8 Mart'ı kazandık kaybetmeye niyetimiz yok!
Türkiye’deki kadın mücadelesini bir birikim şeklinde bu günlere kadar kadınların sömürüye karşı gelmeleri getirdi, ona yön veren de sınıf mücadelesiyle birleşen bir mücadele hattıydı.
Fotoğraf: Onur Kavak/Evrensel
HÜKÇAT üyesi bir öğrenci
Hacettepe Üniversitesi
Bundan tam 167 yıl önce New York’ta bir dokuma fabrikasında 40.000’i aşkın kadın işçi yoğun çalışma saatleri ve düşük ücretlere karşı eşit işe eşit ücret talebi başta olmak üzere tüm talepleri için grev başlattı. Grevi kırmak için her türlü olanağı kullanan egemen sınıfsa polis aracılığıyla kadınları fabrikaya kilitledi ve çıkan yangında 129 işçi kadının hayatını kaybetmesine neden oldu. Bugün tarihe adını “Ekmek ve Gül grevleri” olarak kazıyarak 8 Mart’ın ifadesini ortaya koyan kadın işçilerin emek mücadelesini tüm dünyada aynı anda anıyoruz. Peki, bunu tarihin tozlu sayfalarında kalmış, bir daha gerçekleşmesi mümkün olmayan bir grevi anarak mı yoksa yaşamın içinde ekmek ve gül kavgasının bir parçası olan kadınlar olarak mı yapacağız?
Kadının ikincil konumunu güçlendirecek her türlü politikanın ihtiyacıyla hareket edip ucuz emek gücü olarak sömüren dünyaca ünlü markaların reklamlarında Kadınlar Günü tüm sınıfsal niteliğinden koparılarak kutlanan bir gün olarak ele alınırken daha ilerden gözüken fakat aslında egemen görüşün ihtiyaçlarına uyumlu bir rotayı benimsemiş kimi çevrelerde de yalnızca kadın hakları meselesine indirgenerek aslında yine “kutlanan” bir gün olarak ele alınıyor. Bunlardan biri medyada, basında verdiği bir iki reklam dışında (kadın meselesi üzerinden kastıkları duyarla sömürüyü maskelemek ve duyarlı kimi çevreleri müşteri olarak kazanmak için) 8 Mart’ı yok sayma ve suskunlukla geçiştirme çabası içine girerken, bazı feminist grupları içine alan ikinci kesimse bir yanındakiyle birlikte olma çağrısı yerine bireyselliği koyarak “kalabalığın içinde kaybolmaya” çağıran basit bir kadın erkek eşitliği kutlamasına çeviren bir tutum.
KADIN EMEĞİNİN VE 8 MART’LARIN HAFIZASI
Kendisini tarihe “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’’ olarak geçirmesinden de anlayacağız ki 8 Mart özünde, kadın işçilerin kendi sınıfının safında birleştiği, kendi sınıf çıkarları temelinde taleplerini belirlediği bir kadın hareketidir. Onu her sene istikrarlı bir mücadeleye dönüştüren, kitleleri içine alan, köklü değişimleri doğuran özü de buradan gelir. Bundan dolayı 8 Mart bilimsel bir dünya görüşünden kopartılamaz, kopartıldığında basit bir güne indirgenir, takvimsel kalır. Biz bu yazıda bireysel değil birlikte, yeri geldiğinde kalabalığın içinde ama “kaybolmadan” 8 Mart’ı kazandıran istikrarlı bir kadın hareketinin tarih süresince kazandığı mücadele birikiminden bahsedeceğiz.
OSMANLI DÖNEMİ İLK ATILIMLAR
Ekmek ve Gül grevlerinde oy hakkı talebi eşit işe eşit ücret, 8 saatlik iş günü, analık hakları ve savaşların son bulması gibi talepler kadınların en önemli talepleri arasındaydı. Bu talepler aynı zamanda Osmanlıdan günümüze, coğrafyamızdaki kadınların da talebiydi. Oy hakkı mücadelesi için “İslam kadını”, “Türk kadını” gibi sıfatlar etrafında da olsa kurulan dernekler, ilk siyasi parti olarak açılan Kadınlar Halk Fıkrası etrafında verilen mücadeleler kadınların kazanımlarını çoğalttı.
Türkiye de “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” Uluslararası Komünist Kadınlar Konferansında alınan kararların etkisiyle ilk kez 1921 yılında kutlanır. 1975’e kadar nispeten zayıf kutlanan 8 Mart’lar bu tarihten sonra kitlesel eylemler hâlinde benimsenip fabrikalardan, kampüslerden, sınıflardan örgütlenerek kutlanmaya başlanır. Bunda dönemin mücadele veren komünist kadınlarının ve kurdukları ilerici kadınlar derneğinin etkisi olmuştur.
1900’LERDEN 1980’LERE MÜCADELENİN KISA TARİHİ
1908 Haziran’ında, Sivas’ta elli kadın vilayet konağı önünde toplanarak pahalı ve kötü ekmeği protesto ettiler. Kadınların ön ayak olduğu bu isyan hızla yayıldı ve 500 kişilik kalabalık, vilayet konağının camlarını indirip un depolarını yağma etti.
1876 yılında İstanbul Feshane Fabrikası’nda çalışan 50 kadın işçi ücretleri ödenmediği için çıktığı grev, 1910 yılındaysa Bursa’da çalışan, uzun süreden beri iş koşullarının düzeltilmesini bekleyen kadın ipek işçilerinin çıktığı grevler Osmanlı ve Türkiye tarihinin ilk kadın grevleri oldu. 1910-11 yılları, özellikle kadınların çalıştığı iki işkolunda, dokuma ve tütün iş kolunda kadınların greve gittikleri yıllardır.
1987 yılında geldiğimizde bu dönemin ilk örgütlü kadın protestosu “Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü” gerçekleştirildi. Yaklaşık 2500 kadının katıldığı bu yürüyüş bir dönüm noktası oldu, şiddete maruz kalmış kadınlar için danışmanlık ve sığınma yeri sağlanması amacıyla birçok kampanya başlatıldı.
EN UFAK BİR EŞİTSİZLİK KIRINTISI KALMAYANA DEK
Tüm bu işçi grevlerini, hak kazanımlarını yaşatan; Türkiye’deki kadın mücadelesini bir birikim şeklinde bu günlere kadar getiren şey, kadınların sömürünün farkına vararak karşı gelmeleri ve kendilerine dayatılan koşulları kabul etmemeleriydi. Ona yön verense kadın mücadelesini sınıf mücadelesiyle birleştiren bir mücadele hattıydı.
Geçmişten günümüze var olduğumuz her alanda ve her anda, birikimlerimizden yükselterek mücadele tarihini birlikte yazdığımız ve şu anda da hâlâ yazıyor olduğumuz bir gün 8 Mart. Bizim çocuklarımız ve onların çocukları hep yazmaya devam edecek 8 Mart’ı. Bu yeryüzü üzerinde şiddet, taciz, savaşlar bitene dek; en ufak bir eşitsizlik kırıntısı kalmayana dek. Bizlere miras kalan bu mücadeleyi bugün üniversite sıralarında, fakültelerimizde, fabrikalarda, kısacası hayatı var ettiğimiz her alanda bir araya gelerek; taleplerimiz, ihtiyaçlarımız etrafında bir mücadele rotası ortaya koyarak büyütebilir ve nesiller boyu devam ettirebiliriz.