20 Şubat 2024 18:36

Yerel seçimlere giderken

EMEP olarak kenti işçi sınıfının yönetmesi perspektifi ile bu mücadelenin önderlerinden bir işçi arkadaşımızı Büyükşehir adayımız olarak belirledik. Her şeyi üreten işçiler kenti de yönetebilir.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Elif ÇUHADAR*

Ülkemizde yerel yönetimler; çalışma alanları ve bugüne kadar yapılagelenlerle oluşturulan yerel yönetim birikimi dikkate alınmadan, özellikle son yıllarda merkezi iktidarın ihtiyaçlarına göre biçimlendirmenin aracı olmuştur. Seçim Yasası değişiklikleri, ilçe, mahalle ve köy sınırlarıyla ilgili düzenlemeler ve son olarak “Rezerv Alanlar Yasası” ile atılan adımlar yerel yönetimlerin yetkilerini büyük oranda tek adamın elinde merkezileştirirken, yerel yönetimlerin hareket alanları iyice daraltılmıştır. Var olan yerel olanaklar ise adeta merkezi iktidarın izdüşümü gibi rant paylaşımının yerelleşmesi olarak görülmektedir.

İktidar nasıl merkezi birikimi, egemen sınıflar ve sermayenin ihtiyaçlarını öncelikle görüp paylaşımının dayanağı olarak kullanıyorsa, yerel yönetimler de hem yerel rantın yerel sermaye klikleri arasındaki paylaşımının aracı hem de arazi yağması, kentsel hizmetlerin yürütülmesi bakımından emekçilerin birikimini benzer şekilde sermayeye sunmaktadır. Emekçiler açısından ise yaşanılan bu süreç, imar rantı, doğal çevrenin yağmalanması ve onlara sunulan hizmetlerin daralması ve oldukça maliyetli oluşu ile daha da görünür olmuş mücadele alanları olarak ortaya çıkmıştır.

ÖRGÜTLÜLÜĞÜ GÜÇLENDİRMENİN ARACI YAPILMALI

Böyle bir tablo içinde; sermaye partilerinin nasıl bir yerel yönetim peşinde koştuğu kadar işçilerin, emekçilerin, aydınların, demokrasi güçlerinin nasıl bir yerel yönetim istediklerinin, halkçı belediyeciliğin nasıl oluşabileceğinin, halkın doğrudan yerel yönetimlerde söz sahibi olmasının yolunun nereden geçtiğinin tartışılmasının da olanaklarını oluşturmaktadır. Bu anlamda atılacak adımlar sadece yerel yönetimlerin demokratikleştirilmesi mücadelesi değil ülkenin demokrasi mücadelesinin de bir parçasıdır. İktidarın kurduğu baskı ortamında anti demokratik tüm uygulamalar ve hukuksuzluklara karşı mücadele sorumluluğu ve bilinciyle yerel çalışmalar ele alınmalıdır.

Bu yüzden de emekçiler ve demokratik güçler açısından kime ya da hangi partiye oy verilip verilmeyeceğinden öte, işçi sınıfı ve halkın sürecin bir parçası olarak mücadelesini, örgütlülüğünü güçlendirmesinin bir aracı olarak görülmelidir.

İzmir’de yaşayan 4,5 milyon dolayında insanın nasıl bir şehirde yaşamak istediğine ilişkin tartışmaları ve gündemleri yerel çalışmanın da temel yanlarını oluşturacaktır. Mahalleleri, sokakları, fabrikaları ve iş yerleriyle işçilerin, emekçilerin, gençlerin çalışma ve yaşam alanları olan kentlerin yönetilmesi, bunun bir parçası olarak yerel yönetimler, halkın kendi kendini yönetmesi açısından büyük bir öneme sahiptir. Belediyeler ve onların vermek zorunda olduğu yerel hizmetler de bundan ayrı düşünülemez. Yaşanılan ekonomik krizin yükünü omuzlarında taşıyan işçi ve emekçiler hem insanca yaşayacak bir gelir mücadelesini sürdürmekte hem de barınma hakkını, sağlıklı, güvenli bir çevrede yaşama hakkını savunmakta ve bunun mücadelesini vermektedir. Ancak var olan yerel yönetimlerin öncelikleri; hizmetlerin özelleştirilmesi, arazilerin, ormanların yağmalanması, tarımsal üretim alanlarının imara açılması ve türlü iştirakler eliyle belediyelerin bir rant kapısı haline getirilmesi olmuştur. Bu anlayış tüm yerel hizmetleri parayla alınır satılır hale getirmiştir.

İzmir, kentsel dönüşüm ve çok katlı binaların yapım süreçleri ile her ne kadar şantiyeye çevrilse de emekçiler açısında barınma sorunu bütün ağırlığı ile artmakta, yüksek kiralar ile adeta kent merkezlerinden bir sürgün yaşanmaktadır. Örneğin 30 Ekim depreminde onlarca canın yok olduğu Bayraklı’da gökdelenlerin yapımı sürmektedir.

Sermaye sahiplerinin; belediye meclisleri ve bakanlıklardan aldıkları onaylarla, Bayraklı, Bornova, Konak ve Karşıyaka’da yapımını sürdürdükleri binalar kentin kimliğini bozarken tarihi ve kültürel dokuyu da olumsuz etkilemektedir. Oysa kentin gelecekte alacağı biçimi belirleyen nazım imar planları; üniversiteler, bilim insanları ve meslek örgütlerinin katılımıyla; nüfus artışı hareketleri ve kentin 50-100 yıllık gelişme olasılıkları gözetilerek yapılmalıdır.

