24 Şubat 2024 04:29

Hilmi Sarıaydın: Fabrikada her bölümü dalgalandırıyorduk

Çocuk yaşta sanayiye çırak olarak giren Hilmi Sarıaydın, 1968 yılında çalışmaya başladığı Türk Traktör fabrikasında 1978 yılında kazanımla sonuçlanan grevi örgütleyen işçilerin başında geliyor.

Fotoğraf: Fatih Polat: Evrensel

Paylaş

Fatih Polat

Hem sade tavrıyla ‘İçimizden biri’ diye düşüneceğiniz, hem de dinledikçe bir romandan fırlamış duygusu yaratan insanlar vardır. Ömrü sanayide işçi olarak ve örgütlenme mücadelesiyle geçen, ilerleyen yaşına rağmen spor yapmayı ihmal etmeyen, kısa boyuyla sanki Naim Süleymanoğlu’nun yaş almış hali gibi karşınızda duran Hilmi Sarıaydın, Mamak’ın Hilmi Dayısı tam öyle biri. Konuşurken coşkuyla konuşuyor, sizi dinlerken sürekli gözlerinizin içine bakıyor.

Onunla, uzun yıllardır oturduğu Ankara Mamak’taki evinde konuşuyoruz:

“Kırşehir’in Kaman ilçesine bağlı Ömerhacılı köyünde, 1945’in birinci ayının ikisinde doğmuşum. Babam çobanlık yapardı, annem ev kadını. 3 erkek iki kız kardeşiz. En küçükleri benim.”

Babasını kaybettiklerinde 11 yaşındaymış ve okulu bırakmak zorunda kalmış. Sonra Ankara yolları.

1956’DA, 11 YAŞINDA SANAYİDE ÇIRAKLIK

“Benim bir meslek sahibi olmam için Ankara’ya geldik 1956’da. Beni 11 yaşındayken Ulus’taki Celal Arslan torna freze atölyesine çırak olarak verdiler. Özel bir şahıs ama teknik okul öğretmeni. Mesleğimi, torna frezeyi orada öğrendim. Kardeşlerime ben bakıyordum.”

1956 yılında, hâlâ oturduğu Ankara’nın Mamak ilçesine bağlı Gülveren Bahçelerüstü Mahallesi’ne yerleşmişler.

1966’da, hayat arkadaşı olacak Nezaket Hanım ile evlenmiş.

“O dönemlerde Allah’ın emri peygamberin kavliyle. 1966’da kalfa olmuştum ve askere gittim. 24 ay askerlik yaptıktan sonra 1968’de döndüm.”

Yeniden sanayide işe başlamış.  

“Rona Makine’de çalıştım. Büyük kazanlar yapıyorlardı. Ben de orada yine frezedeydim. Türk Traktör’e işçi arıyorlar diye duydum. 1968’in şubat ayında Türk Traktör fabrikasında sınava girdik. En az 30 kişi sınava girmiştik. Bir sanat okulu mezunu ile beni aldılar. İki kişi alındık.”

Koç’un üretimi ve kârıyla övündüğü, sanayide durgunluk olduğu dönemlerde bile yüksek kârlar açıklayan Türk Traktör’de çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra sendika seçimlerine girmiş ve 14 kişi Türk Metal’in 1 No’lu Şubesine girmişler. Şubenin yönetimine de girmiş.

AKP’Lİ VEKİLİ PEK DİKKATE ALMADI

Hilmi Dayı ile bu sohbetimizden bir süre sonra, AKP Grup Başkan Vekili ve Ankara Milletvekili Leyla Şahin Usta, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılının öncesini kastederek, “Traktör yoktu bu ülkede, traktör üretimi yoktu bu ülkede.” ifadelerini kullanmıştı. Hilmi Dayı’yı arayarak, Usta’nın bu sözleri için yorumunu sorduk. “Benim için bir haber değeri yok” demeye getiren bir edayla, 1968’de Türk Traktör’e girip orada 10 yıl çalıştığını hatırlatmakla yetindi. Hayata sıcak haberlerin heyecanıyla bakan bizim gibi fanilerden olmadığı için bu tavrı şaşırtıcı değildi.

Hilmi Sarıaydın

"SABAHLARA KADAR OKUYUP TARTIŞIYORDUK"

Kaldığımız yerden devam edelim. “1976 yılının ortalarında, Celal Özçelik fabrikanın montaj bölümüne girdi. Meslek lisesi motor bölümü mezunuydu. Celal, fabrikada kimle nasıl ilişki kurarım diye altı ay çalışma yaptı. Bir gün ben frezenin başında çalışırken ismimi de öğrenmiş, geldi, kendisini tanıttı ve ‘Akşam çıkışta görüşelim mi?​’ dedi. ‘Olur’ dedim. Akşam, mesaiden sonra oturduk bir kahveye. Sohbet falan derken birbirimizi tanımaya çalışıyoruz. O zaten kafaya koymuş kimleri örgütlerim diye. Öğlen paydoslarında, çay paydoslarında yanıma geliyordu, sohbet ediyorduk. Sonra, ‘Ben hanımla senin evine gelmek istiyorum’ dedi. Eve geldiler. Ailece tanıştık, sohbet ettik. Bana ‘Neler okuyorsun?​’ dedi. Ben de o dönemde İsmail Cem’in Politika gazetesi vardı, kitap almak için ona abone olmuştum. Kupon biriktiriyorduk. Celal, ‘Kitapların var mı?​’ dedi. Baktı. ‘Sana başka kitaplar getireceğim’ dedi. İlk getirdiği kitap, Stalin’in ‘Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm’ diye küçük broşürüydü. Onu verdi. Birlikte okuyorduk. Sonra, dört kişi, maddenin sürekli değiştiğini satır satır okuduk. Fabrika komitesi kurduk. O dönem, Lenin’in ‘Devlet ve İhtilal’ kitapçığı vardı, ‘Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması’ kitabı vardı. Beraber okuyorduk ve tartışıyorduk. Dört kişi cuma akşamından sabahlara kadar okuyup tartışıyorduk.”

Hilmi Sarıaydın

Türkiye’nin 1968 devrimci hareketinin etkileri ve 12 Mart cuntasının yıkıntılarının ardından yolunu aradığı dönemler, devrimci hareketin, sosyalizm mücadelesinin işçi sınıfına bağlanmadan, ona dayanmadan yol alamayacağına dair tartışmaların yapıldığı, bu tartışmaların örgütlenme biçimlerinin altyapısını oluşturmaya başladığı dönemde, Celal Özçelik tarafından örgütlenen Hilmi Dayı, bu örgütlenmenin fabrika hücrelerinden birinin militanı olarak davranmaya başlamıştır.

“İş çıkışında kimlerle ilişki kuracağımızı konuşuyorduk. Fabrikanın 22 bölümü vardı. Kaynak, döküm, makine imalathanesi… Bölümlere dağılıyorduk. Her bölümden sempatizanlar vardı. 22 bölümden birer ikişer kişi sempatizan yarattık. Bir yandan da sabahlara kadar evlerde tartışıyorduk. Celal orada konuştuklarımızdan bildiriler yazıyordu. O dönemde mumlu kağıt vardı. O bildirileri illegal veriyorduk.”

Celal Özçelik, EMEP eski yöneticilerindendi ve uzun yıllar işçi örgütlenmeleri içinde bulunmuş komünist bir işçi önderiydi. Özçelik, 25 Kasım 2020’de yaşamını yitirdi.

 ‘En çok da işçiler toplu sözleşme dönemlerinde daha ilgili oluyordu. Çünkü maaşı artacak, çeşitli sosyal haklar alacak. Her bölümü dalgalandırıyorduk, çevremizi genişletmek için uğraşıyorduk. Belki birim değillerdi ama etkimiz çok büyüktü.’

