Geçmişten bugüne Mitaş direnişleri
Kurulduğu ilk günlerinden beri direnişleriyle adından sıklıkla bahsedilen Mitaş'ı eski İşçisi, Rıza Ercan anlattı.
Eylül TAŞ
Ankara
Mitaş, 1955 yılında Ankara’da kurulan; ülkenin enerji iletim ve dağıtım altyapısını geliştirmek amacıyla faaliyet gösteren bir şirketti. Aslında kamu kurumu olan Mitaş sonradan özelleştirildi. MESS’e üye olan Mitaş’ta patron belirlediği zam oranını uygulayacağını söylemiş, işçiler iş bırakmış ve sonucunda da patrona geri adım attırmışlardı. Kurulduğu ilk günlerinden beri direnişleriyle adından sıklıkla bahsedilen bu fabrikayı eski işçisi, Rıza Ercan anlattı.
Mitaş’ın kamu kurumu olduğu dönemde, işçilerin örgütlü olduğunu dile getiren Ercan, “Özellikle 12 Eylül döneminden önce Türkiye genelinde işçi sınıfının önemli haklarını elde ettiği bir dönemde Mitaş işçileri de büyük haklar elde etmişlerdi. Mitaş işçisi ’90’lı yıllara kadar kamu kurumunda çalıştı ve kazanılmış birçok hakkı vardı. Örneğin bir ay tek bir ay çift maaş alıyordu. Bunların hepsi mücadele ile kazanılmış haklardı. O zaman Mitaş’ın patronu devletti. 12 Eylül darbesiyle birlikte Mitaş’ta diğer fabrikalarda olduğu gibi işçi haklarına yönelik de gasp hareketi başladı” dedi.
’90’lı yıllarda özelleştirmelerin başlamasıyla taşeronlaştırma planlarının çoğu fabrikada hayata geçirildiğini aktaran Ercan şöyle devam etti: “Bu Mitaş’a da yansıdı ve Mitaş 1990’da küçük bir şirket olan Emta Holdinge satılarak özelleştirildi. Emta Holding ilk olarak işçilerin haklarına göz dikti. Taşeronlaştırma ve işten atmaları hızlandırdılar, sendikalı işçi sayısı azalınca sendika feshedildi. Sendikadan sonra patron kendi istediği düzeni kurdu. Ne istediyse o ücreti ve o hakları verdi. Sonradan alınan işçiler örgütsüz olmalarından dolayı her türlü şarta boyun eğerek çalışma mecburiyetinde kaldı. Ben de 1989’da işe girmiştim. Normalde o dönem işe giren işçiler üç ay deneme süresinden sonra kadroya alınıyordu. Ama bizi almadan işten çıkardılar. Sonradan anladık ki aslında plan özelleştirmeyi hızlandırmakmış.”
ÖRGÜTLÜ GÜCÜ TASFİYE PLANI
O süreçte işçilerin özelleştirmelere sessiz kalmadığını hatırlatan Ercan, “Özelleştirmenin ardından işten atılan işçiler o dönemlerde bu furyaya karşı direniş başlatmışlardı. Fakat ülke genelinde yaşanan bu özelleştirme hareketi sebebiyle tüm kurumlar örgütlü olarak işçilerin karşısındaydı. Ve 12 Eylül darbesi sürecinde de işçilerin örgütlü güçleri zayıflamıştı. Bu sebepten özelleştirme karşıtı eylemleri yalnız kendi fabrikalarıyla sınırlı kalınca büyük bir güç haline gelemedi. Uzun süre bu iş yerinde işçiler sendika olmadan çalışmaya mecbur bırakılmıştı. 12 Eylül’den önce bir iş yerinde işçiler mücadele ediyorsa hemen diğer iş yerlerinde de dayanışma eylemleri örgütlenirdi. Bu yüzden devlet ya da patron geri adım atmak zorunda kalıyordu. Bu örgütlü güç devam etmediği için işçiler o dönem kaybetti. Bu süreçte ben de işsiz olduğum için tekrar işe başvurup işe alındım. Ta ki ’93 yılına kadar. ’93 yılında fabrikada birçok bölüm taşeronlaştırıldı ve her bölüm birbirinden bağımsız hale getirildi. İyice taşeron çalışma sistemi yaygınlaştı. Bazen mevsimlik işçi bile alınıyordu. İşçiler üç ay çalıştırılıp sonra işten çıkartılıyordu. Bu sistem işçileri daha fazla sömürmenin bir planıydı aslında. Bu dönem bu planlamalarla birlikte örneğin 12 saat çalışma hayata geçirildi. Sigortalar eksik yatırıldı. Yıllık izinler, fazla mesai ücretleri gasbedildi. Ücretler çok düşürüldü. Daha sonrasında taşeronlaştırmadan vazgeçildi ve tek bir iş yeri olarak birleştirildi. ’93 yılında taşeron yüzünden işten çıkartılmıştım. ’98 yılında tekrar işe alındım” diye konuştu.
İŞÇİLER SENDİKA HAKKI İÇİN DİRENDİ
Taşeronlaştırma zamanında uygulanan kötü çalışma koşullarının sonrasında da devam ettiğini dile getiren Ercan şunları anlattı: “Bu çalışma düzeni 2004’e kadar sürdü. Bu süreçte kötü çalışma koşularından rahatsız olan işçiler yeniden bir araya gelmenin yollarını aradı. Sendikalaşmanın yollarını aradı. 2004’te yeniden Türk Metal’de örgütlendiler. Bu süreç elbette kolay olmadı, patron sürekli işçileri işten atmakla tehdit etti. Özellikle önderlik edenleri işten atarak korku politikalarına başladı. Ama işçiler bunu göğüslemeyi başardı. İşten atmalara karşı işçiler iş durdurdu. Bunun sonucunda işveren mecburen sendikayı kabul etti ve sözleşme imzalandı. İki yıllık olan bu sözleşmenin ardından ikinci sözleşme döneminde patron yine sendikayı feshetmenin yollarını aradı. Bunun için içeride yakın ilişkide olduğu ustabaşılar ve formenler gibi güçleriyle işçileri sendikadan istifa etmeye zorladı. Bu durumun fabrika içerisinde yayılmasıyla birlikte işçiler yeniden iş durdurdu. Bir yandan işten atmalar devam etti. Ama sendikalaşmanın ne demek olduğunu deneyimlemiş olan işçiler bu sefer çok daha kararlıydı. İşçiler ne sendikadan vazgeçtiler ne de işten atmaları kabul ettiler. 2006 aralık ayıydı. O soğuk kış günlerinde bile işçiler vazgeçmedi. Patron o dönem polis eşliğinde işçileri fabrika dışına çıkardı. İşçiler asfalt zemine kartonlar poşetler sererek gece gündüz direnişlerini sürdürdüler. Bir hafta devam eden bu direniş sonucunda daha fazla zarar etmeyi göze alamayan patron sözleşmeyi kabul etti ve böylece ikinci söyleşme de imzalanmış oldu.”
"İŞÇİ BİRLİĞİN GÜCÜNÜN FARKINDA"
150 bini aşkın işçiyi ilgilendiren MESS grup toplu sözleşmesi, 17 Ocak’ta patron örgütü MESS ile işçi sendikaları Türk Metal, Birleşik Metal-İş ve Özçelik-İş arasında imzalanmış, yüzde 98’lik zamla metal iş kolunda ortalama ücret 30 bin TL olmuştu. İş kolundaki ücretlerin çoğu yoksulluk sınırının yüzde 40 altında kalırken, yoksulluk sınırını bulan ücret ise olmamıştı.
İşçiler ilk zamlı ücretlerini şubat başı itibarıyla alırken, MESS kapsamında yer alan Türk Metal’in örgütlü olduğu Mitaş’ta patron MESS sözleşmesinde bağıtlanan zam yerine kendi zammını uyguladığını duyurdu. İşçilerin iki kez üretimi durdurması üzerine patron geri adım atmak zorunda kaldı.
Mitaş işçisinin bir araya gelerek yapabileceği gücün farkında olduğunu söyleyen Ercan, “Ama daha fazla sonuç çıkarmaya ihtiyacı var. Her dönem patronun denediği hukuksuzluk ve hak gasplarına karşı daha kalıcı birlikler kurmak gerekiyor. Çünkü patron da bu anlamda deneyimli. En ufak ses çıkmasına karşın işçileri işten atmakla tehdit ediyor. İşçiler bu tehditlere, işten atmalara karşı kendi birliklerini oluşturmalı. Bu dönem de sendikacıların ara bulucu tutumuna karşı eğer gerçekten sadece kendi haklarını savunan bir sendika istiyorlarsa bunun için de mücadelelerini büyütmeliler. Gerekirse hat hat, makine makine birlikler kurmalı, kendilerine sorulmadan sendikanın da patronun da hareket etmesini engellemeleri lazım. Bugün kazanılan, var olan haklarını korumak oldu. Eğer daha fazlasını istiyorsak dağılmayan bir mücadele şart” ifadelerini kullandı.