Elde kaldı hüzün…
Hüznün içine sindiği şarkılar, filmler, şiirler, romanlar, resimler bizim de içimize siner. Bunlar arasında bir resim vardır ki, hüzün resmin içerisine değil de adeta resim hüznün içerisine sinmiştir.
Bruno Amadio'nun Ağlayan Çocuk Portresi
ilmi Yavuz Nazım Hikmet şiirinde “hüzün ki en çok yakışandır bize/ belki de en çok anladığımız” dizeleri ile hüznün yaşamımızdaki yerine işaret eder. Bu toprakların hamurunun acıyla yoğrulmasından olsa gerek hüzün ciğerlerimize kadar işlemiştir. Hüzün en mutlu anımızda bile hemen eşikte beklemektedir. O nedenle de çok gülmemizin bedeli olarak ağlayacağımızdan korkarız. Ya da birine duyduğumuz sevgiyi hemen hüznün ızdırabıyla harmanlayıp şarkılar türküler yakarız.
Hüznün içine sindiği şarkılar, filmler, şiirler, romanlar ve resimler bizim de içimize siner. Bunlar arasında bir resim vardır ki, hüzün resmin içerisine değil de adeta resim hüznün içerisine sinmiştir. Bu resim çocukluğu benim gibi seksenlerde geçmişlerin yaşamında önemli bir yer tutmuştur. Kimimiz bu resimle kirlenmesin diye kapısı misafirden misafire açılan evin kurtarılmış bölgesi olan salonunda karşılaşmıştır. Kimimiz çay bardağı hesabı ile gazeteden yapılan külaha konulan çekirdek almak için girdiği bakkalın duvarında selamlaşmıştır. Kimimiz de önümüzden geçerek uzaklara yolcu taşıyan bir dolmuşun arka camında göz göze gelmiştir o ağlayan küçük erkek çocuğu ile.
Yıllar yılları kovaladı. Çocukluğumuz, ergenliğin hüznü; ergenliğimizin hüznü de ülkenin politikaları tarafından teslim alındı. Artık ortalıkta göz göze geleceğimiz bir ağlayan çocuk resmi kalmadı ama hüzün halen diz boyuydu.
Aradan geçen yıllardan sonra aynı resim karşımıza 2004-2009 yılları arasında televizyonda yayımlanan Avrupa Yakası adlı dizideki Engin Günaydın’ın canlandırdığı Burhan Altıntop karakterinin evinin duvarında asılı Çiko olarak çıktı. Burhan Altıntop Çiko’ya karşı titrek sesiyle “Ağla, bana ağla” repliği ile Çiko’nun gözlerinden akıttığı gözyaşının hepimizin biriktirdiği hüzünlerin kefaretini bu küçücük çocuğun sırtına yüklediğimiz gerçeği ile geç de olsa yüzleştirdi bizi.
Peki, kimdi bu resimdeki ağlayan çocuk? Bu çocuk, İtalyan ressam Bruno Amadio tarafından onlarca farklı versiyonu yapılmış olan çingene erkek çocuk resimlerinden sadece biriydi. Çocuklardan kimi ela gözlü ve kumralken, kimisi sarışın ve mavi gözlüydü. Kiminin yaşına büyük paltosu kırmızı bir kaşkolle tamamlanmışken, kiminin üzerindekiler parçalanmaya yüz tutmuştu. Amadio her ülkeye, her talebe, her zevke uygun bir ağlayan çocuk yaparak milyonlarca kopya satmayı ve sürümden para kazanmayı planlamıştır. Resimlerde ülkeden ülkeye, kültürden kültüre değişmeyen tek şey, gözyaşları ve insanın içini parçalayan acıklı bakışlardı. Artık hangi çocuğun acıklı bakışı sizin hüznünüze tercüman olursa...
Ağlayan çocuk 1970’lerin ortasından itibaren Türkiye vicdanında kendine yer bulur.
Ancak bunca hüznün kefareti bir çocuğun gözyaşlarına yüklenirse, bakışlar kor olup tutuşur. Nitekim alevler İngiltere’den yükseldi. “The Sun” gazetesi 4 Eylül 1985 tarihinde Yorkshire’daki yangınlarla ilgili bir haber yayınladı. Haberde bir itfaiyecinin söndürmek için girdiği, neredeyse tamamı yanmış evlerin çoğunda ağlayan çocuk posterlerinin olduğunu ancak bu posterlerin yangından hiç etkilenmemiş olduğunu belirtti. Bu nedenle de itfaiyecilerin “Ağlayan Çocuk” resmini asla evlerine sokmadıklarını ifade etti. Böylece İngiltere’de insanlar “Ağlayan Çocuk” resimlerinin lanetli olduğuna inanmaya başladı. Lanet İngiltere’de halka halka yayıldı. Resimden geceleri ağlama seslerinin geldiği, gözyaşının kan rengine dönüştüğü, resmin durduk yerde titremeye, sallanmaya başladığı türünden söylentiler ortalığı sarmaya başladı. Bunun üzerine gazetenin çağrısı ile binlerce “Ağlaya Çocuk” resmi gazeteye gönderildi ve resimler bir törenle topluca yakıldı. İngiltere’den sonra resmin laneti deniz aşırı yol alarak Şili’ye ulaştı. Şili’de de “Ağlayan Çocuk” resimlerinin lanetli olduğu efsanesi kulaktan kulağa yayıldı ve “Ağlayan Çocuk” resimleri asıldıkları yerlerden indirildi.
Evet artık gözümüzün değdiği yerde Burhan Altıntop gibi “Ağla, bana ağla” diyeceğimiz bir Çiko resmimiz yok.
Elde kaldı hüzün…
- Vadedilmiş harfler 10 Ekim 2024 10:21
- Umut ayracı 26 Eylül 2024 10:24
- Fenike’den Marsilya’ya, uzodan rakıya… 12 Eylül 2024 12:41
- Bütün yollar Rom’a çıkar 29 Ağustos 2024 10:33
- Bitiş çizgisi 15 Ağustos 2024 04:54
- Çayın yolculuğu 01 Ağustos 2024 08:30
- Kafatası çağı 18 Temmuz 2024 10:00
- Çok kapılı oda 08 Temmuz 2024 10:44
- Yoldan sonra 28 Haziran 2024 09:23
- Bir “Yol” Hikayesi II 13 Haziran 2024 13:49
- Bir “Yol” Hikayesi 30 Mayıs 2024 13:20
- İçimizdeki İrlandalı 16 Mayıs 2024 12:53
- İşçiler marş söyleyerek sahneye girerler… 01 Mayıs 2024 10:10
- Emek bizim, söz bizim… 26 Nisan 2024 04:30
- Sol açık 18 Nisan 2024 11:30
- Kader kapıyı çalınca… 04 Nisan 2024 12:45
- Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin 21 Mart 2024 04:30
- İkiyüzlü ahlak kumkumalığı 07 Mart 2024 13:48
- Tüfenk üçlemesi: Mavzer 01 Şubat 2024 10:47
- Tüfenk üçlemesi: Aynalı Martin 18 Ocak 2024 11:50
- Tüfenk üçlemesi: Filinta 04 Ocak 2024 13:45
- Gayrı döner oldum 21 Aralık 2023 14:58
- Kayyum rejimi 07 Aralık 2023 12:54
- Kimdi giden kimdi kalan 23 Kasım 2023 11:01
- Eni vici vokke 02 Kasım 2023 13:04
- Şeytanın ışıltısından insanlığın karanlığına 19 Ekim 2023 09:52
- Dayanışma ezilenlerin inceliği midir? 28 Eylül 2023 12:20
- Amerikan İç Savaşı'ndan İngiltere'ye gariptos ağaçlarının hışırtısı 14 Eylül 2023 11:12
- Cehennemin kapısından Bakırköy’ün avlusuna… 31 Ağustos 2023 10:22
- Irgatın Türküsü 17 Ağustos 2023 11:32
- Yüksek Kaldırım’dan Leningrad’a bir şehrin faşizme karşı direniş senfonisi 03 Ağustos 2023 11:46
- Mississipi’den Feshane’ye derinlik ve güvenlik meselesi 20 Temmuz 2023 04:07
- Birimize bir şey olursa ne yaparız? 06 Temmuz 2023 11:31
- Mordan öte 22 Haziran 2023 12:22
- Hakikat bükücülüğü 08 Haziran 2023 11:11
- Umut yorgunluğu 25 Mayıs 2023 10:44
- “Winner” ceket mütevazı mutfağa karşı 11 Mayıs 2023 11:11
- Savaş naraları 27 Nisan 2023 10:10
- Bellek oyunları 13 Nisan 2023 10:50
- Maraş, bahtı gara Maraş 23 Mart 2023 10:48
- Aradığınız devlet bulunamadı 02 Mart 2023 12:22
- Deprem değil, binalar öldürürmüş (!) 16 Şubat 2023 08:42
- Katil uşak 02 Şubat 2023 11:01
- Suyun kokusu 19 Ocak 2023 13:45
- Timsah armudu 05 Ocak 2023 10:27
- Yılın sözcükleri 22 Aralık 2022 11:09
- Franco’dan bugüne Dünya Kupalarından elimizde kalanlar 08 Aralık 2022 11:45
- Şah mat 24 Kasım 2022 09:19
- “Gördük biz bu filmi” 10 Kasım 2022 10:54
- Hakikat yolcusu 30 Ekim 2022 11:20
- Anlatılamamış masallar 27 Ekim 2022 10:14
- "In vino veritas" diğer bir deyişle "Hakikat şaraptadır" 13 Ekim 2022 11:07
- Suskun notalar 29 Eylül 2022 11:12
- Güney Kutbunun yeniden keşfinin hüzünlü hikâyesi 15 Eylül 2022 11:09
- “Sen ben Lenin” Bir de Ahmet Abi. 01 Eylül 2022 10:39
- Börklüce’den günümüze Eyyamı Bahur ya da namı diğer Köpek Günleri 18 Ağustos 2022 10:59
- Dünyanın eksenini kaydıran Hindistan’ın küçük cevizi 04 Ağustos 2022 10:39
- Dünyanın tadı baharı 21 Temmuz 2022 08:40
- Menekşe kokusu 07 Temmuz 2022 04:24
- İnsan kokusu 23 Haziran 2022 04:12
- Tiryak-i 02 Haziran 2022 11:37
- Bahar karşılama 19 Mayıs 2022 06:26
- Hıdırellez ateşi 05 Mayıs 2022 01:05
- Yelkenler fora 21 Nisan 2022 05:20
- Sözün gücü 07 Nisan 2022 06:05
- Lombardiya’dan Ukrayna’ya kemanın tınısı 24 Mart 2022 05:34
- Zeytinin hükmü 10 Mart 2022 05:55
- Geççek 24 Şubat 2022 05:15
- Allasen söyle nedir aşkın aslı astarı! 09 Şubat 2022 23:45
- Erguvan kokusu 27 Ocak 2022 05:49
- (N)isyan 13 Ocak 2022 04:53
- Yaşamın ağırlığı 30 Aralık 2021 05:42
- Kuşaklar boyu insan hakları 16 Aralık 2021 05:03
- Savaşı Durduran Kadınlar: Lili ve Marlen 02 Aralık 2021 04:23
- Herkesin bir Ahmet Kaya’sı vardır 18 Kasım 2021 04:00
- Şaka mı, şeker mi, yoksa patates mi? 04 Kasım 2021 05:43
- Memeli Zeus 21 Ekim 2021 06:51
- Son Bakış 07 Ekim 2021 05:30
- Kırmızı 22 Eylül 2021 23:43
- Asuman’dan Antonis’e Ege’nin iki yakası 09 Eylül 2021 04:46
- Her ekalliyeti düşünüyorum 26 Ağustos 2021 04:04
- Dezenfektan aşkı 12 Ağustos 2021 06:12
- Nomadland’den Rosetta’ya Göçebe Ruhlar 29 Temmuz 2021 06:35
- Lavinia 14 Temmuz 2021 23:08
- Ruhumda Sızı* 01 Temmuz 2021 06:46
- “Y” 17 Haziran 2021 06:06
- Vurmayın öldüm 03 Haziran 2021 03:56
- Gözümün nuru 20 Mayıs 2021 06:11
- İmgenin suskunluğu 06 Mayıs 2021 05:56
- Ruhlar Mezbahası İyi Günler 22 Nisan 2021 03:34
- Şiirci Geldi Haaanıım… 08 Nisan 2021 00:00
- Ata Abi 25 Mart 2021 05:08
- “Yurtsama”dan “gündedün”e “nostalji”nin çağrıştırdıkları 10 Mart 2021 23:20
- Gönülçelen kelimeler atlasım 25 Şubat 2021 05:00
- Harfiyat 10 Şubat 2021 22:41
- Utanç ne yana düşer usta... 28 Ocak 2021 04:20
- “... Ve Herkes için Adalet” 13 Ocak 2021 23:15
- Yattığınız yer incitmesin… 31 Aralık 2020 04:38
- San(a)saryan’dan Su’ya Mahsus Mahaller 09 Aralık 2020 22:44
- Ölüm, adın kalleş olsun… 26 Kasım 2020 04:03
- Depremin ruhsal sarsıntısı 12 Kasım 2020 04:59
- Notaların savaşla hesaplaşması 29 Ekim 2020 05:11
- Hırsızlar mağarası 15 Ekim 2020 00:00
- İyi ki TTB var! 01 Ekim 2020 06:30
- Heybeliada Sanatoryumundaki Hayalet 17 Eylül 2020 00:02
- Otokinetik etki ve norm oluşturma 03 Eylül 2020 05:06
- Ödemişli Muzaffer’den Amerikalı Sherif’e 20 Ağustos 2020 00:51
- Uygun adım marş!… 06 Ağustos 2020 05:18
- ERK-EK 23 Temmuz 2020 04:57
- İçimdeki yangın 09 Temmuz 2020 05:18
- Dededen toruna “Barış”ın inşası 25 Haziran 2020 01:00
- Esaretten kaçan köleden hasta, kamçıdan tedavi üretmek 11 Haziran 2020 00:00
- Kerli ferli yalanlar ve sosyal uyum 28 Mayıs 2020 00:00
- Elma dersem çık… 14 Mayıs 2020 00:30
- Yaşam için ölüme yatanlar 30 Nisan 2020 02:08
- Bastırılan geri döner 16 Nisan 2020 00:00
- Miasmadan Covid-19’a sağlıkçıların salgından korunma önlemleri 02 Nisan 2020 02:49
- Şimdiki zamanda bir distopya: Covid-19 18 Mart 2020 20:30
- Şehitler tepesi 05 Mart 2020 00:30
- Özlerimize kıymayın efendiler! 20 Şubat 2020 00:30
- Acının tonu 06 Şubat 2020 00:00
- Başlarken… 29 Ocak 2020 23:20