BİR GÜNLÜK GELEN KAZANIM VE SONRASI…

Hilmi Dayı, Türk Traktör’de işçi örgütlenmesini nasıl ördüklerini anlatmaya devam ediyor: “En çok da işçiler toplu sözleşme dönemlerinde daha ilgili oluyordu. Çünkü maaşı artacak, çeşitli sosyal haklar alacak. Her bölümü dalgalandırıyorduk, çevremizi genişletmek için uğraşıyorduk. Belki birim değillerdi ama etkimiz çok büyüktü. Sendikayı işçilerle toplu olarak basıyorduk. Ücretlerin yükseltilmesi ve sosyal haklar için, çocuk paraları, bayram ödemeleri için sendikayı sıkıştırıyorduk. Sendika da sözleşmelere o talepleri koyuyordu. En sonunda biz 1978 toplu sözleşmesinde işi bir gün durdurduk. Fabrikanın bütün üretimi durdu. 1 saatte 25 traktörü banda koyuyordun, öbür taraftan 25 traktör çıkıyordu. Üretim durunca bunların hepsi durdu. İşçiler 6 maaş ikramiyeden geri adım atmayacağız dedi. Grev bir gün sürdü ve kazanımla sonuçlandı. 6 ikramiyeyi verdiler. Koç, İtalyan, Makine Kimya ortaklığıydı o dönemde. 1978’in sonuna kadar incelemişler, 369 kişiyi toplu olarak işten attılar. Grevin üzerinden 3-4 ay geçmişti. Ben de ilk atılanlardandım. Celal grevden önce ayrılmış ve başka fabrikayı örgütlemeye gitmişti.”

"FAŞİSTLERE ‘OTURUN LAN’ DEDİM, GERİ DURDULAR"

Hilmi Dayı’nın 1980 öncesinin hareketli dönemine dair bir anısı şöyle: “Kayaş ve Sincan’dan gelen trenlerde bildiri dağıtırdık. Yenişehir’den gençlik binecekti trene. Baktım Celal yalnız. ‘Arkadaşlar yetişemedi’ dedi. Celal trende yalnız bildiri dağıtırken fabrikanın faşistleri, Ülkü Ocakları üyeleri çevresini sardı, engellemek istedi. Ben de kalktım, ‘Oturun lan’ diye bağırdım, geri durdular. O dönemde ben sporcuydum da. Uzakdoğu sporları ile ilgileniyordum. Onlar beni Ülkü Ocaklarına örgütlemek istemişti, kabul etmemiştim.”

Türk Traktör’den atıldıktan sonra, 1979’da Ankara TEKEL Bira Fabrikasına girmiş. Derken Tariş direnişi başlıyor.

“İzmir’de Tariş direnişi başlayınca bize de yansıdı. Biz de TEKEL Bira’da direniş örgütlemeye çalışıyoruz. Yemekhanede 700 kişi var. Birimiz kalkıp konuşacağız. Arkadaşım, ‘Hilmi Abi ben bekar adamım, senin dört çocuğun var. Ben konuşayım’ dedi. O konuştu. Hüseyin Esentürk. ‘İşçiler, kardeşler, Tariş’te direniyorlar, biz de burada direnelim. Bugün onlara saldıranlar yarın bize saldırır’ dedi. Bir hafta sonra işine son verdiler. Sonra biz de 600-700 kişi fabrikada direnişe başladık. Gittik sendikayı da bastık. Etrafımızı polisler sardı. Bizi karakola götürdüler. 25 TEKEL Bira işçisi. 1979’un sonları. Karakoldan Mamak Muhabere Okuluna götürdüler. Mamak Askeri Cezaevi dolu. Lise ve üniversiteliler. Mücadelenin yükseldiği bir dönemdi. Tariş’te Yusuf Metin öldürülmüştü (15 Ağustos 1978).

Bizi, faşistlerle iç içe yatırıyorlar. Bizim genç arkadaşları da almışlar. Orada faşistlerle kapıştık.

Orada gençlik, işçi sınıfının mücadelesiyle coşuyordu. Bizi de faşistleri de dışarı attılar. Yüzbaşı bizi koğuşlara sokmadı, dışarıda yatırdı.”

Hilmi Dayı, ardından cezaevi yıllarına geliyor: “32 ay Mamak Askeri Cezaevinde kaldım. 1982-83 olabilir. TDKP davasından. Kırıkkale’de Organize Sanayi’de çalışıyordum. Operasyon oldu, alındım. Üyelikten ceza aldım. Daha sonra bizi Haymana Cezaevine gönderdiler. İçeride direniş yaptık. 40 gün. Albay Raci Tedik, Sabri Yirmibeşoğlu Mamak’a geldi.”

