Kamusal alanda Kürtçe, kamusal alanda yaşam
Özel alanlarda Kürtçe konuşabiliyorken Kürtçenin devlet tarafından bir anadil olarak kabul edilmemesinin yansıması olarak dilimizi ve kültürümüzü kamusal alana taşımak zorlaşıyor.
Fotoğraf: MA
Hamdiye ÖZDEMİR
Dicle Üniversitesi
Ben Hamdiye, Şırnaklıyım. 23 yaşında Hukuk Bölümü son sınıf öğrencisiyim. Diyarbakır’da yaşıyorum. Okulun yanı sıra üye olduğum derneklerin çalışma ve eğitimlerine katılıyorum, fırsat buldukça hem bireysel hem toplumsal okumalar yapıyorum. Ana dilim Kürtçe. İlkokul öğrenimine kadar yalnızca Kürtçe konuşup iletişim kuruyordum. Eğitimle beraber Türkçe de zorunlu olarak hayatıma girdi. Fakat zorunlu olmayan alanlar dışında örneğin aile içinde, arkadaşlar arasında, esnaflarla veya yaşamın herhangi bir “gündelik” alanında Kürtçe konuşuyorum. Ancak bu, iletişim kurduğum kişi veya kişilerin ve ayrıca benim Kürtçemin yeterli olduğu kadarıyla süren bir iletişim hâliyle sınırlı kalabiliyor.
KÜRTÇENİN TOPLUMSAL STATÜSÜ
Türkiye’nin resmi dilinin yalnızca Türkçe olması sebebiyle eğitim kurumları, sağlık kurumları ve genel olarak bütün kamusal alanlarda Türkçenin dayatılmış varlığıyla yüz yüze geliyoruz. Bu alanlarda zorunlu olarak ana dilinde konuşma ve düşünme eylemini devre dışı bırakmaya mecbur kalıyoruz.
Türkçenin dayatılması haliyle ana dilde konuşmayı ve düşünmeyi köreltiyor. Bu zorunluluk durumu da iki dilin arasında bocalamaya sebebiyet veriyor.
Yaşamla tanışma, onu anlama, anlamlandırma ve onunla ilişki kurma çocuklukla beraber başlayıp bütün bir yaşam boyunca sürer. Bu ilişki dil üzerinden, ana dil üzerinden başlar ve gelişir. Ana dilden başlayıp zorunlu olarak kamusal alanla ilişki kurmaya başladığımızda ana dilimizin bir statüye sahip olmadığı gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz. Kürtçenin bilinçli bir politika aracılığıyla statüsüz bırakılması aynı zamanda Kürt kültürünün de Kürtlerin de varlığını inkâr etmenin zeminini hazırlıyor. Tarihsel sürece baktığımızda daha önce Kürtçe konuşmak dahi yasaklanmışken günümüzde böyle bir yasakla yüz yüze değiliz. Ancak Kürtçenin engellemelerle sahip olamadığı statü, biz Kürtlerin ana dilimizle var olabilme, yaşayabilme ve üretebilme hakkımızı yok sayıyor. Bize aynı politikaların farklı biçimlerinin nesnesi olmaktan öteye gitmeye ne müsaade ediliyor ne de fırsat tanınıyor. Bu baskıcı politikalar, seçmeli dersler gibi -ufak bir idari işlemle yine keyfi olarak kaldırılabilecek- seçeneklerle geçiştirilmeye çalışılıyor. Bu politikaların sadece bir nesnesi olarak, ana dilimi terk etmeye zorlanıp zorunlu başka bir dille ikame etmek durumunda kalıyorum. Ana dilimi sınırlayan bu durum da yaşamımın üzerinde bir baskı kuruyor ve hayatımın ifade alanını sınırlıyor.
DİL SORUNU KADINLAR İÇİN DAHA DA BÜYÜK
Yaşanan her toplumsal sorunu daha derin ve katmerli yaşayan kadınlar, ana dil konusunda da maalesef yine aynı durumu yaşıyor. Sadece eğitim örneğiyle bile bunu görebiliriz. Eril tahakküm altında olan kadınlar, eğitim hakkına erkeklere nazaran daha az ulaşabildiği için bir eğitim dili olarak da Türkçeye erişemiyorlar. Kürtçeyi de zaten kamusal alanlarda kullanamadıkları için hem ana dili olan Kürtçe ile yaşamak imkânsız hâle geliyor hem de zorunlu resmi dil olan Türkçeyi kullanamıyorlar. Haliyle toplumda bu baskıcı dil politikalarından en çok nasibini yine kadınlar alıyor. Somut örneklerle destekleyecek olursam örneğin dedem Kürtçenin yanı sıra Türkçe de konuşabildiği için hastaneye tek başına gidebiliyorken, ninem kadın olması sebebiyle ilköğretim eğitimi dahi almadığı için Türkçe bilmediğinden ve bir kamu kurumu olan hastanede de Kürtçe konuşamadığından yanında kendisinin ifadelerini aktaracak biri olmadan hastaneye tek başına gidemiyor ve bu örnek Türkçenin zorunlu olduğu tüm alanlar için kadınlar nezdinde geçerliliğini sürdürüyor.
Ana dilimizi özgürce konuşamıyor oluşumuzun tesadüfi değil baskıcı inkâr politikaların sonucu olduğunu biliyoruz. Burada bize düşen ana dilimize yönelik taleplerimizi yüksek sesle mücadele ederek haykırmaktır. Bunların en başında ana dilde eğitim hakkı gelmeli. Çünkü özel alanlarda Kürtçe konuşabiliyorken Kürtçenin devlet tarafından bir ana dil olarak kabul edilmemesinin yansıması olarak dilimizi ve kültürümüzü kamusal alana taşımak zorlaşıyor. Ana dilinde eğitim sonucunda Kürtçe üretim yapabilme, Kürtçe ifade edebilme de daha verimli karşılıklar bulabilecektir.
Dil, varoluşumuzu ortaya koyduğu için asimilasyon politikalarının karşısında durup düşünsel ve faal eyleme geçmeliyiz. Bu bilinçle hak talebinde ısrarcı olmalı ve mücadeleyi büyütmeye odaklanmalıyız.