3 Mart 2024 03:55

Prof. Dr. Levent Köker, yargı paketini ve yeni anayasa söylemini değerlendirdi: Yargıdaki eksiklik, etkinlik değil adalet

Serpil İLGÜN
İstanbul

Muhalefet cephesi yerel seçim kampanyasına gömülürken, iktidar cephesi yerel seçim dışındaki gündemlerini de ihmal etmiyor. Erzincan İliç’teki insan ve çevre cinayetinin soruşturulması için mesai bulamayan Cumhur İttifakı, emeklilere verilen bayram ikramiyesinin 3 bin TL’ye çıkarılmasını da içeren yargı paketini Meclisten geçirdi. Yeni anayasa ve itibarsızlaştırılan AYM’nin yapısı, AKP ve MHP iktidarının gündemden düşürmediği bir diğer başlık.

Yine büyük müjdelerle sunulan 8. yargı paketinin amacı ne? AKP neden bir kez daha yargıda değişikliklere gidiyor? Beka sorunu olarak tariflenen AYM nasıl değiştirilecek? Milli anayasa ne demek? Anayasa’daki laiklik ilkesinin esnetilmesinin sınırı var mı?

Anayasa ve Kamu Hukuku Profesörü Levent Köker’le konuştuk.

Meclisten geçen 8. yargı paketiyle başlayalım. AKP, denetimli serbestlik kriterlerinde değişiklikten yatarı bulunmayan mahkumiyetlere hapis cezasının getirilmesine, 43 maddelik paketin amacının yargı hizmetlerinin daha etkin olarak sağlanması olduğunu söyledi ama temel sorun yargının hızlı çalışıp çalışmaması mıdır?

Paketin içindeki pek çok düzenleme oldukça teknik düzenlemeleri içeriyor. Buradaki esas mesele yargının hızlı, etkili çalışması meselesi değil. Bu etkililik neye göre, yargı hızlı çalışınca ne olacak? Yargı hızlı çalıştığı zaman hukuka uygun kararlar vermiyor ki. Yargı hizmeti yasalar ve Anayasa çerçevesinde verilebilir. Dolayısıyla Anayasa’mız, yasalarımız kötüyse, yargının etkin çalışması sorunlarımızı çözmez. O nedenle bir defa yaklaşım doğru değil. Türkiye’de yargıyla ilgili sorun, yargının etkin çalışması değil, bağımsız çalışması. Bazı yargıçlar, bazı davalarda, ki bunların sayısı her geçen gün artıyor, Anayasa’nın ve yasaların açık hükümlerini kendilerine göre yorumlayıp, son derece hukuksuz kararlar verebiliyorlar ve gayet etkili çalışıyorlar. Can Atalay, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş konusunda olduğu gibi. Yargı Anayasa’mızı çiğniyor. Bundan daha öteye bir şey söylenebilir mi?

KUVVETLERİN TEK KİŞİDE BİRLEŞMESİNİN TEHLİKESİNİ YAŞIYORUZ

Anayasızlaşma olarak tarif edilen durum uzunca süredir söz konusu ancak Yargıtay 3. Dairenin AYM’nin TİP Milletvekili Can Atalay hakkında hak ihlali kararına iki kez uymaması, meseleyi başka bir yere taşımış oldu. AYM ile Yargıtay kavgasında Erdoğan taraf değil, hakem olacağını söylüyor ama hem onca itibarsızlaştırıcı ifade kullanıp, hem hakem olmak nasıl olabilir?

Nisan 2017’de yaptığımız anayasa değişikliklerinden sonra cumhurbaşkanı aynı zamanda bir siyasi parti üyesi olabiliyor, hatta genel başkanı da oluyor. Böylece yürütme organının kendisi olan cumhurbaşkanı yasamayı da yürütmeyi de kontrol ediyor. Bir defa bu demokrasiden uzaklaştıran bir sistem çünkü haklar ve özgürlükler demokrasilerde esastır ve onların korunması ve kullanılabilmesi için özgürlük alanının genişlemesi gerekir. Ancak kuvvetlerin tek kişide birleşmesi durumunda bu tehlikeye girer. Bugün de zaten bu tehlikeyi yaşıyoruz.

Sorunuza gelince, Anayasa’mıza göre Cumhurbaşkanlığı aynı zamanda devlet organları arasında uyumlu çalışmayı da gözeten bir makam. Sayın Erdoğan muhtemelen bu Anayasa kuralını zaman zaman hatırlıyor, yargı organları arasında bir uyuşmazlık çıktığı zaman hakemliğin aklına gelmesi bundan olmalı diye düşündüm. Ama cumhurbaşkanının cumhurbaşkanı sıfatı devam ederken kişisel görüşünü bu şekilde açıklamasını doğru bulmuyorum.

AYM’Yİ KAPATMAK DA MESELEYİ ÇÖZMEZ

Nisan ayında AYM’de başkan ve iki üyenin görev süreleri doluyor. Dolayısıyla, Erdoğan’ın atadığı üyelerin sayısı artmış olacak. İktidar cephesi, “AYM kaldırılmalıdır” ya da “Yapısı değiştirmelidir” derken, bütünüyle arzularına göre hareket edecek bir yüksek mahkeme mi tahayyül ediyor?

Hiç fark etmez. Bu işin özünde “Hukukla yönetmek istiyor muyuz, istemiyor muyuz” sorusunun cevabı yatar. Çünkü hukuk kuralları genel hükümlerdir, genel kurallar koyar. Siz siyasi iktidar olarak çok iyi olduğunu düşündüğünüz bir yasa yaparsınız, sonra o yasa uygulanırken öyle bir durumla karşılaşırsınız ki, hiç istemediğiniz bir sonuç çıkar o yasadan. Yani AYM’yi tamamen kendi adamlarınızdan oluşturursanız, üç ay sonra bir meselede o yargıçlar öyle bir karar alır ki, “Bunlar nasıl böyle karar verir” dersiniz. Çünkü bunu öngöremezsiniz.

Bahçeli o yüzden mi “Kapatılsın” diyor, risk istemediği için?

AYM’yi kapatın, tamam ama mesele yine çözülmez. Bir mahkeme siyasi iktidarın hoşuna gitmeyecek bir karar yine verebilir. Bunun önüne geçemezsiniz. O zaman hiçbir mahkeme olmamalıdır, hiçbir kural da olmamalıdır. Tamamen kuralsız ve keyfi bir devlet haline gelir. Ama ona devlet demiyoruz, başka şey diyoruz!

Diğer yandan Saray’ın hukuk işlerinin başındaki isim Mehmet Uçum başta olmak üzere, bakan ve bürokratlardan anayasa değişikliğinin gerekliliği üzerine beyanatlar gelmeye devam ediyor. Kapsayıcı, koruyucu, kuşatıcı, milli anayasadan bahsediliyor. Milli anayasadan ne anlayalım? Yeni anayasayla başkanlık sistemine nasıl bir elbise giydirilmek isteniyor?

Bugün iktidarda olan AKP-MHP ittifakında, Türk İslam sentezi anlamında bir millilik kavramı var. Bir kere her devletin anayasası onun milli anayasasıdır. Çünkü millet eşittir devlettir. Madem Mehmet Uçum’dan bahsettiniz, Uçum, AYM kararları karşısında o kararları yok sayan Yargıtay 3. Ceza Dairesi için “işte milli mahkeme kararı” diyor. Demek ki AYM örneğinde olduğu gibi mahkemeler hoşa gitmeyen kararlar verdiği zaman, Türkiye’nin milli mahkemesi sayılmıyor. O zaman burada milli terimiyle, devlete ait olan, devletle hukuki ilişkisi olan bir kurumu anlamıyor siyasi iktidar. Demek ki milli anayasa dedikleri zaman herhalde bu, Türk İslam sentezinin Türkiye Cumhuriyeti’ne tam hakim olduğunu ilan eden bir yeni anayasa tasavvuru oluyor. Yani Türk İslam cumhuriyeti anayasası gibi bir anayasa aklımıza gelmeli.

Bir yandan da, sanki ortada yeni anayasa metni hazırmış gibi “Meclis anayasa yapar mı, yeni anayasa olmazsa Anayasa değişikliği referanduma gider mi” gibi tartışmalar da yürütülüyor. Bu acelenin nedeni ne?

Acil anayasa değişikliği yapma ihtiyacı yok Cumhurbaşkanı ve TBMM yeni seçildi, 2028’e kadar seçim yok. Bir ay sonra yerel seçim var, onda da sonuç ne çıkarsa çıksın bir şey değişmeyecek çünkü yerel yönetimler üzerinde merkezi yönetimin son derece artmış, ağır bir kontrolü var. Bunu daha da kuvvetlendirmek ve yerel yönetimlerin bütün etkilerini sıfırlamak için de anayasa değişikliği gerekmiyor. Kayyum atarsınız olur biter, ki eskiden en zor şeydi kayyum ataması ama özellikle Kürt illerinde bu neredeyse rutine bağlandı. Bu daha da genişleyebilir veya birtakım yasal değişiklik yapılabilir, zaten toplum bunlara tepki de göstermiyor. Ne için yeni anayasa veya anayasa değişikliği yapmak gereksin ki? Ben bunun seçim dönemlerine yönelik ortalığı kızıştırma ve yerel konulardan meseleyi çıkarıp, yine büyük siyaset üzerinden seçmen tabanını konsolide etmek ve genişletmek şeklinde bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. AYM kararlarını yok sayan Yargıtay 3. Dairesi kararı karşısında elimiz kolumuz bağlı duruyor ve AYM’yi bu şekilde etkisizleştirebiliyorsak, yeni anayasaya kimsenin ihtiyacı yok.

AYM NEDEN ALTI YIL GECİKTİ?

AYM, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin 2018’deki 265 maddelik ilk kararnamesindeki 37 maddeyi iptal etti. Anayasa’da güvence altına alınan temel haklarla ilgili cumhurbaşkanının kararname çıkarmayacağı, düzenlemelerin ancak kanunla yapılabileceği gibi gerekçeler içeren iptal kararlarını nasıl değerlendirirsiniz? İptallerin AYM-iktidar bloku arasındaki kavgayla ilgisi kurulabilir mi?

Hem kurabiliriz, hem kuramayabiliriz. Buna ilişkin iktidardan bir tepki henüz gelmedi. Belki haberlidirler. Artık öyle düşünüyorum. Öncelikle, neden bu kadar gecikiliyor? Bunlar çok kritik meseleler. Bazı cumhurbaşkanlığı kararname hükümleri doğrudan temel hak ve hürriyetleri ilgilendirdiği ve onlarla ilgili kanun dışında başka bir düzenleme yapılamayacağı için AYM iptal etti ama bunun için altı sene geçmez. İktidardan tepki gelmediğine göre, belki zaten bu konuyla ilgili bir düzenleme yapıyorlardır, mahkemeye de “Siz de iptal edin de elimiz rahatlasın” demiş olabilirler. Cumhurbaşkanlığı makamının temel hak ve hürriyetlerle ilgili pek çok düzenlemesi oldu, hatta kararnameyi bırakın basit bir Cumhurbaşkanlığı kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldı. İstanbul Sözleşmesi, temel hak ve hürriyetlerle ilgili bir sözleşme.

Bu 6 yılda verilen kararlar ne olacak?

Onlar geçerli, çünkü AYM kararları geçmişe yürümez.

DİYANET VARKEN TÜRKİYE’YE LAİK BİR DEVLET DİYEMEZSİNİZ

Malumunuz, “Türkiye’ye şeriat gelir mi” sorusu yine gündemde. Erdoğan’ın “Şeriata düşmanlık dinin bizatihi kendisine husumettir” demesi çeşitli boyutlarda tartışılıyor. Anayasa’da “Türkiye laik bir devlettir” yazıyor ancak fiili durumla yazılı hukuk arasındaki makas genişliyor. Bu iki durumun örtüşmemesinin sınırı nedir?

Türkiye devletinin kuruluşundan itibaren devletle din ilişkileri açısından bir problem var. O problem Diyanet İşleri ile ilgili. Diyanet İşleri Başkanlığı kurulurken, kanunla Türkiye toplumunun itikat, ibadet ve ahlak alanlarını kontrol etme, denetleme, düzenleme görevi verildi. Bu 1945’te çok partili hayata geçişle birlikte tersine dönmeye başladı ama zurnanın zırt dediği yer 12 Eylül Anayasası’dır. 12 Eylül Anayasası ile birlikte din kültürü ve ahlak dersi adı altında çocukların beynini yıkamak üzere belli bir mezhebin propagandası okullarda zorunlu hale getirildi, 12 Eylül cuntasının yaptığı anayasada ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığına “Milletçe bütünleşme ve dayanışmayı hedef alan bir kurum” olduğu yazıldı. Bu orada dururken siz Türkiye Cumhuriyeti’ne laik bir devlet diyemezsiniz. Aslında 1924’te de diyemezdiniz de, özellikle 12 Eylül’den sonra Diyanete belirttiğim vasfı verip, laikliği esnetirseniz bugünkü durumla karşılaşırsınız. Dolayısıyla bugünkü durum Anayasa’ya aykırı değil.

Neden?

Çünkü belirttiğim gibi Anayasa Diyanet İşlerine “Milli bütünlüğü sağlama” görevi vermiş. Diyanet de, “Milli bütünlüğü en güzel şekilde sağlıyorum” diyor. Anayasa’da laiklik diyorsunuz, ama Diyanet İşleri Başkanlığına “Milli bütünlüğü sağlama” görevi veriyorsunuz, bu nasıl laiklik?

Erdoğan, “Asım’ın neslini yetiştirme, dindar nesil” diyebilir, meselenin bam teli şeriat meselesidir. Şeriat, genel anlamda hukuk demek. İslam esaslarına göre olursa İslam şeriatı. İki büyük kanun alanını ilgilendirir, medeni hukuk ve ceza hukuku. Medeni ve ceza hukukunu İslam esaslarına göre düzenlemek mümkün müdür, mümkündür. Biliyorsunuz, anketlerde topluma “Şeriat istiyor musunuz” diye soruyorlar. “Evet” diyenler şeriatın ne olduğunu biliyor mu acaba? Dolayısıyla, bunun Türkiye’de karşılığının olduğunu zannetmiyorum.

Karşılığının olmaması içimizi ferahlatacak bir şey midir? Zira, örneğin ÇEDES projesine bir günde gelinmiyor?

“Din dersi zorunlu olsun” dediniz mi, Alevi çocuğu da o zorunlu din dersine tabii tuttuğunuz zaman ÇEDES’e de varırız, tarikat cemaatlerin okullara girmesine de varırız. Ebeveynin “Sen benim çocuğuma ne yapıyorsun”, “Sen benim çocuğumu niye camiye götürüyorsun” diye sorması lazım. Toplum bu konuda tepki üretmeli. Başka türlü olmaz. Dolayısıyla evet, bazı şeyleri siyasi iktidarlar yapmak isteyebilirler ama bunun sınırları var. Ama oraya güvenemeyiz. “Bu kadarını da yapmazlar” diye yan gelip yatmak doğru değil çünkü olur. 12 Eylülcüler de yaptılar, bunlar da yapıyorlar.

Evrensel'i Takip Et