27 Şubat 2024 04:20
/
Güncelleme: 12:10

'Hatay Geri Döneceğiz' belgeseli: Yıkımın toplumsal belleği

Murat Yüksel 6 Şubat depremlerine ve Hatay’daki sorunlara ışık tutmak için “Hatay Geri Döneceğiz” filmini tamamladı. Yönetmen, “Belgeseli toplumsal bir bellek oluşturmak için çektim” diyor.

'Hatay Geri Döneceğiz' belgeseli: Yıkımın toplumsal belleği

Murat Yüksel'in kişisel arşivinden

Sevda AYDIN
İzmir

‘İmroz’, ‘Jeotermal Yetti Gari’ ve ‘Vakti Gelince’ adlı belgeselleriyle tanıdığımız Yönetmen Murat Yüksel, 6 Şubat depremlerine ve Hatay’daki sorunlara ışık tutmak için “Hatay Geri Döneceğiz” filmini tamamladı. Depremlerin yıl dönümünde izleyicilere sunulan belgeselde, felaketleri yaşamaya devam eden Hatay’ın ve kalanların sorunları anlatılıyor. Murat Yüksel ile “Hatay Geri Döneceğiz” filmini ve kamerasına yansıyan sorunları konuştuk.

‘BİR BELLEK OLUŞTURMAK İÇİN ÇEKTİM’

Son belgeselinizde 6 Şubat depremlerini işlediniz. Sizi yıkıntılar arasına sürükleyen ne oldu?

6 Şubat depremleri 11 ilimizi etkiledi. Bunlar arasında en büyük yıkımı Hatay kentimiz aldı. Depremin ilk anlarında ülkece bir reaksiyon halinde olan vatandaşlarımız, ilerleyen süreçte depremi unuttu ya da unutulması sağlandı. En nihayetinde çabuk unutan bir toplum haline geldik. Belki de bu kişisel bir tercih ama burada unutma-unutturma noktasında medyanın çok önemli bir etkisi olduğunu da düşünüyorum. Bu unutturma politikası deprem bölgesinde farklı algılar yaratılmasıyla başladı aylar sonra deprem bölgesinde hayatın normalleştiğine dair haberler gün geçtikçe daha çok medyada artıyordu. Yani deprem ve depremzede vatandaşlarımızın yaşamış olduğu sıkıntılar, ihtiyaçlar, sorunlar unutturulmaya çalışılıyor. Böylesi bir ortamda bu duruma karşı kayıtsız kalamazdım. Bir önceki belgeselleri de bu doğrultuda çekerek toplumsal bir bellek oluşturmak adına çektim. Geri Döneceğiz belgeselini de bir bellek oluşturmak için çektim.

‘İNSAN CANININ KIYMETSİZ OLDUĞUNU GÖRDÜK’

Daha önceki belgesellerinizde olduğu gibi yine bir kent suçunu işlediniz “Geri Dönecekler”de. Kent suçlarının toplumsal sonuçlarından en ağırını yaşadık 6 Şubat depremleriyle. Kent suçu ve sonuçları bağlamında neler söylersiniz?

Evet, bu noktada söylenmesi gereken çok fazla şey bulunuyor. Deprem bölgesinde o kadar fazla kent suçu işleniyor ki, anlatmak ile bitmez. Deprem anından itibaren, insanlarımız enkaz altında kurtarılmayı beklediği anlarda, inşaat makinelerinin bölgede çok az olduğunu depremzede vatandaşlarımız ifade etti. Ama nedense inşaat makinelerinin arama-kurtarma çalışmaları bittikten sonra daha da görünür olduğunu ve sayılarının artığını depremzede vatandaşlarımız söylüyor. Burada insan canının ne kadar da kıymetsiz olduğunu görüyoruz. Gerek Hatay’da gerekse diğer deprem bölgesinde yapılan binaların birçoğu eski ve bu binaların yapımında asbest maddesi içerdiğine dair meslek odaları ve bilim insanlarının açıklamaları mevcut. Bu binaların yıkımı, ayrıştırılması kontrollü bir şekilde yapılması gerekirken (Ayrıştırma anında sulamanın yapılması gerekiyor) ne yazık ki bunun hiçbirine çekimler esnasında rastlamadım. Düşünsenize ayrıştırılan demirler, kamyon kasalarında götürülürken; tente ya da bez örtülmeden emanet bir şekilde paraya dönüştürülmek üzere demir çelik fabrikasına götürülüyor. Ne için? Sırf daha fazla para kazanmak uğruna! Bu yetmiyormuş gibi demirini ayrıştırdıkları o moloz yığınlarını 1. sınıf tarım alanlarına döktükleri görüldü. Dünyanın en güzel plajı olan Samandağ Plajı’nın yanı başında o moloz yığınları gördüm. Bu durum o kadar fazla ki hangi birini takip edeceğimizi bilmiyoruz.

‘KAMERAYI NEREYE ÇEVİRSEK BİR KENT SUÇU’

Depremin üzerinden 1 yıl geçti ama hâlâ çadırda kalan insanlar var. Ben depremin 5-6-7’inci aylarında Hatay’da çekimler yaptım. Yazın sıcağında o çadırlarda yaşamaya mahkum bırakılan insanlar vardı. Yine o çadırda kalan insanlar şu an kışın ısınma sıkıntısı çekiyor. Yağmur yağdığı zaman çadırlarını su basıyor. Birçoğu konteyner bekliyor ama çözülebilmiş değil. Temiz suya ulaşım noktasında sıkıntılar yaşayanlar var. Hijyen konusunda da sıkıntılar devam ediyor.

Depremin üzerinden 1 yıl geçmesine rağmen, eksikliklerin giderilmesini bırakın, artarak çoğalıyor. Barınma sıkıntısına ek olarak, kamu hizmetinden yararlanma noktasında eksiklikler katlanarak devam ediyor. Birçok kamu kurumu deprem sonrasında ya yıkıldı ya da zarar gördü. Sağlık hizmetinden tam olarak yararlanamayan, eğitim hizmeti yarım kalan binlerce insanımız var. Kısacası, o depremde kamu binaları zarar gördüğü için, eksik kalan bir hizmet var. Yani kamerayı nereye çevirsek, hep bir kent suçuyla karşı karşıya kalıyoruz. Sorumluların cezalandırılması gerekiyor, en büyük temennimiz bu ama süreci takip ettiğimiz zamanda sorumluların ceza almadığı bu ortamda ne yazık ki kent suçu işlenme oranının da artacağına benziyor.

BU KADİM KENTTE BAMBAŞKA BİR AİDİYET DUYGUSU YATIYOR’

Depremlerin ardından enkazların arasında dolaşmak, kalanlarla konuşmak sizde nasıl etkiler bıraktı?

Bu cümleyi kurduğum için çok üzülüyorum ama ne yazık ki gerçek böyle. Yerle bir olmuş kadim bir kent, enkaz altında kalmış. Yani kadim bir kentin tarihi, yaşanmışlıkları anıları, hatıraları enkaz altında, binlerce binanın altında yok olmuş. İnsanların kayıpları ve acıları var. Böylesi bir ortam içinde çekim yapmak psikolojik olarak beni çok etkiledi. Ama bu ortamda dahi insanlar bu kenti terk etmek istemiyor. Terk edip gidenler ise bir gün geri döneceğiz diyor. İşte bu aidiyet duygusu sanırım başka hiçbir kentte bulunmuyor. Şahit olduğum o aidiyet duygusu da beni çok etkilemişti.

Konuştuğunuz insanların bundan sonraki yapılaşmaya dair önemli talepleri var, siz bu taleplerin sorumlu mekanizmalardan karşılığını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet, birçok talepleri vardı. Kent yeniden inşa edilirken depreme daha da dayanıklı yapıların olmasını söylüyorlardı. Tek tip ruhu olmayan, mahalle kültürlerini unutturan konutları da istemiyorlardı. Yine yapılacak olan konutlarda Antakya’nın kültürüne özgü olmasını gerektiğini ifade ediyorlar. Bunların yanı sıra demografik yapılarına zarar geleceği noktasında endişe de duyuyorlar. Bu kadim kentte bambaşka bir aidiyet duygusu yatıyor ve demografik yapı bozulduğunda o aidiyet duygusunu da kaybedeceklerine inanıyorlar. Çünkü bunun örneklerini bariz bir şekilde yaşıyorlar. Dikmece köyünde Arap Alevi vatandaşlarımızın yoğun yaşadığı yerde, 1’inci derece tarım alanına, deprem konutları inşa ediliyor ama iktidara yakın olan bölgelere ise dokunmuyorlar. Dolayısıyla insanların akıllarında da demografik yapının bozulacağı noktasındaki endişe bariz bir şekilde görülüyor.

Son olarak, bu kadim kentte evet, birçok sıkıntı, birçok problem var. Gidenler bir gün geri döneceğiz diyor. Kalanlar ise kenti yeniden inşaa etmek için mücadele ediyor.

Evrensel'i Takip Et