11 Şubat 2024 05:23

Kamu işçisi nereden nereye ve ne istiyor?

Ömer YALÇINTAŞ

Sürekli söylenirdi, “Kamu işçileri çok fazla maaş alıyor, sosyal hakları çok fazla” diye. Gökten zembille inmedi kuşkusuz bu haklar. Ama bu yaklaşım maalesef bazı emekçiler açısından kamu işçileriyle aralarında bir bölünme ve statü farkı gibi görülür, ayrışmalara neden olurdu. Olurdu diyoruz, çünkü şimdilerde durum değişmişe benziyor. Ortak hareket etme, birleşik mücadele konusunda sorunlar devam etse ve bu farklı bir yazının konusu olsa da, nesnel olarak aradaki farklar erimişe benziyor.

NELER OLUYOR?

700 bin işçiyi ilgilendiren ve 2023-24 dönemini kapsayan Kamu Toplu İş Sözleşmesi Çerçeve Protokolü ile maaşlara yansıyan zamlar, hükümetin izlediği ekonomi stratejisiyle eridi. Bu da kamu işçilerinin tepkisini arttırdı. Asgari ücrete yapılan zammın ardından kamu işçisi de aynı oranda zam istemişti. Çünkü TİS ile alınan zamlar vergi diliminin yükselecek olması, enflasyon vb. nedenlerle ceplere girmeden eriyecekti/eridi. Ek zam, seyyanen zam ve vergide adalet gibi temel talepleri olan kamu işçileri birçok iş kolunda Türk-İş’e bağlı sendikaların harekete geçmesini istedi.

Uzun yıllardır işçi hareketindeki gerilik, özellikle de kamuda çalışan işçilerin uzun sessizliği böylelikle aşılmaya başlandı. Evet, yukarıda bahsi geçen taleplerinin acilliği, yakıcılığı kamu işçisinin hareketlenmesine vesile oldu. Kuşku yok ki daha alacağı çok mesafe var. Ama ‘Şimşek ekonomisi’ ivmeyi artıracak gibi görünüyor. İşçiler gerekli dersleri çıkarabilirse, hem iktidara hem de onun en büyük yancısı sendika bürokrasisine karşı hareketin sürekliliği sağlanacaktır.

İşçi sınıfının mücadele tarihinin birazdan değineceğimiz güçlü örnekleri, eksiklerin nasıl aşıldığını göstermesi açısından bugüne ışık tutmaktadır.

GİT 1989’A, GEL 2024’E!

İşçiler kendi mücadele tarihinden öğrenecektir demiştik. Bu noktada özellikle kamu işçilerinin başrol oynadığı bazı deneyimleri aktarmak iyi olacaktır.

Bahar eylemleri olarak bilinen ve 1989 yılının mart, nisan, mayıs aylarını kapsayan işçi mücadeleleri; belli iş yerlerinden ve ücret zammı talepleriyle başlamış olması bakımından bugünle benzerlikler gösteriyor. 89 eylemlerine özel sektörde çalışan sendikalı ve sendikasız işçilerin de katılması etkiyi genişletti. Bahar eylemlerine 1.5 milyon civarında işçi katıldı. O dönemin en belirgin özelliği ‘80 askeri darbesinin işçi örgütlerini dağıtması, grevlerini, mitinglerini yasaklaması ve neoliberal sermaye programının Özal hükümeti tarafından hayata geçirilmesiydi.

Ağır baskı yıllarının üzerinden çok geçmeden 1986 Netaş işçileri (3 bin 150 işçi) aylar süren grevi ile grev yasaklarının aşılabileceğini, 1987’de ambar işçileri 9 ay süren grevleri ile patrondan yüzde 214 zam alınabileceğini, aynı yıl Kazlıçeşme’de deri işçileri miting yaparak miting yasaklarını işlevsiz kılabileceğini gösterdiler. Ve ardından Türkiye tarihinin bu anlamda en etkili ve yaygın eylemlerinin işaret fişeği çakıldı: 1989’da yüz binlerce işçinin kol kola girmesiyle, kamunun (hükümetin) inadı kırıldı ve yüzde 140 zam vermeye mecbur bırakıldı.

Bahar 1989 eylemleri ücret talebiyle başlamıştı. Ama ANAP hükümetine ve onun neoliberal uygulamalarına karşı politik bir mücadeleye genişledi. Etkisi, sadece seçimlere bakıldığında bile görülecektir. 27 Mart 1989’da yapılan yerel seçimde oy oranı yüzde 35’ten 21’e düşen ANAP, 1991 genel seçiminde iktidarı kaybetti.

Günümüzün de en önemli eksikliği olan iş yeri örgütlenmeleri o dönemin önemli kazanımları oldular. (Hiç kuşkusuz o dönem kısmen komiteler kurulmuştu ama çoğunlukla solcu, muhalif işçilerden oluşmaktaydı ama dar oldukları söylenemez, geniş işçi yığınlarını harekete geçirebiliyorlardı). Kendi iş yeri örgütlenmelerine, gücüne dayanan işçiler bu sayede sendika yönetimine uyguladıkları baskıyla Türk-İş’in 900 yöneticisinin değişmesini sağlamışlardı. İş yerlerindeki bu örgütlenme ve komiteleri ile 1987’te oluşturulan şubeler platformu üzerinden sözleşmeler işçiye sormadan imzalanamadı o dönem. Buna uymayan Demiryol-İş’in birçok şubesini basan işçiler 25 yıl sendika başkanlığı yapmış Zafer Boyer’i istifa ettirmişlerdir.

Hükümetin ‘ancak yüzde 40 veririm’, Türk-İş’in de ‘yüzde 70 alırım’ dediği koşullarda işçilerin birleşik gücü yüzde 140 zam alınmasını sağlamıştır.

GELELİM 2024’E…

Bunca birikimi, deneyimi yaratmış sınıfımızın genç kuşaklarının bu deneyimlerden faydalanması gerekir. Bugün uygulanan ekonomik program benzerdir. Baskılar devam etmektedir. Sendika ağalığı/bürokrasisi belki daha da etkin haldedir. Geçmişteki Türk-İş bürokrasisine bugün Hak-İş de eklenmiştir. Diğer en önemli gerçek ise sömürünün katmerleşerek artmış olmasıdır.

O dönem çok çeşitli eylem biçimlerine başvuran işçiler özellikle bir ders çıkarmıştı. Neydi bu? Elbette küçümsemiyoruz, ama sakal bırakma, işe siyahlar giyerek gitme, yemek yememe, fabrika önünde soğan ekmek yeme, çocuklarını evlatlık verme, açlık grevi gibi eylemlerle sınırlı kalarak kazanmanın mümkün olmadığı dersi...

Nitekim ikinci aşama üretim sürecini etkileyen eylemler oldu: Viziteye çıkma, iş yavaşlatma, makine başında oturma, turnikelerden yavaş geçme, servislerden uzakta inerek iş yerlerine geç gitme gibi çeşitli yaratıcı eylemlerle üretimden gelen gücünün doruğu olan grev-genel grev aşamalarına taşıdı kendisini.

Bu dönemde de benzer bazı eylemler yapıyor kamu işçileri. Yemekhanede çatal kaşık vurma, mola ve yemek aralarında yürüyüşler gibi. Eylemler sendikacıları protesto etmeye genişliyor, hatta bazı sonuçlar da alıyor: Sivas Demiryol-İş şube başkanı ve temsilci istifa etmek zorunda kaldı, ya da Türk-İş merkezi öfkeyi azaltmak adına görevden aldı. Ankara’da kitlesel miting yapılması da dahil illerde 2010’dan beri eylem kararı almayan Türk-İş yönetimi son yılların en kalabalık ve yaygın eylemlerinin önünü kesemedi. Dipten gelen dalga bürokratları da eylemlere katılmak zorunda bıraktı.

Bir genel miting yapılması da kuşkusuz iyi olacaktır. Ama kimi zaman sendikal bürokrasinin de tercihi olabiliyor bu tür eylemler, işçilerin öfkesinin boşaltılmasına vesile ediliyor. Bunu bilmek, buna uygun plan yapmak da işçilere kalıyor elbette.

Tüm eylem biçimlerini reddetmeden ama ’89’dan belki de bizlere miras olsun diye verdiğimiz örneklerden edinilecek en önemli iş; iş yerlerinde işçilerin birliklerini, komitelerini seçerek adım atmaları, “Sendikalar işçinindir ve yönetimlerine işçiler gelmelidir”, “Sendikacı maaşları en yüksek işçi maaşını geçmemelidir” diyerek sendika bürokratlarından temizliğe girişmeleri olacaktır.

Kamu işçilerinin geçmiş dönemlerdeki işçi önderleri artık yerlerini daha genç, kısmen deneyim eksiklikleri taşıyan bir kuşağa bıraktı. İşçilerin kendi deneyimlerinden başka silahı yoktur. Öğrendikçe, denedikçe kendi yolunu daha kolay açacaktır işçiler. Bugün askeri iş kolundan demir yollarına, enerjiden gıda iş koluna haklarının ilerletilmesi mücadelesine girmiş işçiler, öğreniyor. Sendikacıları sıkıştırıp adımlar attırıyor. İktidarla hemhal olmuş yüzler binler halindeki işçi grupları kendilerine yutturulmaya çalışılan sahte düzen politikaları yerine gerçek bir işçi politikası olan “iş ekmek ve özgürlük” mücadelesinin kaçınılmazlığını daha ileriden kavrıyor.

Evrensel'i Takip Et