01 Mart 2024 04:45
Son Güncellenme Tarihi: 01 Mart 2024 09:45

İşçinin örgüt(lenmek)ten başka silahı yoktur

İşçi sınıfının sermaye cephesi, burjuva iktidar(lar) ve sendikal bürokrasiye karşı vermek zorunda olduğu bu mücadelede örgütten başka elinde silahı yoktur.

Fotoğraf: Damla Kırmızıtaş/Evrensel

Paylaş

Seyfi SELÇUK

İşçilerin ücret artışı, ek zam, sendikalaşma, çalışma koşullarının iyileştirilmesi vb. talepleri etrafında yürüttüğü mücadele ritmi değişmekle birlikte kesintiye uğramadan sürüyor. Deyim yerindeyse, mücadele bir alanda sönümlenirken aynı zaman diliminde bir başka alanda aniden parlayıveriyor. Bazen de -farklı sektörleri ve daha geniş işçi kitlelerini kapsayan- kamu işçilerinin ek zam talebiyle sürdürdüğü mücadelede olduğu gibi bu iki özellik bir arada vücut bulabiliyor.

Hareketin barındırdığı döneme özgü bir diğer temel özellik ise işçilerin çetin mücadeleler sonucu taleplerinin kısmi, ya da bütünüyle karşılanması sonrası olağan bir hal alan süreçte kapitalist patronların ve iş birlikçi sendikal bürokrasinin saldırıları karşısında yeterli düzeyde mukavemet gösterememeleridir.

ETKİLİ OLAN ÜRETİMİ ETKİLEYEN EYLEMLER

Kamu işçilerinin sendika bürokratlarının sopa sallamasıyla birlikte mücadeleyi üretim alanları ve meydanlardan sosyal medya mecrasına çekmeleri buna son örnektir.

Hiç şüphesiz günümüzde sosyal medya ya da dijital platformların önemi küçümsenemez; dahası verili somut duruma uygunluk arz etmesi koşuluyla hiçbir eylem biçimi de peşinen reddedilemez. Fakat yalnızca sosyal medya protestolarına yaslanan bir mücadeleyle hak elde edilemeyeceğini de bilmek gerekir. Bunun için üretimi doğrudan etkileyecek bir eyleme ihtiyaç vardır.

Sınıf hareketinin geleceği açısından bu durumun nedenleri üzerinde durmak ve bazı çıkarımlarda bulunmak artık gereklilikten de öte bir zorunluluk haline gelmiştir. Meramın daha iyi anlaşılması bakımından yakın dönemden bazı örnekler vererek ilerlemek faydalı olacaktır.

SASA, ETİ ALÜMİNYUM VE MİTAŞ ÖRNEKLERİ

Bu bağlamda ilk örneğimiz Adana’da kurulu SASA’dan olacaktır. Erdemoğlu Holdingin sahibi olduğu SASA’da patron, işçilere ‘haftada iki gün izin’, ‘kâr payı’ verileceği gibi tekliflerle önce DİSK/Tekstil’in örgütlü olduğu dokuma bölümündeki işçileri, sonra Petrol-İş’in örgütlü olduğu petrokimya bölümündeki işçileri sendikasızlaştırdı. Patron işçilerden seçtiği temsiler aracılığıyla sorunlarını iletmelerini istedi. Gelgelelim işçilerin taleplerini ilettikleri için işçilerin seçtikleri iki temsilciyi işten attı. İşçiler herhangi bir direnç koyamadılar.

İkinci örnek Mitaş’ın Ankara’daki fabrikasından. Enerji alanında faaliyet gösteren Mitaş patronunun MESS grup toplu iş sözleşmesi (TİS) ile bağıtlanan zammı işçilere vermek istememesi üzerine işçiler üretimi durdurdu. Direnişin ardından geri adım atan patron sonrasında 10 işçiyi işten attı. İşçiler örgütlü oldukları sendikalarını (T. Metal) eleştirmenin ötesinde bir yaklaşım henüz gösteremediler.

Üçüncü ve son örneğimiz Konya’da bulunan Seydişehir Eti Alüminyum tesisinden. Ek zam talebiyle direnişe geçen işçiler imzalanan ek protokolün ardından eylemlerine son verdiler. Sonrasında işçiler işten çıkarılmaya başlandı. 30’a yakın işçinin iş akdi feshedildi. İşçiler kıyımı engelleyecek bir tutum geliştiremediler.

‘MAKUS TALİH’ NASIL DEĞİŞECEK?

Gerek verilen bu örneklerdeki işçilerin tutumuna, gerekse kamu işçilerinin mücadelesinin bugün salt sosyal medya platformlarına çekilmek durumunda kalmasına yansıyan ortak yan işçilerin hasımlarından gelen saldırıları karşılayacak tahkimat, teçhizat, kısacası gerekli donanıma ve silaha sahip olmadan mücadeleye girmek zorunda kaldıkları gerçeğidir.

Giderek bir trajedi halini alan bu gerçeklik aynı zamanda günümüzde işçi hareketinin aşması gereken en temel sorunu durumundadır.

