11 Şubat 2024 05:20

Çıkış yolu arayışına örnek: ’89 Baharı kamu emekçilerinin de önünü açtı

Yaratıcı eylemler, fiili iş bırakmalar, grevler kamu emekçilerinde örgütlenme ve mücadele arzusunu açığa çıkardı.

Fotoğraf: AA

Paylaş

Fevzi AYBER

12 Eylül faşist diktatörlüğünün karanlığı, uzunca bir süre devam ettikten sonra durgun geçen yılların sonuna gelinmişti.  “1987 NETAŞ Grevi” ile ilk kıvılcım çakılmış, işçi sınıfının hareketlenmesi 1988 yılı boyunca genişleyerek sürmüştü. “1989 İşçi Sınıfının Bahar Eylemleri” olarak adlandırılan dönem ise, bir başka iklime dönüştü. İşçilerin yaratıcı alan eylemleri, yürüyüşleri, yasak duvarlarını yıkan fiili iş bırakmalar, grevler ve direnişler bütün emekçilerde örgütlenme ve mücadele arzusunu açığa vurmaya başladı.

12 Eylül faşizminin baskıları ile yasaklarının, işkencelerinin ve zindanlarının teslim almadığı 1970’li yılların devrimci kadroları açısından da ‘89 Bahar Eylemleri’, umudu ve özgüveni büyüten duygu yoğunlaşmasına yol açtı. Kamu emekçileri örgütlenmesine öncülük eden kadroların önemli bir bölümü, 1970’li yılların kamu emekçileri mücadelesinde yer almış ve bedel ödemiş deneyimli/ birikimli devrimcilerdi. Bu kadrolar, kesintiye uğrayan geçmiş mücadelenin umutsuzluğuna son vermek ve puslu/dumanlı ortamından çıkmak için arayış içindeydiler. Umudu ve mücadele azmini örgütlülüğe dönüştürecek arayışlar, işçilerin hareketliliğinin rüzgarını arkasına alarak heyecanlı buluşmalara dönüştü. Buluşmanın adresi EĞİT DER’di. Yoğun tartışmalar yaşanıyordu. “Dernekten sendikaya” fikri, tartışmaların merkezine oturdu. Yaygınlaşan işçi eylemleri ile giderek büyüyen mücadele eğilimi, EĞİT DER’deki tartışmalara heyecan katıyordu. “Haklar Yasalardan Önce Gelir” ve “Hak Verilmez, Alınır” gibi ön açıcı vurgular, siyasal birikim ve adanmışlık iradesi, kamu emekçilerinin örgütlenmesinin çıtasını yükseltti.

Devletin yasal ve idari yasakçı engelleri, kamu emekçileri örgütlenmesi ve mücadelesinin önüne set çekmişti. Soru şuydu: Yasaklarla inşa edilen bu set nasıl aşılacaktı? Soruşturmalar, cezalar, sürgünler ardı ardına geliyordu. Baskılar karşısında kamu emekçileri, her riski göğüsleyerek, direngen ve kararlı bir mücadeleye atıldılar. İşçi sınıfının mücadele azmi ve kararlığı sonuç almaya başlamıştı. Kamu emekçilerinin geçmiş deneyimleri ve birikimleri de vardı.

FİİLİ MEŞRU MÜCADELE ÇİZGİSİ

Kamu emekçileri sendikalarının ilk kuruluş yıllarındaki atılan her adım, bir sonraki adımı güçlendirerek ilerledi. Bir gedik açılmıştı, örgütlenme atağına geçtiler. Sermaye çevrelerinin sınıf çıkarları, onların kurumsal yapısı olan devletin ideolojik-politik çizgisiyle mücadele çetindi. Bu gerçeklikle hareket ediliyordu. ‘89 Bahar Eylemleri’nde olduğu gibi, talepler doğrultusunda “fiili ve meşru” mücadele çizgisi belirleyici olacaktı. Nitekim öyle oldu ve kamu emekçileri sendikaları (KESK’i oluşturacak olan) böyle doğdu. Mücadeleci sendikaların kamu emekçileri kitlesiyle buluşması, devletin kurumsal yapısı ve merkezi/yerel bürokrasisini tedirgin etti. Örgütlenme ve mücadele isteği kitlesel bir talebe dönüşünce, sendikaların meşruiyeti tanınmak zorunda kalındı.

Devlet ve onun tüm kurumsal yapısının bir başka planı devreye girdi. Bizzat devletin bürokratik yerel ve merkezi yöneticilerinin de işin başında olduğu “devlet destekli memur sendikaları” türedi. Bu ‘sendikalar’, kamu emekçilerinin sorunları ve bu sorunların çözümüne yönelik politikaların derdinde değillerdi. “Devletin ulu çıkarlarını zedelemeden koltuk değnekçiliği yapma” prensibi ile ayrıştırma ve bölme hamlesi başlatıldı. Kamu emekçilerinin taleplerinden ziyade, ‘milliyetçi-ırkçı’ ya da ‘dinci-gerici’ siyasal partilere odaklı çalışmalara hız verdiler. Özellikle MHP’nin geçmiş pratiğinin deneyimli kadroları bürokratik kademelerdeydiler ve bu tezgahta önemli sorumluluklar aldılar. Başında ‘Türk’ ile başlayan sendikalar, “mantar” gibi çoğaldılar. Türkiye Kamu Sen’i oluşturan ‘sendikaları’ yaratan böylesi bir süreç oldu. Kısa bir süre sonra, “dinci-gerici” politikalar da devreye sokuldu. AKP öncesi “siyasal İslamcı partilerin” güdümünde Memur Sen’i oluşturacak olan ‘sendikalar’ doğdu.

Sendikacılıktan öte, devlet kurumlarının bürokratik üst mevkilerine atanmanın ve siyasal mevzi elde etmenin sıçrama tahtası olarak kullanılan bu sendikalar, iktidar yanlısı yerel ve merkezi yöneticilerin tehdit ve şantajlarıyla büyüdüler. Yıllar geçtikçe; KESK ve üye sendikaların iç işleyişlerindeki sakatlıklardan, sendikal politikalardaki sapmalar ve pratik mücadelelerdeki kitlesellikten uzaklaşma eğilimleri de “güdümlü” sendikaların güçlenmesinin dayanaklarından bir diğeri oldu. 1989 Bahar Eylemlerinin yarattığı rüzgar ile öne atılan kamu emekçileri örgütlülüğü, ‘90’lı yılların sonu ve özellikle 2002 yılında AKP iktidarıyla birlikte güç kaybetmeye başladı. KESK ve KESK’i yaratan mücadeleci çizgiyi zaafa uğratacak sendikal rekabet işyerlerine taşındı. Kamu emekçilerinin kendi içlerinde ayrışan ve birlikten/birleşik mücadeleden uzaklaşan, bölünmüş- parçalı haliyle kamu emekçileri sendikal hareketini etkisizleştirdi. İşçi sendikalarında yaşanan rekabet, kamu emekçileri hareketini de böldü ve ayrıştırdı.

BİRLEŞİK MÜCADELE PLATFORMLARI

Fakat bütün olumsuzluklara rağmen, “89 Bahar Eylemleri”nin etkisi devam ediyordu. İşçi sınıfının devrimci siyasal çizgisinden yana kadroların mücadeleci çabaları, mücadele birliğini sağladığında, birleşik mücadelenin pratiğe dönüşen olumlu örnekleri ortaya çıktı. İşçi ve emekçilerin güveni sağlandığında; sınıf dışı tutumların engelleri aşılıyor ve pratik örgütsel adımlara(değişik adlarda platformlar)dönüşüyordu. Kamu emekçilerinin benimsediği ve katkısının olduğu alttan gelen basınçlar, yerellerde değişik adlarda oluşan ‘birleşik mücadele platformlarını’ ortaya çıkarıyor ve sınıf mücadelesinin ilerletilmesine katkı sunuyordu.

Bu dönemin en etkili örneği, Zonguldak maden işçilerinin halkla birleşerek gerçekleştirdikleri büyük yürüyüştür. Bu eylem süreci, kamu emekçilerini heyecanlandırmış ve mücadele direncini yükseltmiştir.  4 Ocak 1991’de başlayan “Büyük Madenci Yürüyüşü”, sadece Zonguldak ve çevresinde değil, bütün bir ülkede heyecan yarattı. On binlerce işçi ve işçi aileleri, tek vücut oldu. İşçi sınıfı, bir kez daha sınıf kararlılığının birleştirici ve değiştirici gücünü ilan etti kamuoyuna. ‘Büyük Madenci Yürüyüşü’, hak arayışında olan tüm emekçilere olduğu gibi kamu emekçilerinin fiili ve meşru mücadelesine de ışık tuttu. Bu yürüyüşten dört ay sonra, 3 Temmuz 1991 günü gerçekleşen eğitim emekçilerinin ‘Merkezi Ankara Eylemi’, 12 Eylül sonrasında, sokaklarda hak aramanın kamu emekçileri açısında ilk merkezi alan eylem adımıydı.

14 Eylül 1991 “Mühürleri Kırma Eylemi” , ardı ardına gelen 1992 yılındaki 15 Şubat, 16/22 Haziran, 21 Aralık Ankara yürüyüşleri ve merkezi Ankara eylemleri; güvenlikçi anlayıştan kaynaklanan yasaklar ve engellere rağmen 15 Ocak 1993 günü yöneticilerin iş bırakma eylemi ile “fiili grevi”nin kilidinin açılmasını sağladı. “Memurun sendikası mı olurmuş?​”, “memur grev mi yaparmış?​” gibi… alaylı sorulara verilen ilk yanıtlar riskliydi. Fakat bedel ödemeye değer kararlardı.

Kamu emekçilerinin ana gövdesi, hiçbir sendikaya üye olmasa da “Kamu Çalışanları Sendikaları Platformunun (KÇSP) çağrılarını ciddiye alıyordu. Güven duyguları henüz sarsılmamıştı. Etkinlik ve eylem çağrıları karşılık buluyor ve kitle katılımı sağlanıyordu. Ancak kaşınan kimi “dini ve milliyetçi” hassas duygular, soru işaretlerini de çoğaltmıyor değildi. Devleti yöneten siyasal iktidarların ve sermaye medyasının “güdümlü sendikalara” desteği ve kamu emekçilerinin mücadele örgütlerine karşı yıkıcı yönelimleri kamu emekçilerindeki iç tartışmaları ve ayrışmaları hızlandırdı.

Sendikal örgütlenmenin hız kazandığı 1990-1994 yılları, devletin başta Kürt halkı olmak üzere, tüm aydın ve demokratik çevrelere karşı kontra örgütleriyle sürdürdüğü saldırgan politikalarının doruğa çıktığı yıllardı. Sendikal kadrolar da bu saldırılardan fazlasıyla nasibini alıyordu. Kürt illerindeki şubeler başta olmak üzere, tüm Türkiye’deki işçi ve kamu emekçisi sendikalarının ileri kadrolarıyla gençlik önderleri; sık sık tutuklanıyor ya da sürgüne gönderiliyordu. Birçok sendika üyesi ve yöneticisi, aydın ve demokrat kişi, “faili meçhule” uğradı veya yaşamını yitirdi.

Bu süreçte mücadeleci kamu emekçileri sendikaları, konfederasyona varacak sürecin ilk adımlarını KÇSKK(Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonlaşma Kurulu) ile attılar. Tarihe geçen KÇSKK’nin en ses getirici eylemi, 20 Aralık 1994 “Genel İş Bırakma” eylemi oldu. KİT’lerin (Kamu İktisadi Teşekkülleri) tasfiyesi, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi adımları hız kazanmıştı. Bütçenin halka düşman hükümleri, soygun ve talan bütçesi olması, halkın bütününü karşısına alıyordu. Siyasal iktidara karşı öfke ile eyleme katılım, ulusal basında yüz binlerle ifade edildi. Sadece iş bırakma ile yetinilmedi, iş bırakan kamu emekçileri halkın katılımını da sağlayarak il ve ilçe meydanlarını doldurdu. Ülke çapında, meşruiyeti tartışıl(a)mayan ve kamuoyunda kabul gören önemli bir eylem olarak tarihte yerini aldı. Yine kitleselliği açısından; ‘15-16 Haziran Direnişi’nin yıldönümüne denk getirilerek, 17-18 Haziran 1995’teki iki günlük ‘Kızılay Meydanı’ndaki buluşma, o güne kadar yapılan eylemlerin en kitlesel ve iki güne yayılan en görkemli alan eylemiydi. Yüz bini aşkın kitle, ‘Kızılay Meydanı’nı, kitlesel işgal eylemine dönüştürdü.

‘İŞÇİ MEMUR EL ELE GENEL GREVE’

Birleşik bir mücadeleye yönelim ihtiyacı, tüm işçi ve emekçilerin duygusuydu. İşçi hareketliliği ve kamu emekçilerinin mücadelesi, demokrasi ve özgürlükler için mücadele eden halkların eylemleriyle birleşme talebi, parçalı mücadelelerin birleşik bir mücadeleye dönüşmesi yönünde bir çabaya dönüştü. Her işçi eylemi ve fabrikada ortaya çıkan hareketlenmeler, kamu emekçilerinin de gündemine taşındı. Bunlardan iki örnek önemliydi; SEKA direnişi ve Bergama köylülerinin siyanürlü altın madeni işletmeciliğine karşı topraklarını savunma mücadelesi… İşçi Memur El Ele Genel Greve” sloganı, SEKA eyleminin ötesine geçerek ülkenin diğer mücadele alanlarında da yankılanıyordu.  Sınıf mücadelesinin düzeyi yükseldikçe, işçi ve emekçilerin değişik adlar altında birleşik mücadele birlikleri kurulmaya başlandı. Marmara işçi havzası başta olmak üzere işçi yoğunluklu kentlerdeki ‘Sendikalar Birliği’ gibi örgütlenmeler arttı.

Kamu emekçilerine “Sahte Sendika Yasası” dayatıldı. Sendikal örgütlülük ve kazanımlar tehdit altındaydı. Kamu emekçileri ve sendikal mücadelesi, birçok bedel ödenerek gelinen bu aşamada gerçek bir sendika yasası değil, dernek statüsünün altında bir kıskaç içine sokulmak isteniyordu. Yasanın bu haliyle meclis gündeminden geri çekilmesi, öncelikli talep haline geldi. Fakat “dernek” statüsünde bir ‘sendika yasası’ için Hükümet ve Türkiye Kamu Sen ısrar ediyordu.  Bu süreçte “nasıl bir sendika yasası ?​” sorusunun karşılığında alınan örgütsel çizgi farklılığı net olarak ortaya çıkmıştı. Türkiye Kamu Sen Genel Başkanı Resul Akay ve yöneticiler, TİS ve GREV hakkı olmayan sahte sendika yasasının çıkması için büyük bir çaba içine girdiler. KESK ise, 4 Mart 1998 günü kamu emekçilerini Ankara’ya çağırdı. Sinirler gerilmiş, önlerine dikilen polis engeli aşılmıştı. Yasa mecliste görüşülürken, kamu emekçileri, Kızılay Meydanı’nda trafiği kapatıp oturma eylemi başlattılar. Akşam saatlerine doğru yoğun polis saldırısı, tazyikli su ve coplu müdahale püskürtüldü. Kamu emekçileri biber gazı ve gaz bombaları ile tanıştılar. Gece boyunca süren direniş, tüm Türkiye’ye yayıldı. Bir kez daha “hak verilmez alınır ve haklar yasalardan önce gelir” öğretisinin mücadeleci çizgisi kazandı. Direnişin büyümesi ve yaygınlaşması siyasal iktidara geri adım attırdı ve yasa geri çekildi. Mücadele edenler kazanmıştı, ama geçiciydi. 2001 yılında bu yasa çıkartıldı, kamu emekçilerinin hak alma mücadelesinin zaafa uğramasının dayanaklarından oldu.

Dünya Ticaret Örgütü(DTÖ), Dünya Bankası(DB), Uluslar arası Para Fonu(IMF) vb uluslar arası sermaye örgütlerinin emperyalist-kapitalist politikaları Türkiye’yi kıskaç içine almıştı. Özelleştirmeler, kamu hizmetlerinin tasfiyesi, sendikasızlaştırma politikaları işçi sendikaları ve kamu emekçileri sendikalarını olumsuz etkiledi. Özellikle kamuda çalışan işçiler ile kamu emekçileri, nicelik ve nitelik açısından kayıplar yaşadılar. Ama işçi sendikalarının başına çöreklenen sendikal bürokrasi, işçi sınıfının hareketlenmesine takoz olmuştu. Devletin yedeğine düşen diğer memur sendikaları da öyle... Mücadelenin yükseldiği anlarda, “kutsal devlet” koruyuculuğu öne çıkıyordu hemen.  Yapılan eylemlerin altı boşaltılıyor, mücadelenin birleştirilmesi güçsüzleştiriliyordu. Mücadelenin düzeyinin yükselişe geçtiği anlarda ise, sembolik olarak yer alıyorlardı. En ağır saldırı, emeklilik ve sosyal güvenlik haklarına yönelik olanıydı. Emeklilik yaşını yükseltmeyi esas alan “Mezarda Emeklilik Yasası” TBMM gündemine getirildiğinde işçi sınıfı yeniden hareketlendi. Sosyal güvenlik hakkına yönelik bu saldırgan düzenlemelere karşı kamu emekçileri de suskun kalmadı. Kamu emekçileri ile işçi sınıfının ortak talepleri, birleşik bir mücadelenin zeminini güçlendirdi. Sendikaların, “zorunlu“ kalarak yaptıkları ortak eylem çağrıları, kitlesel karşılık bulmaya başladı. Dağılmaya yüz tutmuş birçok platform ve birlikler, yeniden toparlandı. Birleşik mücadele, diğer emekçilerin örgütlü ve örgütsüz kitleleriyle buluşarak büyüdü.

Emek Platformu ihtiyacı, tam bu süreçte gündeme geldi. ‘Kocaeli Sendikalar Birliği’, ‘Gebze Sendikalar Birliği’, ‘İstanbul İşçi Sendikaları Şubeler Platformu’ başta olmak üzere; İzmir, Ankara ve diğer büyük sanayi illerinde, sanayi havzalarında oluşan değişik adlardaki birliklerin ve platformların çağrılara yanıtları, mücadelenin yükseltilmesini sağladı. 1999 yılının yaz aylarında yoğunlaşan eylemler, ‘Emek Platformu’nun kurulması süreciyle birlikte yürüdü. Emek Platformu çağrısıyla 24 Temmuz 1999 Ankara Eylemi, ortak mücadelenin gücünü doruğa çıkartan eylem oldu. Yüz binlerce işçi ve kamu emekçisiyle demokrasi güçlerinin görkemli ‘Ankara Buluşması’, Hükümeti sarstı ve koalisyon dağıldı.

2002 yılında iktidara gelen AKP, uluslararası ve Türkiye sermayenin sözcülüğünde kusur etmedi. İşçi ve emekçilere yönelik saldırıların ardı arkası kesilmedi. Özelleştirmeler ve kamunun tasfiyesi süreci hızlandırıldı. Sendikaları işlevsizleştirecek yasal ve idari yeni engeller ortaya çıktı. Sendikal rekabetin işyerlerine kadar inen ayrıştırıcı politikalardan dolayı parçalı duruşlar, birleşik mücadelenin zayıflaması, yeniden işçi-memur ayrımının kışkırtılması, var olan etnik ve inançsal farklılıkların kaşınması vb politikalar sendikaları geriletti; işçi ve emekçilerin mücadelesinin düşmesine yol açtı.

BUGÜNE İKİ DERS

Sonuç Olarak; burjuva ekonomistlerin/analistlerin “Tarihin Sonu” ya da “Tek Kutuplu Savaşsız Bir Dünya” vb gibi beyinleri teslim almaya dönük ideolojik-politik-teorik tezlerin yaygınlaştığı dönemde ‘1989 Bahar Eylemleri’ yol gösterici olmuştu.  “İşçi sınıfı mı kaldı?​” ya da “sınıf mücadelesi bitmiştir” türünden dil ve kültürel kirliliğe karşı kurtuluşa giden yolun çizgisini belirlemişti. Topluma egemen olan umutsuzluk sürecinden, yeniden birleşmenin ve örgütlenmenin önemini öğretmişti. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi, Türkiye’de de tersine rüzgarların esmeye başlamasına işçi sınıfı önderlik etmişti.

İşçi sınıfının yol göstericiliğinde 1990’larda başlayan kamu emekçileri sendikalarının bugünkü görüntüsü vahimdir. Sadece KESK içinde değil, kamu emekçilerinin bütününde yeterince dağılıp dökülme vardır. Kamu emekçileri ana kitlesinde var olan ayrışmaları gidermek, gerginlikleri ve rekabetçi tartışmaları terk etmek ve birleşmenin önüne geçecek her bozuşturucu adımı engellemek sendikal hareket için zorunlu hale gelmiştir. Sınıf mücadelesinin tarihinden öğrenmek elbette öncelikli görevdir. Bunca deneyim ve birikim vardır. Kavramlar ve kuramlar üzerinde kelime oyunları yaparak “yeni” bir şey üretilemeyeceği açıktır. Yaşanan sorunlardan çıkış yolu arayışlarına, ’89 Bahar Eylemleri’ ve yarattığı etki önemli bir örnektir. Mücadele deneyiminin ateşleyicisi işçi sınıfına, kamu emekçileri de çok şey borçludur. Önümüzdeki süreçte;

  1. KESK ve üye sendikalar, daha etkisizleşen ve kitlesel mücadele örgütü olmaktan çıkarak marijinal bir örgüt görüntüsünden kurtulmalı; geçmiş mücadeleci çizgisinden öğrenerek, sınıf sendikacılığı rotasına girmelidir. Elbette KESK’e egemen olan, devlet ile “işbirlikçilik” tarzında var olan bir sendikal bürokratizm değildir. Fakat sınıf dışı sendikal çizgilerin KESK’i getirdiği yer, bir tür STK’ya dönüştürme halidir. KESK’i bir sınıf örgütü olmaktan çıkarmaktadır. Bugün KESK’in itildiği köşeden çıkması gerekiyor. KESK’teki mevcut durumdan kurtulmak isteyen kamu emekçileri ve sendikal odaklar, kamu emekçilerinin geniş kesimlerini ‘hangi sendikaya üye’, ‘sendikalı mı sendikasız mı’ olduğuna bakmadan acil talepleri etrafında birleştirmesi göreviyle karşı karşıyadırlar.
  2. “Oluşumunda hangi faktörler rol oynamıştır?​” sorusunu tali plana iterek; T.KAMU SEN, MEMUR SEN, BİRLEŞİK KAMU İŞ gibi konfederasyonlarla kurulacak ilişkiler yeniden değerlendirmeye alınmalıdır. Artık bu “konfederasyonlar “ üye sendikalarının ulaştığı kitlesellikle yüz binlerce üyeyi bünyelerinde bulunduruyorlar. Yüz binlerce üyesi olan bu örgütlenmeleri görmeden onların içinde de çalışmadan, işyerlerinde kamu emekçilerinin birliği ve birleşik mücadelesi nasıl hayat bulacaktır? Bir gerçeğinde görülmesi gerekiyor. Fabrikalardaki işçiler arasında örgütlenme ve talepleri üzerinden mücadele yürütürken, “işçiler hangi sendikanın üyesidir?​” takıntısına girilmiyor ve ön yargılarla davranılmıyorsa, kamu emekçileri içindeki çalışmada da aynı rota izlenmelidir. Herhangi bir ön koşul aranmaksızın farklı sendikaların üyeleriyle bağ kurmak, onlarla her tartışmayı açıkça yapabilmek cesaretini göstermek; sendikaların yeniden inşası açısından bir diğer adımdır. Bu adımlar atıldığında, işçi ya da kamu emekçileri sendikaları konfederasyonları ve onlara üye sendikaların yönetimleri bugünkü görüntülerinden başka bir rotaya girebilirler. Dağılma ve ayrışmalar yaşanabileceği gibi, birinden diğerine akışlarda olabilir. Dışarıdan rekabetçi ve dağıtıcı kışkırtmalar ise, sadece bir tuzaktır. İşçi ve emekçilerin birleşmesinin ve birleşik mücadelesinin önünde engeldir.

Çalışma ilişkileri açısından ayrıştırıcı politikalar, işyerlerinde rekabetçiliği ve bireyciliği fazlasıyla teşvik etmektedir. Genel olarak toplumu bölmeye hizmet eden ülkenin temel konularındaki ayrışmalar ise; inançsal ve etnik kışkırtmalardan, ötekileştirici yapay düşmanlıklardan kaynaklanmaktadır. Toplamı açısından işyerlerinde ve ülke çapında, işçi sınıfı ve kamu emekçilerine egemen olan bu bölünmüşlük; siyasal iktidarların emekçiler aleyhine sürdürdükleri politikaların devamını kolaylaştırmaktadır. İşçi sınıfı ve kamu emekçilerinin yaşamsal ortak taleplerinin gerçekleşmesini hedefleyen mücadele birliğinden örgütsel birliğe gidilecektir. Geçmiş mücadele deneyimlerinden öğrenerek böylesi bir rotadan ilerlenebilinir. Konfederasyon ayrımı yapmadan, sendikaların üyelerinin işyerlerinde birliğini gerçekleştiren ve bu birlikteliğin mücadele birliğine dönüştürülmesiyle sendikal bürokrasi de etkisizleşecektir.

ÖNCEKİ HABER

Diyanet okul içine de dışına da el atıyor

SONRAKİ HABER

Cumartesi Anneleri: Kayıp Duman dosyasında zamanaşımını kaldırın

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa