Muhalif bir avukat olarak Can Atalay
Can Atalay’ın hukuksuz yargılanarak adeta alıkonulması, hem Gezi direnişinin ruhunu söndürmek hem de direnen kitleleri korku yoluyla bastırmak olarak okunmalıdır.
Fotoğraf: Evrensel
Ahmet UZUN
Uludağ Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Gezi Olayları’nın üzerinden 10 yılı aşkın bir süre geçti. Bu süreçte AKP’nin sermaye iktidarı, ülkede ipleri iyice eline aldı. Fakat hükümetin hâlâ Gezi’nin hatırlanmasından çekindiğini ve terörize etmeye çalıştığını görüyoruz, bunun hükümet açısından oldukça tutarlı sebepleri var. Cumhuriyet tarihi birçok eylem, toplu grev ve protestoya tanık oldu. Gezi Direnişi’ni bunlar içerisinde çarpıcı kılan taraf, halkın farklı kesimlerinin birlikte hareket edebilmesi ve hükümetin sermaye ideolojisine karşı tek yumruk olabilmesidir. Bir kamu alanı olarak Gezi Parkı’nın inşaat şirketlerinin ve AKP’li belediyenin kâr hırsına karşı savunulması hem pratik hem de sembolik bir öneme sahiptir. Gezi’nin kitleselliği, esasında halk düşmanı olan kitleleri bile Gezi’den yanaymış gibi tavır almak zorunda bırakmıştı. Bugün kendinden olmayan herkesi terörize eden hükümet, Gezi Olaylarında halkı, katılanları terörize edecek bir hegemonya henüz inşa edememişti. Buna karşılık valilik, jandarma ve polislerle birlikte halka şiddet uygulamaktan geri durmamıştı. Bu şiddetin sonucunda, 7 yurttaşımızın hayatı ellerinden alınmıştı.
SOMA’DAN ÇORLU’YA, ADANA’DAN ERMENEK’E
Can Atalay, sadece Gezi dayanışmasında değil, aynı zamanda Soma Faciası, Ermenek Maden Kazası, Adana Öğrenci Yurdu Yangını, Çorlu Tren Kazası gibi hükümetin ve sermayenin suçlu olduğu davalarda avukatlık yapmıştır. Can Atalay’ın hukuksuz yargılanarak adeta alıkonulması, hem Gezi direnişinin ruhunu söndürmek hem de direnen kitleleri korku yoluyla bastırmak olarak okunmalıdır. 2013’ten bu yana ülkemizde özelleştirmeler gittikçe artmış, sermayedarlar, işçi sınıfının boğazını giderek sıkmaya başlamıştır. Boğazımızdaki elin kimin olduğunu gizlemek için hükümet ve sermaye el ele vererek, işçi sınıfına milliyetçilik ve dinci gericilik pompalamaya son sürat devam ediyor. Böyle bir atmosferde, Can Atalay gibi kritik bir kişinin Yargıtay kararına rağmen Milletvekilliğine devam edememesi, hükümetin artık gemileri yaktığının ve hukukun tasfiye edildiğinin açıkça göstergesidir.
Can Atalay’ın aday gösterildiği Hatay, 6 Şubat depreminden bu yana aradan geçen onca zamana rağmen hükümet tarafından kaderine terk edilmiş ve bizden olmazsanız size hizmet gelmez diyerek açık açık tehdit edilmiştir. Can Atalay’ın mahkumiyeti ile Hatay’ın kaderine terk edilmesi arasında doğduran bir bağ bulunuyor. Can Atalay hem bir avukat hem bir milletvekili olarak Hatay halkının sesi olabilecekken, hükümet tarafından bu ses bastırılmaya çalışılıyor. Türkiye’de sınıfsal uçurum gittikçe derinleşiyor, emekçiler adeta kölelik koşullarında çalışıyor, AKP ve patron sınıfı, ülkeyi sermayedarlar için cennete, emekçiler için cehenneme çevirmeye çalışıyor. İşte böyle bir durumda, Can Atalay’ın özgürlüğü hepimizin özgürlüğü demektir.