Bürokrasinin egemenliği altında sendikal örgütlülük giderek bütünüyle biçimsel bir hal almış; dahası sendikalar bürokrasi tarafından giderek daha fazla işçileri örgütsüz kılmanın birer aleti haline getirilmiştir.

Öz Çelik-İş Genel Başkan Yardımcısı Şerafettin Koç’un Seydişehir Eti Alüminyum işçilerinin aldığı yüzde 7 oranındaki ek zammı işçilerin direnişine değil de Cengiz Holding patronlarının ‘engin gönüllü’lüğüne bağlarken gösterdiği aymazlık, ya da Türk-İş Genel Başkan Yardımcısı ve Yol-İş Genel Başkanı Ramazan Ağar’ın ek zam için eylem isteyen yol işçilerine “Zam da yok eylem de yok” derken gösterdiği arsızlık kaynağını tümüyle işçilerin işte bu örgütsüzlüğünden almaktadır.

İşçi sınıfın bir bakıma ‘makus talih’i haline gelen bu durum sürdüğü müddetçe patronlar kaşıkla verdiğini sonrasında kepçeyle geri almayı sürdürecektir. Hele ki, AKP ve Erdoğan sermaye iktidarlarının çalışma yaşamını patronlar için dikensiz bir gül bahçesine çevirdiği günümüz koşullarında.

BU PARADİGMANIN PARÇALANMASI GEREKİYOR

İşçilerin sermaye karşısında kazanımlarının kalıcı hale gelmesi, var olan haklarını koruyabilmeleri ve yeni haklar edebilmeleri ve sendikalarını sırtlarına bir kene gibi yapışarak kanlarını emen sendikal bürokrasiden kurtararak yeniden bir sınıf örgütü haline getirebilmeleri için öncelikle mevcut bu “paradigma”yı parçalayıp çöp kutusuna atmaları gerekir.

İşçi sınıfının sermaye cephesi, burjuva iktidar(lar) ve sendikal bürokrasiye karşı vermek zorunda olduğu bu mücadelede örgütten başka elinde silahı yoktur. Eğer örgütlü değilse ister istemez kavgayı sermayenin minderinde vermek zorunda kalacak ve son kertede yenilgi kaçınılmaz hale gelecektir. Çünkü, mevcut bilinç ve örgütlülük düzeyiyle bir noktadan sonra inisiyatifi elinden bırakmak durumunda kalacaktır/kalmaktadır.

Ülkemiz işçi hareketi ve sendikal hareketin tarihi bunun sayısız örnekleriyle doludur. Mitaş ve Seydişehir Eti Alüminyum’da yaşananlar da bu kategoriden örneklerdir.

Bununla birlikte işçilere yönelik gerek dışarıdan gerekse bizzat işçilerin içeriden yaptıkları “Örgütlenelim”, “Birleşelim” çağrıları doğru, gerekli olmakla birlikte bu halleriyle kaldıkça soyut çağrılar/kavramlar olmaktan öteye geçemeyecek, dönüştürücü bir etkide bulunmayacaktır; nitekim öyle de olmaktadır. Bu çağrılarla birlikte örgütlenmenin hangi gereksinimden doğduğunun, verili koşulda hangi temel(ler) ve olası hangi biçimler üzerinden ilerleyebileceğinin de işçilerin anlayabilecekleri somutlukta gösterilmesi gerekir.

METAL FIRTINA’NIN İŞARET ETTİĞİ

Sendikal bürokrasinin iş yeri temsilcilik kurumu dahil sendikal yapının her kademesine hükmettiği günümüzde girişilecek örgütlenmenin sermaye ve onun politik iktidarlarına olduğu kadar sendikal bürokrasiye karşı da bir örgütlenme olduğu bilinciyle hareket edilmelidir. Bu örgütlenmenin biçimi mevcut durumda ancak bölümler ve departmanları kapsayacak ve kalıcı olacak şekilde “iş yeri işçi komiteleri” olabilir/olmak durumundadır. Bu komiteler kendilerini her türlü hak arama, haklarına yönelen saldırıları püskürtmek için konumlandırmanın yanında sendikal bürokrasiye karşı sınıf sendikacılığı temelinde bir muhalefet hareketi olarak da konumlandırmalıdır.

Bu başarıldığı ölçüde işçiler inisiyatifi baştan sona ellerinde tutabilecek, kendi kaderleri üzerinde kendileri karar verebilecekleri bir mevzi edinecektir.

Bir hatırlatmayla bitirelim: Renault işçileri 2015 Metal Fırtına döneminde bölümler (ÜET), vardiya ve fabrika düzeyinde oluşturdukları komiteleri şayet muhafaza edebilselerdi, daha doğrusu bu bilinçle hareket edebilselerdi yalnızca kendilerinin değil Türkiye işçi sınıfının tarihinin de çok farklı yazılmasına kaynaklık edeceklerdi.

ÖNCEKİ HABER

KESK'ten 8 Mart çağrısı:  Güvenceli iş, güvenli gelecek için alanlardayız

SONRAKİ HABER

Putin'den NATO ve AB'ye "nükleer savaş" uyarısı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa