‘89 Baharı’nın tanıkları anlatıyor: Ücret zamları yüzde 140’ı buldu, bu kadar güçlüydük
’89 Baharı eylemlerine tanıklık eden, örgütleyen işçiler anlattı. "Fabrikayı boşalttık. Yolları kapattık. Desteğe gelenlerle büyüdükçe büyüdü eylem. O yıl sözleşmelerde zamlar yüzde 140’ı buldu.

Cibali işçilerinin vizite eylemi | Fotoğraf, Hatice Görgü'nün kişisel arşivi
Zeliş IRMAK
İstanbul
1989’lardaki en yaygın eylemlere nasıl gelindi? Dalga dalga büyüyen bu eylemlerin fitili nasıl ateşlendi? Kolay mıydı sendikal bürokrasiyle mücadele etmek, hükümete kafa tutmak?
Onlar bugün bizim anlatıcılarımız, ancak bir tanıktan daha fazlası durumundalar. Dönemin öncü işçileri, mücadeleci sendikacıları, eylemlerin örgütleyicileri çeşitli vesilelerle yaşadıklarını anlattılar. Biz de 35. Yılına girerken ’89 Bahar eylemlerinde yer alan iki işçiyle konuştuk.
Tanıklarımızdan ilki Hatice Görgü. 12 Eylül 1980 darbesinin hemen ardından işe başlıyor, İstanbul’da Cibali Tütün Fabrikasında. 8 aylık çocuğu var. Ülkenin ekonomisi ağır. Evin geçindirilmesi lazım: “O dönem geçim koşulları ağırlaştı. Kira var, çocuk bakımı var. Ev geçindirme derdi var. Çalışmam gerekiyordu.” Çocuk için kreş lazım. “Cibali’deki fabrikada kreş var” diyorlar. Pek çok işçi gibi bu sebeple burayı tercih ediyor.
“Darbeden sonra, ülkenin ekonomik koşulları da ağırdı, siyasi koşulları da. Fabrika bahçesinde özel güvenlik noktaları vardı örneğin. Ben 8 sene dokuma işçisi olarak çalıştım. İşe girer girmez sendikalı oluyordu işçiler. Türk-İş’e bağlı Tek Gıda-İş örgütlüydü fabrikada. Ancak işçiler sessizdi, neredeyse 1985’lere kadar. Çünkü darbe sonrasıydı, mücadeleci sendikalar dahil herkes sindirilmişti. 1986’da Netaş grevini hatırlıyorum. Onun dışında işçilerin genelinde eylemsizliğe mahkum olmuş bir durum vardı. Oysa hayat pahalı, ücretler çok düşüktü. 80 bin lira ücret alıyordum, neredeyse asgari ücret düzeyindeydi. Ev kiram 90 bin liraydı. Çocuğun kreş parası 8 bin lira civarındaydı. Sendika da sözleşmelerde yüzde 6, yüzde 7 gibi zamlara imza atıyordu. Neye yeterdi bu zam? Enflasyon yüksek, hayat pahalıydı. Özetle hiçbir şeye yetmiyordu paramız.”
Cibali işçileri| Fotoğraf, Hatice Görgü'nün kişisel arşivi
’89’u ateşleyen eylemler sözleşme dönemi olan mart ayında başlıyor.
Dokuma bölümünde çalışan çoğunluğu kadın işçiler, gidişata ilişkin makine başında çok yoğun sohbet etmeseler de fabrika koşulları onları mücadeleye itiyor: “Yaklaşık 40 kadın işçi aynı dönem hamile kaldık. Kreş meselesi en öncelikli gündem haline geldi haliyle. ‘Kreş yetersiz’ dediler, sıraya aldılar bizi ama bir türlü sıra gelmiyordu. Biz de bu böyle olmaz dedik, yeni kreş için imza toplayıp sosyal sigortalara dilekçe verdik. Bir de bağlantı bulup Cumhuriyet gazetesine haber yaptırdık. İki hafta sonra müfettişler geldi fabrikaya, kısa bir süre sonra da kreş yapıldı.”
Enflasyon yükseldikçe yükseliyor, hayat zorluyordu işçileri. Ancak bir kıvılcım yakalamışlardı, kreş sorununu çözmüşlerdi. Artık daha özgüvenliydiler. Şimdi ülkenin gidişatına ilişkin sohbetler artmaya başlıyordu makine başlarında. Fabrikada da sorunlar devam ediyordu. Sendika ise “hiçbir şey” yapmıyordu. Peki işçiler ne yapabilirlerdi ki?
"SENİN SAÇ BAKIM PARAN KADAR MAAŞ ALIYORUM BEN"
“Bir grup işçi kafa kafaya verdik. Sendikacı olalım dedik. Bu hareket fabrikada yankılandı tabii.”
Darbe hükümetine can suyu olacak kadar geri sendikacıların olduğu bir dönemde nasıl olacaktı?
“Sendikanın ‘S’sinden anlamıyorduk. Ama bir şey biliyorduk: Değiştirmeliydik. En önce diğer bölümlerle iletişim kurmamız gerekiyordu. Fakat fabrika içinde bölümler arası gezmek yasaktı. Biz de bir yöntem bulduk. Orta parası... Ortak para toplanır, her ay kura çekilir kuradan kim çıkarsa ortak para ona verilir. Kendi bölümümüzde başladık, diğer bölümlere de haber yolladık. Onlar da katıldı. Her ay kura çekimi yapılması gerektiği için bu bahaneyle bütün bölümlere girebiliyorduk. Böylece diğer işçilerle tanıştık. Sendikaya talip olduğumuzu söyledik. Tabii bu sendikacıların kulağına gidince kıyamet koptu. Nasıl bırakırlardı koltuğu, üstelik kadınlara…”
Sendika yönetimine muhalif birkaç işçi, üstelik çoğunluğu kadın. “Fabrikada herkesin ilgisini çekiyordu, fakat kimse adını açık etmeye cesaret edemiyordu.”
Sendikal bürokrasi aman vermiyordu elbette. Ancak işçiler iddialıydı. Delege toplamak bir dertti. Toplasalar oy kullandırmak bir dertti. Oyları korumak ayrı bir dertti. Her birini aşmanın yolunu buluyorlardı çünkü kolektif hareket ediyorlardı.
“Sıra listelere oy vermeye gelince aşmamız gereken bir sorun daha vardı. İşçilerin okuma yazma bilme oranı düşüktü. Nasıl bulacaklardı bizim listeyi? Düşündük yine kafa kafaya verdik onun da yolunu bulduk: Oylar yeşil listeye.”
13 yıla yakın sendika seçimi bile görmemiş işçiler, oy kullanıyor, oy sayıyor, sandık koruyordu. Kolay olmamıştı ancak ’89 Baharı’na giderken Cibali’de Tütün Fabrikasında sendikal bürokrasiye bir çelme takmışlardı. Seçimleri kazandılar. Hatice Görgü Tek Gıda-İş İstanbul 1 No’lu şube başkanlığına ve Kezban Oral şube sekreterliğine seçildi.
Diğer fabrikalarda da sendika seçimleri muhalif listeler tarafından kazanılıyor, fabrikalarda yemek boykotları, sakal uzatma eylemleri, fabrika içi yürüyüşler yapılıyordu.
“Biz seçimleri kazandıktan sonra Anavatan Partili Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı İmren Aykut ‘kadınlar semineri’ düzenledi. Bunu duyan farklı iş kollarından, fabrikadan işçiler otobüsler tutup salona geldiler, Bakanı protesto etmeye. Cibali’den bizim dokuma işçisi Şerife, Bakanı yakalamış ‘Senin saç bakım paran kadar maaş alıyorum ben’ diye bağırdı. ’89 eylemleri aynı zamanda hükümet protestosuna da dönüşmüştü.”
İmren Aykut (en önde solda) | Fotoğraf, Hatice Görgü'nün kişisel arşivi
EYLEMLER HÜKÜMET PROTESTOLARINA YÖNELİYOR
“Artık büyük eylemler oluyor, her fabrika bir diğerinin eylemine desteğe gidiyordu. Kimi zaman uzun yürüyüşlerle kimi zaman araçlar tutarak yüzlerce işçi oluyorduk. Biz tütüncüler çok büyük vizite eylemi yaptık. Fabrikayı boşalttık. Yolları kapattık. Desteğe gelenlerle büyüdükçe büyüdü eylem. O yıl sözleşmelerde zamlar yüzde 140’ı buldu. Bizim 80 bin lira olan ücretimiz 400 bin liraya çıkmıştı. Bu kadar güçlüydük.”
Eylemler giderek hükümet protestolarına yöneliyordu.
“Birlik mücadele sloganını unutmam. Her eylemde ‘Hükümet istifa’ sloganı da atılıyordu. ‘Çankaya’nın şişmanı, işçi düşmanı’ sloganı tüm Türkiye’ye yayılmıştı. Biz kamu işçilerinin eylemleri özel sektörü de hareketlendirmişti. Özel sektörde çalışan işçilerden de eylemlere katılanlar oluyordu. Onlar da ek zam taleplerini dile getiriyordu.”
İşçiler öğrenerek ilerliyordu. Daha güçlü örgütlenme ve eylemler için İstanbul İşçi Sendikaları Şubeler Platformu oluşturulmuştu.
“Şubeler Platformu 1991 1 Mayıs’ında ‘Her meydan 1 Mayıs alanıdır’ kararı aldı. Herkes işçileri kendi fabrikalarından çıkaracak, her yer 1 Mayıs alanı olacak dedik. Biz Coca Cola’yı çıkardık, Cibali’yi çıkardık. Ancak Coca Cola işçileri ve şube sekreterimiz gözaltına alındı. Muhalif yönetimlerin tasfiyesi ondan sonra başladı…”
AŞAĞIDAN YUKARIYA BASKI
'89 Bahar eylemlerinde işçiler| Fotoğraf, Hamdi Gökdeniz'in kişisel arşivi
Dönemin işçi hareketinin kuvvetli olmasının bir diğer önemli unsuru da işçiler arasındaki güveni ve birlikteliği sağlayabilmekti. Küçükyalı Karayolları Bölge Müdürlüğünde çalışan Kamu İşçisi Hamdi Gökdeniz anlatıyor:
“1980’den 1984’e kadar sessizlik vardı. Sendikalarda kayyumlar vardı. Herkes sinmiş vaziyetteydi. Ancak Netaş grevinden sonra iş yerlerinde bir kıpırdanma başladı. Bizim iş yerinde 1984’te muvakkat (geçici) işçi almaya başladılar. Bu işçilerin kadro talebi vardı. Bu bizim alanımızda temel talep haline gelmişti. İşçiler arası dayanışmayı sağlamalıydık. Ne yapabiliriz diye konuştuk. Bir yöntemde karar kıldık. Sendikayı da devreye sokarak işçilerin yakacak sorununu çözmeye çalıştık. Kömürler o zaman Kemerburgaz’dan geliyordu. Bir gün saat 04.00’te Kemerburgaz’a gidip kömür alıp üyelerimize dağıtmaya başladık. Amacımız işçileri evlerinde ziyaret etmek, onlarla iletişim kurabilmek, dayanışmayı güçlendirmek ve aynı zamanda dayanışma halinde olunca neler yapılabileceğini göstermekti. Bu sayede sendikayı da biraz harekete geçirmek istiyorduk. Aşağıdan yukarıya doğru bir baskı yaptık biz. İşe yaramıştı. Örgütlülüğü sağlayınca sözleşme taslaklarını da işçilerle birlikte hazırladık. Taleplerimiz için iş yerlerinde yürüyüşler yapıyorduk.”
Muvakkat işçilerin kadroya alınması, yüzde 140 oranında zam, işçi sağlığı ve iş güvenliği gibi temel talepleri vardı kara yolu işçilerinin.
“Eylem yapan, greve çıkan iş yerlerine dayanışmaya gidiyorduk. Diğer iş yerlerinin temsilcileriyle haberleşiyorduk. Birlikte ne yapabiliriz diye konuşuyorduk. Tekel işçilerinin toplu iş sözleşmesi için yaptıkları eyleme çok büyük bir katılım sağladık. Küçükyalı’dan çıkarak Cevizli’ye kadar gittik. Korkan ve çekinen arkadaşlarımız kitleselliği ve coşkuyu görünce eylemlere katılmaya başladılar. Eylemler durmadı ülke düzeyine yayıldı.”
’89 Baharı’nın işçilere öğrettiği bir diğer şey ise süreklilik.
“Biz taleplerimizden hiç vazgeçmedik. Taleplerimizin arkasında durduk. SEKA grevine çok güçlü katılım sağlamıştık. O zaman Türk-İş bir karar almıştı, SEKA işçilerine bir ekmek parası, diye. Ekmek 200 liraydı. Biz bunu az bulmuş protesto etmiştik. Daha fazla para toplayıp SEKA işçilerine dayanışmaya gittik. Bizim iş kolumuz hizmet iş koluydu. Üretim içerisinde elbette daha aktif iş bırakıldı. Ancak biz de eylemlere giderken tüm iş yerini boşaltıp, kapıları kilitleyip gidiyorduk. İşveren birlikteliğimizi kırmaya çalıştı, kimi arkadaşlarımızı görevden almaya çalıştı. Ancak toplanıp bölge müdürlüğüne yürüyünce geri adım attılar.”
Dönemin tanıklarının ortak fikri ise yeterli örgütlülük sağlanamayınca dönemin sona erdiği.
“Bu dönemle benzerlikler taşıdığını düşünüyorum. Biz sendikal bürokrasiyle mücadele etmiştik, ama tabandan yeterli örgütlülüğü sağlayamayınca sonunu getiremedik. Öğrendiğim şu ki yılmadan mücadele etmek gerekiyor.”
Evrensel'i Takip Et