"KADINLAR DESTAN YAZDILAR MAMAK’TA"

En sevdiği şarkı ya da türküyü soruyoruz, “Aldırma Gönül Aldırma. Sabahattin Ali Sinop Cezaevinde yazmış” diyor ve ekliyor: “Mamak Türküsü”. Mamak Cezaevi’ni konuşurken, “Kadınlar destan yazdılar Mamak Cezaevinde” diye vurguluyor.

Hilmi Dayı, eşi Nezaket Hanım’ı dört yıl önce kaybetmiş. “Dört çocuğum var. İki kız, iki oğlan. Hepsi evli. Hepsinin de çocukları var.” diyor.

Uzun uzun işçilik yıllarını anlatan Hilmi Dayı, daha sonra Emek Partisi Mamak İlçe Başkanlığı yaptığını söyleyerek devam ediyor: “Hâlâ yönetimdeyim. Emek Partisinden Mamak Belediye Başkan Adayı da oldum.”

Hilmi Sarıaydın

Şu anda günlerinin nasıl geçtiğini konuşurken, “Sabah erkenden gazetemi alırım. 5-6 yıl öncesine kadar koşuyordum, şimdi yürüyorum. Ayrıca evde vücutta çökme olmaması için ağırlık çalışıyorum” diyor. 

Şu anda okuduğu kitabı soruyoruz, Oya Sencer’in ‘İşçi Sınıfı, Doğuşu ve Tarihi’ adlı kitabı gösteriyor. Habora Kitabevinden çıkmış. 1969 baskısı. Ankara Olgunlar Sokak’taki bir tezgahtan almış. Heyecanla kitabı anlatmaya başlıyor.

BİR KİTAP VE DENİZLERİN ÜNİVERSİTE İŞGALİ

Burada bir parantez açalım. Çünkü bu kitabın hikayesi de ayrıca önemli. Oya Baydar, 1964’te İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümünü bitirir ve bölüme asistan olarak girer. Aynı fakültede asistan olan Muzaffer Sencer ile evlenir. Boşandıkları 1971 yılına kadar akademik çalışmalarında Oya Sencer adını kullanır. Türkiye işçi sınıfı tarihi üzerine “Türkiye’de İşçi Sınıfı’nın Doğuşu ve Yapısı” başlıklı doktora tezini hazırlar. Tez, Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilince 26 Aralık 1968’de üniversiteden istifa eder. Baydar’ın istifası üzerine, başını Deniz Gezmiş’in çektiği öğrenciler, ret kararının akademik değil ideolojik gerekçelerle verildiği gerekçesiyle, olayı protesto için rektörlüğü işgal ederler ve fakültenin dekanını istifaya çağırırlar. Okulun süresiz tatil edilmesiyle sonuçlanan bu olay, o dönemde Türkiye’deki ilk üniversite işgallerindendir.

Hilmi Sarıaydın

ÖNCE İŞÇİNİN GÜVENİNİ KAZANACAKSIN

Hilmi Dayı ile şu anki işçi örgütlenmeleri ve sendikal hareketin durumunu da konuşuyoruz. “Bugünkü sendikalar düzenin arka bahçesi olmuş” diyor ve devam ediyor: “Sınıf mücadelesi taleplerden yükselir. Sınıfı harekete geçirecek bilinçli işçi gerekir. İşçilerin hobilerine kadar bilmek lazım. Evine gitmek, kendi evine davet etmek. İşçiye güven verirsen bütün örgütlülüğe gider. Bir kısmının güvenini kazanırsan öbürleri arkasından gelir. Yanlış yaptım diye üzülmemek lazım. Bir şey yapıyorsak yanlış da yapacağız.”

Ömrü sanayide işçilikle ve işçi örgütlenmesiyle geçen Hilmi Dayı’nın, işçi örgütçüleri için kulaklara küpe olması gereken şu vurgularıyla bağlayalım: “Fabrikaya ne kadar dışarıdan bildiri verirsen ver yeterli olmuyor. Ya evinde diyalog kuracaksın ya da fabrikalar içinde bilinçli işçilerle ilişkin olacak.”

ÖNCEKİ HABER

MMO’dan Murat Kurum'a tepki: Faciada sorumluluğu var hesap vermeye davet ediyoruz

SONRAKİ HABER

Erdoğan tehdit siyasetini sürdüyor: Adaylarımızın arkasında ben varım, hükümet var

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa