İkiyüzlü ahlak kumkumalığı
Ahlak sarkacı nedense binlerce yıldır muktedirlerin iyisi ve doğrusu ile bizlerin kötüsü ve yanlışı arasında salınıp durmaktadır.
Fotoğraf: Evrensel
İnsanlık tarihiyle yaşıt kavramlardan biridir ahlak. Neyin iyi neyin kötü, neyin doğru neyin yanlış olduğu ikilemi insanı binlerce yıldır bir sarkacın iki ucu arasında savurup durmuştur. Bir davranış kimi dönemlerde erdemlilik göstergesiyken farklı bir dönemde koyu renk bir ahlaksızlıkla boyanmıştır. Bir durum bazı kültürlerde ceza ile eş anlamlı iken diğer kültürlerde yaşamın içselleştirilmiş renklerinden biridir. Bu nedenle de ahlak bir taraftan toplum içerisinde uyulması gereken kurallar bütünüyken diğer taraftan ikiyüzlülüğün dik alasıdır.
Nereden mi çıktı bu konu? Geçtiğimiz haftalarda yasaklanan bir tiyatro oyunundan. Oyunun adı Manukyan. Yirmi üç yıl önce yaşamını yitirmiş olan Matild Manukyan’ın yaşamından bir kesit sunan tek kişilik ve tek perdelik bir oyun. Oyun önce Yeni Akit Gazetesi tarafından hedef gösterilmiş ardından da Alanya Belediyesi Kültür Merkezinde sahnelenecek olan oyun iptal edilmiştir. Oyunun iptali sonrası Yeni Akit’in attığı “Kerhaneci Manukyan’a Geçit Yok” manşeti tam da ikiyüzlü ahlak kumkumalığına bir örnek olarak sunulabilir.
Neden mi? Anlatayım. Matild 1914 yılında Ermeni tenor bir baba ile İsviçreli balerin bir annenin kızı olarak İstanbul’da doğmuştur. Notre Dame de Sion Fransız Lisesini bitirdikten sonra terzi olarak iş yaşamına girmiştir. Ardından Aram Çilingir’le evlenmiş ve Kerope adını koydukları bir oğulları olmuştur. Türkiye’nin II. Dünya Savaşının zorlu yıllarından geçtiği bu dönemde Manukyan eşini kaybetmiştir. Oğluyla birlikte yaşama tutunabilmek için ölene kadar sakladığı Köhler marka dikiş makinesine daha bir sıkı sarılmıştır. Manukyan’ın yaşamının bambaşka bir kulvarda ilerlemeye başlaması bu yıllarda olmuştur. Bir iddiaya göre topluca dikim yaptığı bir randevuevi sahibinin borcunu ödeyememesi nedeniyle, diğer bir iddiaya göre ise babasından kalan bir gayrimenkulü işleten randevuevi sahibinin kirasını ödeyememesi nedeniyle randevuevine ortak olmuş ve patroniçeliğine giden yolda ilk adımını atmıştır.
Manukyan merdivenleri hızlı tırmanmıştır. Kısa sürede Karaköy Zürafa Sokağın patroniçesi haline gelmiştir. Patroniçeliğinin hakkını veren Matild Manukyan kerli ferli sanayicilerimizi geride bırakarak 6 kez vergi rekortmeni olmuştur. Bunun mükafatı olarak da devlet büyüklerimizin övgü dolu sözlerine mazhar olmuştur. Hatta devletimiz bununla da yetinmeyerek Manukyan’a Devlet Üstün Hizmet Madalyası vemiştir.
Manukyan öldüğünde ardında kördüğüme dönecek hudutsuz bir miras bırakmıştır. Hudutsuz diyorum çünkü antilop derisinden koltukları olan Rolls Royce’undan bahsetsem BMW’lerin ya da 220 adet taksisinin boynu bükük kalır. Fabrikalarından bahsetsem beş yıldızlı otellerin ya da işhanlarının gözü yaşlı kalır. Yüzlerce gayrimenkulünden bahsetsem banka hesaplarındaki yüz milyonlarca döviz alınır. Ben en iyisi ondan kalan miras olarak, ne zaman gazeteciler Manukyan’ı ahlak/sızlık üzerinden sıkıştırmaya kalksa kurduğu apaçık cümleleri buraya yazayım: “Çalmıyorum çırpmıyorum, sattığım kadınların vergisini son kuruşuna kadar ödüyorum. Demek ki namuslu vatandaşım”.
Şimdi de sizi Karaköy’ün Zürafa Sokağından Beyoğlu’nun Zambak Sokağı’na götüreceğim. Bu sokağın 21 numaralı hanesi de 1944-1959 yılları arasında bir başka genelev patroniçesinin adıyla anılırmış. Bu patroniçenin adı Şaziye Zeren Topçu namı diğer Lüks Nermin’miş. Bu noktada sözü Giovanni Scognamillo’nun “Beyoğlu’nda Fuhuşun Tarihi” adlı kitabında Lüks Nermin’i anlattığı satırlara bırakalım: “Zambak Sokağı’nın 21 no’lu hanesi denildiğinde, eski kuşaktan olanların aklına tek bir isim gelir: Lüks Nermin ve onun az buçuk ‘Fransız tarzı’ geleneğini sürdüren ülke çapında bir randevuevi. Meşin koltuklu, kırmızı kadifeli bir salon; kahve ve lokum ikramları, Fransızcayı İngilizceyi paralayan bir teşrifatçı kız… Kızların sayısı pek kalabalık değildir, beş ya da altı. Fakat ‘servis’te yok yoktur.”
Lüks Nermin’in adından da anlaşılacağı gibi ya banka hesabı ya da devletteki rütbesi kabarık kişilere hizmet verirmiş. Bu nedenle de adı konulmamış bir dokunulmazlığı varmış. Lüks Nermin’in randevu evi 15 yıl süresince sadece iki kez baskın yemiştir. 1951 ve 1958 yıllarındaki bu baskınlar da işlerini sekteye uğratmak bir yana ya yeni şubeler açmasına ya da Zambak Sokaktaki randevuevini baştan aşağı yeniden dekore etmesine imkân tanımıştır.
Ancak 18 Mayıs 1959 günü Lüks Nermin’in yaşamında önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu tarihte Lüks Nermin’in randevu evlerine ve yaşadığı eve baskınlar düzenlenmiş; baskınlarda ele geçirilen 1435 dolar ve yurda kaçak sokulduğu iddia edilen eşyalar gerekçe gösterilerek tutuklanmıştır. Tutuklanmasına gerekçe olarak fuhuş yaptırması, döviz kaçakçılığı ve gümrük kaçakçılığı gösterilmiştir. Lüks Nermin’e 3 milyon lira vergi cezası kesilmiş, tüm mallarına el konulmuş ve fuhuş yaptırmaktan da hapis cezasına çarptırılmış. Lüks Nermin’in her çıktığı duruşma geniş kalabalıkları toplamış ve duruşmalardaki hal ve tavırları ülkenin magazin gündemine oturmuştur.
Lüks Nermin’in hapishane günleri 27 Mayıs 1960 darbesiyle son bulmuş ve başına bu çorabı örenlerle hesaplaşma günleri başlamıştır. Özgürlüğüne kavuşur kavuşmaz bir basın toplantısı düzenlemiştir. Basın toplantısında devlet ve hükümet erkânı ile İstanbul’da idare mekanizmasının başında olan şahıslara yıllarca hizmet ettiğini; ayrıca yabancı devlet reislerini de ağırlama vazifesi yaptığını söylemiştir. Vazifesi karşılığı ücretinin de devletin örtülü ödeneğinden yapıldığını anlatmıştır. Gazetecilerin hangi yabancı devlet reislerini ağırlama vazifesi yaptığını sorması üzerine Lüks Nermin “son olarak” Ürdün Kralı Hüseyin ve Endonezya Devlet Başkanı Ahmed Sukarno’yu ağırladığını söylemiştir.
Aslında 15 yıl boyunca neredeyse dokunulmazlığı olan Lüks Nermin’in başına bu çorapların örülmesinin nedeni Endonezya Devlet Başkanı Ahmed Sukarno imiş. Sürecin anlaşılması için zamanın rulosunu Ahmed Sukarno’nun Türkiye’ye geldiği ve Reisicumhur Celal Bayar tarafından Esenboğa’da resmi devlet töreniyle karşılandığı 24 Nisan 1959 tarihine saralım. Dünya turu sırasında ülkemizi de ziyaret eden Sukarno Dışişleri aracılığıyla “diplomatik” bir dille geceyi bir kadınla geçirmek istediğini iletmiş. Sukarno’nun bu talebi hızlıca Lüks Nermin’e iletilmiş ve Lüks Nermin’de randevuevinde çalışan kadınlardan birini Sukarno’nun konakladığı Yıldız Şale Köşküne göndermiş. Bu gecenin ardından Sukarno halinden memnun bir şekilde memleketine dönmüştür. Ancak birkaç hafta sonra bu memnuniyet yerini ıstıraba bırakmış. Çünkü Sukarno’nun cinsel yolla bulaşan bir hastalığa yakalandığı ortaya çıkmış. Bu durum Endonezya ve Türkiye arasında diplomatik bir krizi tetiklemiş ve kriz Endonezya’nın Türkiye’ye nota vermesiyle son bulmuş. Verilen notanın tonundan olsa gerek krizin faturası Lüks Nermin’e kesilmiş. Lüks Nermin bu yaşananlardan sonra yeniden tutunmaya çalışmış, farklı yerlerde randevuevleri açmışsa da bir daha tutunamamıştır.
Ahlak sarkacı nedense binlerce yıldır muktedirlerin iyisi ve doğrusu ile bizlerin kötüsü ve yanlışı arasında salınıp durmaktadır. Bu salınım en çok da muktedirler tarafından işaretlenmiş kadın bedenine “zimmetlenen” ahlak üzerinden gerçekleşip durmuştur. Bu nedenle de bir yandan Manukyan’ın “kerhaneciliğine” geçit vermeyenler diğer yandan “kerhanecilikten” kazanılan paranın vergisi ile karınlarını doyururlar. Bir yandan fuhuş yaptırma suçuyla Lüks Nermin’i tutuklayanlar diğer yandan “diplomatik” fuhuşun parasını devletin örtülü ödeneğinden öderler.
Ne diyeyim eksik olmasın ikiyüzlü ahlak kumkumalığı (!)
- Fenike’den Marsilya’ya, uzodan rakıya… 12 Eylül 2024 12:41
- Bütün yollar Rom’a çıkar 29 Ağustos 2024 10:33
- Bitiş çizgisi 15 Ağustos 2024 04:54
- Çayın yolculuğu 01 Ağustos 2024 08:30
- Kafatası çağı 18 Temmuz 2024 10:00
- Çok kapılı oda 08 Temmuz 2024 10:44
- Yoldan sonra 28 Haziran 2024 09:23
- Bir “Yol” Hikayesi II 13 Haziran 2024 13:49
- Bir “Yol” Hikayesi 30 Mayıs 2024 13:20
- İçimizdeki İrlandalı 16 Mayıs 2024 12:53
- İşçiler marş söyleyerek sahneye girerler… 01 Mayıs 2024 10:10
- Emek bizim, söz bizim… 26 Nisan 2024 04:30
- Sol açık 18 Nisan 2024 11:30
- Kader kapıyı çalınca… 04 Nisan 2024 12:45
- Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin 21 Mart 2024 04:30
- Elde kaldı hüzün… 22 Şubat 2024 13:32
- Tüfenk üçlemesi: Mavzer 01 Şubat 2024 10:47
- Tüfenk üçlemesi: Aynalı Martin 18 Ocak 2024 11:50
- Tüfenk üçlemesi: Filinta 04 Ocak 2024 13:45
- Gayrı döner oldum 21 Aralık 2023 14:58
- Kayyum rejimi 07 Aralık 2023 12:54
- Kimdi giden kimdi kalan 23 Kasım 2023 11:01
- Eni vici vokke 02 Kasım 2023 13:04
- Şeytanın ışıltısından insanlığın karanlığına 19 Ekim 2023 09:52
- Dayanışma ezilenlerin inceliği midir? 28 Eylül 2023 12:20
- Amerikan İç Savaşı'ndan İngiltere'ye gariptos ağaçlarının hışırtısı 14 Eylül 2023 11:12
- Cehennemin kapısından Bakırköy’ün avlusuna… 31 Ağustos 2023 10:22
- Irgatın Türküsü 17 Ağustos 2023 11:32
- Yüksek Kaldırım’dan Leningrad’a bir şehrin faşizme karşı direniş senfonisi 03 Ağustos 2023 11:46
- Mississipi’den Feshane’ye derinlik ve güvenlik meselesi 20 Temmuz 2023 04:07
- Birimize bir şey olursa ne yaparız? 06 Temmuz 2023 11:31
- Mordan öte 22 Haziran 2023 12:22
- Hakikat bükücülüğü 08 Haziran 2023 11:11
- Umut yorgunluğu 25 Mayıs 2023 10:44
- “Winner” ceket mütevazı mutfağa karşı 11 Mayıs 2023 11:11
- Savaş naraları 27 Nisan 2023 10:10
- Bellek oyunları 13 Nisan 2023 10:50
- Maraş, bahtı gara Maraş 23 Mart 2023 10:48
- Aradığınız devlet bulunamadı 02 Mart 2023 12:22
- Deprem değil, binalar öldürürmüş (!) 16 Şubat 2023 08:42
- Katil uşak 02 Şubat 2023 11:01
- Suyun kokusu 19 Ocak 2023 13:45
- Timsah armudu 05 Ocak 2023 10:27
- Yılın sözcükleri 22 Aralık 2022 11:09
- Franco’dan bugüne Dünya Kupalarından elimizde kalanlar 08 Aralık 2022 11:45
- Şah mat 24 Kasım 2022 09:19
- “Gördük biz bu filmi” 10 Kasım 2022 10:54
- Hakikat yolcusu 30 Ekim 2022 11:20
- Anlatılamamış masallar 27 Ekim 2022 10:14
- "In vino veritas" diğer bir deyişle "Hakikat şaraptadır" 13 Ekim 2022 11:07
- Suskun notalar 29 Eylül 2022 11:12
- Güney Kutbunun yeniden keşfinin hüzünlü hikâyesi 15 Eylül 2022 11:09
- “Sen ben Lenin” Bir de Ahmet Abi. 01 Eylül 2022 10:39
- Börklüce’den günümüze Eyyamı Bahur ya da namı diğer Köpek Günleri 18 Ağustos 2022 10:59
- Dünyanın eksenini kaydıran Hindistan’ın küçük cevizi 04 Ağustos 2022 10:39
- Dünyanın tadı baharı 21 Temmuz 2022 08:40
- Menekşe kokusu 07 Temmuz 2022 04:24
- İnsan kokusu 23 Haziran 2022 04:12
- Tiryak-i 02 Haziran 2022 11:37
- Bahar karşılama 19 Mayıs 2022 06:26
- Hıdırellez ateşi 05 Mayıs 2022 01:05
- Yelkenler fora 21 Nisan 2022 05:20
- Sözün gücü 07 Nisan 2022 06:05
- Lombardiya’dan Ukrayna’ya kemanın tınısı 24 Mart 2022 05:34
- Zeytinin hükmü 10 Mart 2022 05:55
- Geççek 24 Şubat 2022 05:15
