Acil kentsel dönüşüm nasıl olur?
Seçimler öncesinde, Deprem-Afet-Çevre konularında planı, programı olan, bilime ve emeğe değer veren toplumcu belediyecilik anlayışını özümsemiş adaylara özlemimiz var.
İzmir depremi | Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Koray Çetin ÖNALAN*
Yapılan son çalışmalara göre, İzmir’i de içine alan Batı Anadolu’da, 2000 yıldır kırılmayan ve süresini doldurmuş, birbirinden farklı geometriye sahip onlarca fay var. Üstelik, 30 Ekim Sisam depremi, korkunç ve kaygılanmamız gereken bir başka durumu da net olarak ortaya koydu: İzmir’de binaların yıkım eşiği son derece düşük.
Bilim insanları İzmir ve 100 km. yarıçaplı yakın çevresinde 7 büyüklüğünde deprem üretme potansiyeline sahip diri faylar olduğunu ortaya koyuyorlar. Büyükşehir belediyesi dahil, üniversite ve kamu kurumları tarafından yürütülen birçok çalışma halen devam ediyor.
Bugüne kadar yaşanan deneyimler, depremin iki koşulda ağır hasar verdiğini gösteriyor. Bunlardan birincisi ve en önemlisi, suya doygun alüvyon ovalara yapılan yerleşimler. Bir de buna 1999 yılı öncesinde yapılan, üst yapı kalitesi son derece yetersiz ekonomik ömrünü tamamlamış binalar ve binalarda denetimsizce yapılan sözde “tadilatlar” eklenince, fatura ağırlaşıyor.
Türkiye’nin depremle yüzleştiği 1939 Erzincan felaketinden bu yana, en son 2018 olmak üzere 11 kez deprem yönetmeliğini değiştirdik. 2000 yılında Yapı Denetim Yasası ve yönetmeliğini çıkardık, ancak hiç bunlar yaşanmamış gibi 20 kez de imar affı çıkardık. Dünya üzerinde, bu denli deprem tehdidi altında bulunan ve “imar affı” gibi bir akıl tutulmasını hem de 20 kez uygulamaya sokan bir başka uygar ülke kesinlikle yoktur.
Yürürlükte olan yapı denetim sistemi, kelimenin tam anlamı ile “deve kuşu” metaforu ile açıklanabilir. Ne deve ne de kuş. Düşünebiliyor musunuz, denetim yetkisini özel şirketlere veren merkezi irade, yapı denetim şirketlerini bile denetleyemiyor. Üstelik, yapı denetim şirketlerinin yapı üretim sürecinin hangi aşamasında sisteme gireceği belli bile değil. Örneğin, kuruluş kadrosu içerisinde jeoloji mühendisi yok. Uzun uğraşlar sonucunda, jeoloji mühendislerini, sistemin içine yerleştirsek bile ne zemin ve temel etütlerinin ne de uygulama esnasındaki zemin iyileştirmelerinin denetimi ne yazık ki yeterince yapılamıyor.
Bu denetimler, Belediye bünyesinde çalışan meslektaşlarımız tarafından yürütülse de bugün İzmir’in 8 ilçesinde jeoloji mühendisi istihdamı yok, var olanlarda kadro yetersiz. Kısaca, Türkiye genelinde ve İzmir ili özelinde yapı güvenliği denetim dışı.
NELER YAPILABİLİR
Körfez depreminin olduğu yıl Türkiye’nin nüfusu 63 milyondu 2022 yılı sonu itibari ile Türkiye’nin nüfusu 85 milyon. Artış oranı yüzde 25. Körfez depreminin olduğu yıl İstanbul’un nüfusu 11 milyon, 2022 yılı sonu itibari ile İstanbul’un nüfusu 16 milyon. Artış oranı yüzde 31. Körfez depreminin olduğu yıl İzmir’in nüfusu 2 milyon 800 bin, 2022 yılı sonu itibari ile İzmir’in nüfusu 4,5 milyon. Artış oranı yüzde 37.
En önemli veri ise, geçen 25 yıl içinde şehir/kır nüfus oranı; 2000 yılında kentte yaşayanların oranı yüzde 65, kırda yaşayanların oranı yüzde 35. 2022 yılında kentte yaşayanların oranı yüzde 97, kırda yaşayanların oranı yüzde 3.
Bu istatistikler, akıl tutulmasıdır. Böyle veriler ortada olduğu sürece, kentleri planlama ve özel olarak “kentsel dönüşümü” gerçekleştirme şansınız yok. Ne kendinizi ne de halkı lütfen kandırmayınız. Türkiye’de orta ve uzun vadeli planlar ile kentsel dönüşüm değil, kentsel değişimi gerçekleştirmek zorundayız.
GÖKDELEN CEHENNEMİ KENTLER
Bugün yeni çıkarılan rezerv alan yasa ve yönetmelikleri ile el koy-yık-yap mantığının esiri olmuş, beton lobisinin değirmenine su taşıyan, kentleri gökdelen cehennemine çevirerek insanlarımızı tek göz “(a)sosyal konutlarda” yaşamaya mahkûm eden zihniyet mutlaka tek edilmeli, toplumcu belediyecilik anlayışının egemen olduğu merkezi ve yerel yönetimler ile ülke büyük bir kırsal kalkınma programı başlatmalıdır. Bu hali ile, kentlerin afetler ve özellikle deprem karşısında “dirençli kentler” haline dönüştürülmesi kâğıt üzerinde imkânsız olmasa bile ekonomik olarak bir ütopyadır.
Bugün İzmir gibi Ege’nin en önemli ve en güzel kenti, yatırım aracına dönüşen “rezidans” türü gökdelenler ile “beton mezarlığı”na dönüşmüştür. Bayraklı depremi sonrası ortaya çıkan kaos ortamında yurttaşların barınma sorunu henüz çözülmemişken, yaşanabilir konutlarda ve yaşadığı çevrede yeniden ömür sürmek isteyen yurttaşlarımıza “zorunlu emsal artışı” dayatması ile çok katlı daracık bağımsız bölümler taahhüt edilmektedir. Sisam depremi ile 30 Ekim afetini iliklerine kadar hissetmiş Bayraklı baseninde, planlama ilkelerine aykırı binalara, dün olduğu gibi bugün de karşı duruşumuz devam ediyor. Üstelik kent geneline metastaz yapan bu durum, ne yazık ki halkın, toprağın, yaşamın savunucusu olmuş TMMOB’ne bağlı odaları yurttaş ile karşı karşıya getirmektedir.
Yoksulluğun iliklerine kadar işlediği bir ülkede varsıllar onlarca konuta sahip rant denizinde yüzerken, yoksulların “mahruti çadırlarda”, barakalarda ömür tüketmesi kabul edilemez. Konut, yatırım aracı olmaktan ivedilikle çıkarılmalı, birden fazla konutu olanlar ağır vergiler ile vergilendirilmelidir. Ancak buradan elde edilecek kaynaklar ile yoksullara insanca yaşayacakları konutlar yapılabilir ve “acil kentsel dönüşüm” ancak bu şekilde gerçekleştirilebilir.
İzmir kenti, metropol alanı içinde devam eden mikro bölgeleme çalışmasını önemsiyor ve bu çalışmanın metropol alanın tamamına yayılmasını istiyoruz. Bayraklı ile aynı zemin koşullarına sahip, Karşıyaka, Mavişehir, Bostanlı, Alsancak gibi yerleşim alanları büyük bir risk altındadır. Özellikle, 1999 öncesinde bu bölgelerde yapılan binaların bulunduğu yerlerde yeraltı suyunun yüksek olması nedeni ile temel elemanları ve betonu çok ciddi bir biçimde korozyona uğramıştır. Üstelik, büyük mühendislik yapılarının temel iyileştirmeleri ve derin temel uygulamalarının olası 7 büyüklüğündeki bir depremde nasıl davranacakları konusunda çok ciddi endişe taşımaktayız. Torbalı gibi, nüfus yoğunluğunun fazla ve yüksek yapılaşmanın yaygın olduğu ilçelerde de durum farklı değildir.
Büyükşehir belediyesi ve ilçe belediyelerinden beklenen, mevcut kaynakların, jeolojik-jeoteknik yönden araştırmaları tamamlanmış “Öncelikli yerleşim alanlarını” belirleyerek, güvenli konut yapımını hızlandırmalarıdır.
Yaklaşan yerel seçimler öncesinde, Deprem-Afet-Çevre konularında planı, programı olan, bilime ve emeğe değer veren toplumcu belediyecilik anlayışını özümsemiş adaylara özlemimiz var. Yurttaşlarımızın da bu anlayışa sahip adayları destekleyerek hep birlikte uygar ve yaşanabilir bir İzmir’e kavuşacağımızı umut ediyoruz.
*Jeoloji Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı