürüyor maksimum. Bazen bunu daha hızlı yaparım diyorum, (gülüyor) yapamıyorum, olmuyor. İki üç tane fire veriyorum. Demek ki benim ulaşabildiğim hız bu.”
"KENDİ HAMURUNA KATMAK"
Bazen çok uzun saatlerde atölyede kalarak çalışmanın kendisini rahatlattığını belirten Yasin Usta’nın, zanaat ile sanat arasında çömlekçiliğin serüvenini, bir ustadan el almanın ne demek olduğunu adeta insanın ruhunu demleye demleye anlattıkları, usta edebiyatçılık ile usta gazeteciliği kişiliğinde birleştiren en başarılı yazarlardan Eduardo Galeano’nun şu cümlelerini hatırlatıyor: “Amerika kıtasında bir yerli geleneği var, Pasifik Adalarında, Kanada’da, Meksika’da Chiapas’ta rastlanan bir gelenek bu: Bir seramik ustası yaşlandığında, elleri titremeye, gözleri zayıflamaya başladığında zanaatını bir törenle bırakır. Bu törende en güzel işini zanaata yeni başlayan bir çırağa sunar, çırak o çömleği alır, yere çarpıp bin parçaya böler. Sonra o parçaları alır, kendi çamuruna katar. Benim inandığım hafıza öyle bir şey.”
Ustalardan el alan ve öğrencilerine el veren Yasin Usta, pek çok şeyin şekilsizleşip bozulduğu bir dünyada, taş bir binanın içindeki atölyesinde, çamura şekil verirken adeta hipnotize oluyor gibi görünüyor. Çalışırken yorulmayan insan var mıdır? Ama sanki Yasin Usta, kendini arkadaş olduğu çamura katarak dinleniyor.
İşin insanın hayatı haline gelerek, onu kendisine de yabancılaştırdığı bir zamanda Yasin Usta, yaptığı işe doyamıyor: “Ben hemen hemen yatsı namazına kadar kalıyorum. Eve gitmektense burada oturmayı tercih ediyorum.”