- Allasen söyle nedir aşkın aslı astarı! 09 Şubat 2022 23:45
- Erguvan kokusu 27 Ocak 2022 05:49
- (N)isyan 13 Ocak 2022 04:53
- Yaşamın ağırlığı 30 Aralık 2021 05:42
- Kuşaklar boyu insan hakları 16 Aralık 2021 05:03
- Savaşı Durduran Kadınlar: Lili ve Marlen 02 Aralık 2021 04:23
- Herkesin bir Ahmet Kaya’sı vardır 18 Kasım 2021 04:00
- Şaka mı, şeker mi, yoksa patates mi? 04 Kasım 2021 05:43
- Memeli Zeus 21 Ekim 2021 06:51
- Son Bakış 07 Ekim 2021 05:30
- Kırmızı 22 Eylül 2021 23:43
- Asuman’dan Antonis’e Ege’nin iki yakası 09 Eylül 2021 04:46
- Her ekalliyeti düşünüyorum 26 Ağustos 2021 04:04
- Dezenfektan aşkı 12 Ağustos 2021 06:12
- Nomadland’den Rosetta’ya Göçebe Ruhlar 29 Temmuz 2021 06:35
- Lavinia 14 Temmuz 2021 23:08
- Ruhumda Sızı* 01 Temmuz 2021 06:46
- “Y” 17 Haziran 2021 06:06
- Vurmayın öldüm 03 Haziran 2021 03:56
- Gözümün nuru 20 Mayıs 2021 06:11
- İmgenin suskunluğu 06 Mayıs 2021 05:56
- Ruhlar Mezbahası İyi Günler 22 Nisan 2021 03:34
- Şiirci Geldi Haaanıım… 08 Nisan 2021 00:00
- Ata Abi 25 Mart 2021 05:08
- “Yurtsama”dan “gündedün”e “nostalji”nin çağrıştırdıkları 10 Mart 2021 23:20
- Gönülçelen kelimeler atlasım 25 Şubat 2021 05:00
- Harfiyat 10 Şubat 2021 22:41
- Utanç ne yana düşer usta... 28 Ocak 2021 04:20
- “... Ve Herkes için Adalet” 13 Ocak 2021 23:15
- Yattığınız yer incitmesin… 31 Aralık 2020 04:38
- San(a)saryan’dan Su’ya Mahsus Mahaller 09 Aralık 2020 22:44
- Ölüm, adın kalleş olsun… 26 Kasım 2020 04:03
- Depremin ruhsal sarsıntısı 12 Kasım 2020 04:59
- Notaların savaşla hesaplaşması 29 Ekim 2020 05:11
- Hırsızlar mağarası 15 Ekim 2020 00:00
- İyi ki TTB var! 01 Ekim 2020 06:30
- Heybeliada Sanatoryumundaki Hayalet 17 Eylül 2020 00:02
- Otokinetik etki ve norm oluşturma 03 Eylül 2020 05:06
- Ödemişli Muzaffer’den Amerikalı Sherif’e 20 Ağustos 2020 00:51
- Uygun adım marş!… 06 Ağustos 2020 05:18
- ERK-EK 23 Temmuz 2020 04:57
- İçimdeki yangın 09 Temmuz 2020 05:18
- Dededen toruna “Barış”ın inşası 25 Haziran 2020 01:00
- Esaretten kaçan köleden hasta, kamçıdan tedavi üretmek 11 Haziran 2020 00:00
- Kerli ferli yalanlar ve sosyal uyum 28 Mayıs 2020 00:00
- Elma dersem çık… 14 Mayıs 2020 00:30
- Yaşam için ölüme yatanlar 30 Nisan 2020 02:08
- Bastırılan geri döner 16 Nisan 2020 00:00
- Miasmadan Covid-19’a sağlıkçıların salgından korunma önlemleri 02 Nisan 2020 02:49
- Şimdiki zamanda bir distopya: Covid-19 18 Mart 2020 20:30
- Şehitler tepesi 05 Mart 2020 00:30
- Özlerimize kıymayın efendiler! 20 Şubat 2020 00:30
- Acının tonu 06 Şubat 2020 00:00
- Başlarken… 29 Ocak 2020 23:20