SAĞLIKLI BARINMA HERKES İÇİN HAKTIR

İzmir’in hem deprem kuşağında olması nedeniyle hem de yıpranarak dayanıklılığı azalmış binalar için pek çok yerde olduğu gibi kentsel dönüşüm çare olarak sunuluyor. Elbette sağlıklı ve güvenli barınma hakkı önemlidir ve sağlanmalıdır. Ama kentsel dönüşümün nasıl olacağı sorgulanmalı, halk yararının gözetildiği, durumdan etkileneceklerin lehine kararların alındığı süreçler işletilmelidir.   

Meslek odaları ve bilim insanlarının öncülüğünde barınma hakkı temelinde konut sorunu ele alınmalı, sosyal tesis ve eğitim alanlarıyla birlikte düşünülmüş yaşanabilir kent planlamaları yapılmalıdır.

Diğer yandan konut, her geçen gün emekçiler, dar gelirliler için ulaşılması olanaksızlaşan bir meta haline gelmektedir. Çalışan sınıfların büyük bir bölümünün gelirleri konut kirasına yetmemekte ya da beslenme dâhil zorunlu giderlerini kısarak bu kiraları ödemek zorunda kalmaktadırlar. Elbette konutu ve barınmayı bir meta olarak gören kapitalist sistemde bu sorunun tamamen ortadan kaldırılması mümkün değil. Asgari ücretle açlık-yoksulluk sınırı altında yaşama mahkûm edilen geniş halk kitlelerinin ne müteahhit ne de TOKİ tarafından yapılan konutlara ulaşabilmeleri mümkün olmamaktadır. Konut, ticari bir meta değil, gelir durumuna bakılmaksızın tüm yurttaşlar için bir hak şeklinde ele alınmalıdır. Her hanenin barınma hakkı temelinde devlet ve yerel yönetimler eliyle konut üretimi ve planlanması sağlanmalıdır.

Yerel yönetimler yeterli sayıda kreş ve bakım merkezleri açarak toplumsal bir görev olarak bu hizmetleri ücretsiz olarak sağlamalıdır. İşçi ve emekçilerin kent yaşamında, sosyal ve kültürel alanlarda kendini geliştirme olanaklarına sahip olmalıdır.

ULAŞIM HAKKI EN UCUZ ŞEKİLDE SAĞLANMALIDIR

Ne yazık ki İzmir’de ulaşım da oldukça pahalıdır. İşçiler ve emekçiler bir yerden bir yere giderken ulaşım maliyetini hesaplamak durumunda kalmaktadır, ulaşım maliyeti önemli bir gider kalemi olmuştur. Yerel yönetim ulaşım hakkını en ucuz şekilde sağlamak zorundadır.

Bazı belediye hizmetlerinin taşeron eliyle yürütülmesi tercih edilirken, taşeron işçilerin kadro talepleriyle eyleme geçmesi durumunda mücadeleyle hak kazanımının örnekleri de kentimizde görülmektedir. “Uzun zamandır taşeron köleliğinden kurtulmak için mücadele ediyoruz. Ekonomik kriz koşullarında maaşlarımız sürekli geç yatıyor. Artık kadrolu çalışmak istiyoruz” diyen evde sağlık ve bakım hizmeti veren işçilerin kadro talebi ve mücadelesi ise halen sürmektedir.

Tam bir emekçi kenti olan İzmir’in ana giriş noktalarından Aliağa'da ülkenin ve Avrupa’nın önemli petrokimya kuruluşları, gemi söküm tesisleri ve demir-çelik fabrikaları, Menemen'de deri organize sanayisi, Çiğli'de 50 bin işçinin çalıştığı organize sanayi bölgesi, diğer uçtaki Kemalpaşa’da yüz binin üstünde işçinin çalıştığı irili ufaklı fabrikalar, güney tarafındaki Torbalı’da farklı alanlara ilişkin sanayi bölgeleri ve Gaziemir Serbest Bölge bulunmaktadır.

Yine kent merkezinde çok sayıda sanayi sitesinde çalışan işçilerin yanı sıra ulaşımdan, enerjiye, genel hizmetlerden, sağlığa, turizmden, gıdaya, bürodan, tarım işçiliğine nüfusun çoğunluğunu işçi ve emekçiler oluşturuyor. Ancak hâlâ kentte hizmet bakımından aslan payını, ücretli çalışanların, yoksulların oturmadığı orta ve yüksek gelirli yurttaşların oturduğu yerleşim yerleri almaktadır.

MÜCADELENİN KENTİ İZMİR

Geçmişten bugüne kent yönetiminde kimlikler değişse de emekçilerin söz hakkı olduğu söylenemez. Bunda kuşkusuz işçi ve emekçilerin örgütsüzlüğünün payı vardır. Yine de İzmir örgütlülük oranı ve mücadele geleneği bakımından diğer büyük kentlerden ileridedir. Tariş direnişinden en son TPI direnişi gibi ülke genelinde yankı uyandıran direnişler arasında binlerce mücadele deneyimi yaşanmıştır.

Bunların arasında belediye işkolundaki işçilerin çok sayıda eylem ve mücadele deneyimleri de önemli yer tutmaktadır. Emek Partisi olarak kenti işçi sınıfının yönetmesi perspektifi ile bu mücadelenin önderlerinden bir işçi arkadaşımızı Büyükşehir adayımız olarak belirledik. Her şeyi üreten işçiler kenti de yönetebilir. 

*Emek Partisi İzmir İl Başkanı

ÖNCEKİ HABER

Okul bahçesinde öğretmene yönelik saldırı protesto edildi

SONRAKİ HABER

Kentin bütünlüklü planlanması ve dönüştürülmesi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa