Arap basını: İsrail işgali altında Filistin devleti vaadi, bir aldatmaca
Arap basınında geçtiğimiz hafta, İsrail işgali ve saldırıları sürerken Filistin devletinden bahsetmenin bir aldatmaca olduğuna dair yorumlar dikkat çekti. ABD'nin açıklamaları samimi bulunmuyor.
Fotoğraf: Tayfun Coşkun/AA
Yusuf ERTAŞ
Bir yanda ateşkes ve rehine takas anlaşması için Mısır ve Katar’ın ara buluculuğunda süren çabalardan bahsediliyor, öte yandan İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki katliamları ve Refah kentine yönelik saldırı hazırlıkları devam ediyor. Bu belirsizlik içerisinde “Filistin devleti” tartışmaları da Arap basınının önemli gündemlerinden birisi olmaya devam ediyor.
İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM KONUSUNDA CİDDİ DEĞİLLER
Filistin devletinin kurulması vaadi 1947 Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kararına dayanıyor. Ancak ABD her zaman bu kararın karşısında yer aldı ve İsrail’i destekledi. Bu nedenle ABD’nin bugünkü “Filistin devleti” vaadi inandırıcı karşılanmıyor. Filistin merkezli Al Kuds Yazarı İbrahim Abraş “Prensipte kimse savaşı durdurmak ve genel olarak çatışmayı sona erdirmek için ciddi bir siyasi sürece girilmesine karşı değil. Tıpkı Filistinlilerin resmi ve popüler talebi olan iki devletli çözüme kimsenin karşı çıkmadığı gibi. Ancak zayıf ve yeni bir dönem için yenilenmesi şüpheli olan Biden’ın Batı Şeria ve Gazze’de başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasına ve mülteci sorununa adil bir çözüme yol açacak iki devletli çözüm konusunda ciddi olduğuna inanmıyoruz. Çünkü İsrail’in bu çözümü reddeden tutumunu benimsediğinden beri bu çözümü engelleyen Washington’dur” diye yazıyor.
PRATİKTE KARŞILIĞI OLMAYAN BİR YATIŞTIRMA BİÇİMİ
İsrail, Filistin topraklarını işgal ederken ve Filistinlileri kendi topraklarından söküp atarken sesini çıkarmayan ABD ve Batı’nın “Filistin Devleti” vaadi bir yatıştırma çabası olarak değerlendiriliyor. Lübnan merkezli An Nahar Al Arabi Yazarı Mecid Kayalı “Bir Filistin devletinin kurulması, işgal altındaki topraklarda, Batı Şeria’da ve Doğu Kudüs’te yerleşimlerin sona erdirilmesi de dahil olmak üzere, İsrail üzerinde uygun ölçüde fiili baskı kurulmasını gerektirir; bu olmadan Filistin devletinden bahsetmek sadece bir retorik ya da pratikte karşılığı olmayan bir yatıştırma biçimi haline gelir” yorumunu yaptı.
ERDOĞAN’IN MISIR ZİYARETİ
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz çarşamba günü Kahire’ye yaptığı ziyaret Arap basınında geniş yer aldı. Haber ve yorumlarda “Ebedi dost ve düşmanlar yoktur, değişmez çıkarlar vardır’’ sözüne atıf yapılarak Erdoğan’ın keskin tutum değişikliğine dikkat çekildi. Al Arab Yazarı Muhammed Ebu El Fadıl “Libya krizi, Türkiye’nin Suriye ve Irak’ta devam eden müdahaleleri ve Doğu Akdeniz projeleri gibi tartışmalı konularda önemli mutabakatlar sağlanmadan ve Gazze Şeridi’ndeki savaşın sonuçları; Sudan’daki çatışma ve Somali ile Etiyopya arasındaki anlaşmazlıkla başa çıkmak için ortak paydalar formüle edilmeden iki ülke arasındaki ilişkilerin istikrarlı bir düzeye ulaştığını söylemek zordur ve bu konularda her iki tarafın da niteliksel avantajları veya göreceli dezavantajları vardır” değerlendirmesinde bulundu.
BİR LABİRENT YA DA ÇAKIL TAŞLI BİR ÖĞÜN OLARAK BİR FİLİSTİN DEVLETİ VAADİ
Mecid KAYALI
An Nahar Al Arabi/Lübnan
İsrail’in 1967’de işgal ettiği Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki Filistinliler için bağımsız bir devlet vaadi, Amerika Birleşik Devletleri’nin (Batılı müttefikleriyle birlikte), İsrail’in neredeyse beş aydır, her dakika, her gün ve her gece, özellikle Gazze’de yürüttüğü imha savaşında yüzlerine vurduğu “sopa” karşılığında zaman zaman onlara sunduğu bir “havuç” haline geldi ve bu “havuç”un kısa süre sonra sadece bir komedi, bir çakıl taşı yemeği veya sonsuz bir labirent olduğu biliniyor.
Uluslararası perspektifte bir Filistin devletinin kurulmasına ilişkin belki de ilk ve en önemli referans, Nakba’dan (1948) hemen önce, Filistin’in Arap ve Yahudi devletleri olarak ikiye bölünmesi kararı olarak bilinen ve 29 Kasım 1947’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen 181 sayılı karardır. Hiçbir zaman gün ışığına çıkmayan bu kararın kendisi Nakba olayıyla ve Filistinlilerin ana vatanlarının haklarının inkar edilmesiyle bağlantılıdır; bu da Filistin devleti seçeneğini şüpheyle kuşatmaya ve tarihsel adaletsizlik duygusunu geliştirmeye devam edecek ve Filistinlilerin her zaman özlemini çektiği göreceli adalet taleplerini bile sınırlayacaktır.
Filistinliler, 1960’ların ortalarında ulusal hareketlerinin ortaya çıkmasına kadar siyasi bir boşluk içinde yaşadılar. 1970’lerin ortalarında, kuruluşundan on yıl sonra, Kurtuluş Örgütünün belirli bir bölgede yetkisi olmasa da Filistin halkının siyasi varlığı olarak kabul ettirdiler. Bu durum, Yaser Arafat’ın Arap zirvesinde (Rabat 1974) ve Birleşmiş Milletler’de (1974) kürsüden yaptığı “Bugün buraya elimde bir zeytin dalı ve bir özgürlük savaşçısının silahı ile geldim. Elimdeki zeytin dalının düşmesine izin vermeyin!” diye seslendiği ünlü konuşmanın ardından Araplar ve uluslararası toplum tarafından tanınmaya başlandı.
Bunu, Birleşmiş Milletlerin 3236 (1974) ve 3376 (1975) kararları kapsamında Filistin halkının devredilemez haklarını, yani geri dönme, kendi kaderini tayin etme, ulusal bağımsızlık ve egemenlik hakkını tanıması izledi. Bunu, her yıl periyodik olarak tüm şubeleri ve organlarıyla birlikte Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun çok sayıda kararı izledi. Ancak, Filistin’in büyük bir çoğunlukla (138 ülke) gözlemci devlet olarak tanınması (2012) da dahil olmak üzere BM Genel Kurulundaki tüm bu gelişmeler hiçbir şey ifade etmedi. Çünkü ABD ve İsrail (Kanada, Çekya, Marshall Adaları, Mikronezya, Nauru, Palau ve Panama ile birlikte) karşı çıkarken, Fransa, İtalya ve İspanya destekledi, İngiltere ve Almanya ise oylamada çekimser kaldı.
Bu, dünyanın en güçlü ve etkili ülkesi olan ABD’nin, bir Filistin devletinin kurulmasına her zaman karşı çıkan ve İsrail’in Oslo Anlaşması da dahil olmak üzere çözüm sürecinin tüm haklarından kaçmasının arkasında olan ülke olduğunu vurgulamak için gerekli bir başlangıçtı Bu durum, Filistinlilerin önünde bir Filistin devleti “havucu” salladığı bugünkü iddialarıyla çelişmektedir.
Hatırlatmak gerekirse, on yıl sonra ABD, Filistinlilere diğerlerinden daha sempatik olduğu varsayılan ve görev süresi boyunca İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ile arasında büyük gerilimler yaşanan Eski Başkan Barack Obama döneminde, yukarıda da belirtildiği üzere, Filistin’in gözlemci devlet statüsüne ilişkin Genel Kurul kararına karşı çıkmıştır.
İlginçtir ki bu durum, ABD’nin (İsrail, Mikronezya, Nauru ve Marshall Adaları ile birlikte) Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını reddetme yönünde oy kullandığı Biden yönetimi sırasındaki BM Genel Kurulunun son oturumu (2023) da dahil olmak üzere sonraki yıllarda da tekrarlanmıştır. ABD’nin (İsrail, Mikronezya, Nauru ve Marshall Adaları ile birlikte) Filistin halkının bağımsız bir devlette kendi kaderini tayin hakkını reddetme yönünde oy kullandığı bu karar, aralarında Avrupa ülkelerinin de bulunduğu 172 ülke ve elbette ABD hariç BM Güvenlik Konseyinin tüm daimi üyeleri tarafından desteklenmiştir.
Bu sonuçlar geleceğe dair bir ön yargı değil, sadece ABD’nin hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi yönetimleri döneminde Filistinlilere yönelik politikalarının her alanında İsrail’i desteklediğini ya da ona kur yaptığını hatırlatmaktadır. Ancak ABD yönetimi İsrail’i kendi iradesi dışında kurtarmanın bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını gerektirdiği kanaatine varırsa, bu İsrail’deki aşırı milliyetçi ve dini akımların etkisini azaltmaya katkıda bulunabilir.
Bu nedenle, ABD politikasının samimiyeti pratikte ve deneyime dayalı olarak teyit edilene kadar, Filistinlilerin bir labirentle ya da yeni bir çakıl taşı öğünü ile karşı karşıya kalması muhtemeldir.
FİLİSTİNLİLER İÇİN BİR DEVLET Mİ YOKSA MEZARLIK MI?
Nebih El BARJİ
Addiyar/Lübnan
Yahudi Büyüklük Partisinin temel direklerinden Baruch Marzel, “Bu insanlar bir devleti değil, bir mezarlığı hak ediyor” dedi. Amerikan bombardıman uçaklarıyla Gazze’yi yerle bir eden binlerce ton Amerikan bombasından sonra, ipek eldivenleriyle Joe Biden yönetimi Filistinliler için bir devlet mi yoksa bir mezarlık mı yaratmak istiyor?
Oslo Anlaşması 1993 yılında Beyaz Saray bahçesinde Başkan Bill Clinton’ın huzurunda Yitzhak Rabin ve Yaser Arafat arasında imzalandığında, safça bir Filistin devletinin eli kulağında olduğunu düşünmüştük. Şimdi, otuz yılı aşkın bir süredir binlerce kurban ve binlerce tutsaktan sonra, Washington Post, Amerika ve Arap ortaklarının “İsrail ve Filistinliler arasında bir Filistin devletinin kurulması için kesin bir takvim içeren kapsamlı bir barış anlaşmasına varmak için ayrıntılı bir plan hazırladıklarını” aktardı.
Amerikalılar soğukkanlılıkla, Ortadoğu’nun tarihi seyrini değiştirebilecek herhangi bir diplomatik sürecin sezaryen doğum gerektirdiğini söylüyorlar. İşin mantığı bu.
Benyamin Netanyahu’nun barbar politikalarını engelleyemeyen Beyaz Saray, Mısırlılar, Suudiler ve Katarlılarla anlaşarak, bu planı hazırlamak için neye güveniyor? Bununla birlikte, tüm kötü niyetimizle, Amerikalıların Henry Kissinger’ın izinden giderek her türlü “yaratıcı müzakerenin” cesetler üzerinde yapılması gerektiğini düşündüklerine inanıyoruz.
Itamar Ben-Gvir, Biden’a, “Dünya Filistinlilere bir devlet vermek istiyor. Böyle bir şey olmayacak” diyerek meydan okudu. Sağcı yorumcular daha iddialıydı: “Eğer ABD koalisyonu bozmak için baskı yapmaya kalkarsa, İsrail’in gerçek liderleri sırtımızda bomba olan bir devleti engellemek için sokaklarda hendekler kazmaya hazırdır...”
Bu durumda, topraklarından geriye kalanları parça parça kaybeden Filistinliler, her gün ölümcül seçeneklerle karşı karşıya kalacak: Ya dikenli teller arasında teker teker ölecekler ya da komşu ülkelere veya okyanusların ötesinde tükenip yok olmak için Kanada ve Avustralya’ya gidecekler.
GAZZE SAVAŞLARI, HAMAS VE İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM ALDATMACASI
İbrahim ABRAŞ
Al Kuds/Filistin
Gazze’deki soykırım savaşının şiddetlenmesi ve siyonistlerin olduğu kadar Washington ve Batı’nın da bu savaşa katılarak utanç verici bir duruma düşmeleriyle birlikte, iki devletli çözüm ve savaşı sona erdirecek siyasi bir ufuk hakkında yeniden konuşulmaya başlandı. Bu, Batı’da uzun süredir bu fikre karşı duyulan isteksizliğin ardından vicdanın uyanması mıdır? Yoksa Hamas’ın yaptıkları, hakların sahiplerine sadece güç kullanılarak iade edilebileceğini mi teyit etmektedir? Yoksa bu, Gazze’deki bölünmeyi pekiştirmek ve Gazze’de askerden arındırılmış ve İsrail’e güvenlik açısından bağlı bir devlet kurmak için Gazze’ye yönelik önceki savaşlarda olduğu gibi bu savaşı da kullanma girişimi ve bir manevra mıdır?
Prensipte kimse savaşı durdurmak ve genel olarak çatışmayı sona erdirmek için ciddi bir siyasi sürece girilmesine karşı değil. Tıpkı Filistinlilerin resmi ve popüler talebi olan iki devletli çözüme kimsenin karşı çıkmadığı gibi. Ancak zayıf ve yeni bir dönem için yenilenmesi şüpheli olan Biden’ın Batı Şeria ve Gazze’de başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasına ve mülteci sorununa adil bir çözüme yol açacak iki devletli çözüm konusunda ciddi olduğuna inanmıyoruz. Çünkü İsrail’in bu çözümü reddeden tutumunu benimsediğinden beri bu çözümü engelleyen Washington’dur. İsrail’in bu çözümü reddeden tutumunu benimsediğinden bu yana ve Birleşmiş Milletlerde bu yönde herhangi bir uluslararası hareketin karşısında durarak bu çözümü engelleyen Washington’dur. İki devletli çözümden bahsetmek, Filistinlilere karşı işlenen soykırım suçlarıyla ve siyonist sağın ve tüm işgal liderlerinin Filistinlileri insan hayvanları olarak tanımlayan ve Filistin dışına sürülmelerini talep eden açıklamalarıyla tutarlı veya orantılı değildir ve Washington henüz Filistin devletini tanımamışken nasıl samimi olabilir?
Şimdi siyasi bir ufuktan bahsetmek ve Netanyahu’dan iki devletli çözümü kabul etmesini istemek, dünya kamuoyunu aldatmak ve Washington’un siyonist varlığa verdiği körü körüne destek ve savaş gerekçelerine ilişkin iddialarıyla lekelenen sayfasını aklamak ve İsrail’i siyasi çıkmazından ve Uluslararası Adalet Divanı ve diğer uluslararası örgütler nezdindeki hukuki takibinden kurtarmanın yanı sıra Filistin içindeki farklılıkları pekiştirmek için bir hileden ibarettir.
MISIRLILAR NASIL BİR TÜRK CUMHURBAŞKANIYLA MUHATAP OLDUKLARINI ANLIYORLAR MI?
Muhammed Ebu El FADL
Al Arab
Sisi’nin Esad kadar uzun süre direnmesi Erdoğan’ın hesaplarını değiştirdi.
Mısırlılar karşılarında Erdoğan’ın ayaklarını bastığı her yerde birden fazla yüzü olan bir Türk Cumhurbaşkanı buldular. Gerilimi tırmandırma yolunda başarısız olduktan sonra Kahire ziyareti, Erdoğan’ın geri çekilmesinin ve çıkarların ve ekonomik krizin etkisi altında çark etmesinin doruk noktasıdır. Ancak bu geri dönüşe güvenilebilir mi?
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çarşamba günü Kahire’ye yaptığı ziyaret Mısırlıların kafasında pek çok soru işareti bıraktı. Ülkelerinde gördükleri dostane kişilik, liderlerinin suçlandığı kişiliğin aynısıydı; sanki nezaket ve gaddarlık bir insanın yapısının önemli bir parçasıymış gibi ve onunla muhatap olanlar bu değişime yol açan zamanlama farklılıklarını dikkate almalı.
Mısır, Türkiye Cumhurbaşkanının son yıllarda çatışmalarla elde edemediği stratejik önem açısından Suriye’den sonra ikinci siyasi projesi gibi görünüyor. İhvan’ın bölgesel yayılma sürecinde ana kol olarak benimsenmesi, Mısır hükümetini ve halkını hangi Erdoğan’la karşı karşıya olduklarını bilmeye zorluyor.
Erdoğan pragmatist-İhvancı mı yoksa pragmatist-sekülerist mi? İki durumun ortak özelliği (pragmatizm), Suriye, Libya, Mısır ve bazı Körfez ülkeleri de dahil olmak üzere dış yönelimlerinde ayarlamalar yaptıktan ve merkezinde İhvan’ın bulunduğu İslamcı hareketi bölgesel projesinde savaş başlığı olarak benimseme konusundaki tutumunu değiştirdikten sonra Kahire’nin onunla nasıl başa çıkacağını belirliyor.
Erdoğan, halifeliği geri getirecek Müslüman liderden, Cumhurbaşkanı Abdülfettah Sisi rejimiyle uzlaştıktan sonra, kendisine ve onlara pahalıya mal olan şüpheli niyetli bir dosta dönüştü.
Libya krizi, Türkiye’nin Suriye ve Irak’ta devam eden müdahaleleri ve Doğu Akdeniz projeleri gibi tartışmalı konularda önemli mutabakatlar sağlanmadan ve Gazze Şeridi’ndeki savaşın sonuçları, Sudan’daki çatışma ve Somali ile Etiyopya arasındaki anlaşmazlıkla başa çıkmak için ortak paydalar formüle edilmeden iki ülke arasındaki ilişkilerin istikrarlı bir düzeye ulaştığını söylemek zordur ve bu konularda her iki tarafın da niteliksel avantajları veya göreceli dezavantajları vardır.
Çıkarların değiş tokuşu ve her iki tarafın çıkarlarının elde edilmesi, ilişkilerdeki gücün derecesini ve ne ölçüde ulaşabileceklerini test etmenin iyi bir yoludur, çünkü Mısırlıların Erdoğan’ın yönelimleri hakkındaki endişeleri, Erdoğan onlara değişiminin taktiksel değil stratejik olduğunu kanıtlamadan önce aşılmayacaktır.