07 Mart 2024 13:48

İkiyüzlü ahlak kumkumalığı

Ahlak sarkacı nedense binlerce yıldır muktedirlerin iyisi ve doğrusu ile bizlerin kötüsü ve yanlışı arasında salınıp durmaktadır.

Fotoğraf: Evrensel 

Halis Ulaş
Halis Ulaş

İnsanlık tarihiyle yaşıt kavramlardan biridir ahlak. Neyin iyi neyin kötü, neyin doğru neyin yanlış olduğu ikilemi insanı binlerce yıldır bir sarkacın iki ucu arasında savurup durmuştur. Bir davranış kimi dönemlerde erdemlilik göstergesiyken farklı bir dönemde koyu renk bir ahlaksızlıkla boyanmıştır. Bir durum bazı kültürlerde ceza ile eş anlamlı iken diğer kültürlerde yaşamın içselleştirilmiş renklerinden biridir. Bu nedenle de ahlak bir taraftan toplum içerisinde uyulması gereken kurallar bütünüyken diğer taraftan ikiyüzlülüğün dik alasıdır. 

Nereden mi çıktı bu konu? Geçtiğimiz haftalarda yasaklanan bir tiyatro oyunundan. Oyunun adı Manukyan. Yirmi üç yıl önce yaşamını yitirmiş olan Matild Manukyan’ın yaşamından bir kesit sunan tek kişilik ve tek perdelik bir oyun. Oyun önce Yeni Akit Gazetesi tarafından hedef gösterilmiş ardından da Alanya Belediyesi Kültür Merkezinde sahnelenecek olan oyun iptal edilmiştir. Oyunun iptali sonrası Yeni Akit’in attığı “Kerhaneci Manukyan’a Geçit Yok” manşeti tam da ikiyüzlü ahlak kumkumalığına bir örnek olarak sunulabilir.

Neden mi? Anlatayım. Matild 1914 yılında Ermeni tenor bir baba ile İsviçreli balerin bir annenin kızı olarak İstanbul’da doğmuştur. Notre Dame de Sion Fransız Lisesini bitirdikten sonra terzi olarak iş yaşamına girmiştir. Ardından Aram Çilingir’le evlenmiş ve Kerope adını koydukları bir oğulları olmuştur. Türkiye’nin II. Dünya Savaşının zorlu yıllarından geçtiği bu dönemde Manukyan eşini kaybetmiştir. Oğluyla birlikte yaşama tutunabilmek için ölene kadar sakladığı Köhler marka dikiş makinesine daha bir sıkı sarılmıştır. Manukyan’ın yaşamının bambaşka bir kulvarda ilerlemeye başlaması bu yıllarda olmuştur. Bir iddiaya göre topluca dikim yaptığı bir randevuevi sahibinin borcunu ödeyememesi nedeniyle, diğer bir iddiaya göre ise babasından kalan bir gayrimenkulü işleten randevuevi sahibinin kirasını ödeyememesi nedeniyle randevuevine ortak olmuş ve patroniçeliğine giden yolda ilk adımını atmıştır.

Manukyan merdivenleri hızlı tırmanmıştır. Kısa sürede Karaköy Zürafa Sokağın patroniçesi haline gelmiştir. Patroniçeliğinin hakkını veren Matild Manukyan kerli ferli sanayicilerimizi geride bırakarak 6 kez vergi rekortmeni olmuştur. Bunun mükafatı olarak da devlet büyüklerimizin övgü dolu sözlerine mazhar olmuştur. Hatta devletimiz bununla da yetinmeyerek Manukyan’a Devlet Üstün Hizmet Madalyası vemiştir.

 Manukyan öldüğünde ardında kördüğüme dönecek hudutsuz bir miras bırakmıştır. Hudutsuz diyorum çünkü antilop derisinden koltukları olan Rolls Royce’undan bahsetsem BMW’lerin ya da 220 adet taksisinin boynu bükük kalır. Fabrikalarından bahsetsem beş yıldızlı otellerin ya da işhanlarının gözü yaşlı kalır. Yüzlerce gayrimenkulünden bahsetsem banka hesaplarındaki yüz milyonlarca döviz alınır. Ben en iyisi ondan kalan miras olarak, ne zaman gazeteciler Manukyan’ı ahlak/sızlık üzerinden sıkıştırmaya kalksa kurduğu apaçık cümleleri buraya yazayım: “Çalmıyorum çırpmıyorum, sattığım kadınların vergisini son kuruşuna kadar ödüyorum. Demek ki namuslu vatandaşım”.

Şimdi de sizi Karaköy’ün Zürafa Sokağından Beyoğlu’nun Zambak Sokağı’na götüreceğim. Bu sokağın 21 numaralı hanesi de 1944-1959 yılları arasında bir başka genelev patroniçesinin adıyla anılırmış. Bu patroniçenin adı Şaziye Zeren Topçu namı diğer Lüks Nermin’miş. Bu noktada sözü Giovanni Scognamillo’nun “Beyoğlu’nda Fuhuşun Tarihi” adlı kitabında Lüks Nermin’i anlattığı satırlara bırakalım: “Zambak Sokağı’nın 21 no’lu hanesi denildiğinde, eski kuşaktan olanların aklına tek bir isim gelir: Lüks Nermin ve onun az buçuk ‘Fransız tarzı’ geleneğini sürdüren ülke çapında bir randevuevi. Meşin koltuklu, kırmızı kadifeli bir salon; kahve ve lokum ikramları, Fransızcayı İngilizceyi paralayan bir teşrifatçı kız… Kızların sayısı pek kalabalık değildir, beş ya da altı. Fakat ‘servis’te yok yoktur.”

Lüks Nermin’in adından da anlaşılacağı gibi ya banka hesabı ya da devletteki rütbesi kabarık kişilere hizmet verirmiş. Bu nedenle de adı konulmamış bir dokunulmazlığı varmış. Lüks Nermin’in randevu evi 15 yıl süresince sadece iki kez baskın yemiştir. 1951 ve 1958 yıllarındaki bu baskınlar da işlerini sekteye uğratmak bir yana ya yeni şubeler açmasına ya da Zambak Sokaktaki randevuevini baştan aşağı yeniden dekore etmesine imkân tanımıştır.   

Ancak 18 Mayıs 1959 günü Lüks Nermin’in yaşamında önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu tarihte Lüks Nermin’in randevu evlerine ve yaşadığı eve baskınlar düzenlenmiş; baskınlarda ele geçirilen 1435 dolar ve yurda kaçak sokulduğu iddia edilen eşyalar gerekçe gösterilerek tutuklanmıştır.  Tutuklanmasına gerekçe olarak fuhuş yaptırması, döviz kaçakçılığı ve gümrük kaçakçılığı gösterilmiştir. Lüks Nermin’e 3 milyon lira vergi cezası kesilmiş, tüm mallarına el konulmuş ve fuhuş yaptırmaktan da hapis cezasına çarptırılmış. Lüks Nermin’in her çıktığı duruşma geniş kalabalıkları toplamış ve duruşmalardaki hal ve tavırları ülkenin magazin gündemine oturmuştur. 

Lüks Nermin’in hapishane günleri 27 Mayıs 1960 darbesiyle son bulmuş ve başına bu çorabı örenlerle hesaplaşma günleri başlamıştır. Özgürlüğüne kavuşur kavuşmaz bir basın toplantısı düzenlemiştir. Basın toplantısında devlet ve hükümet erkânı ile İstanbul’da idare mekanizmasının başında olan şahıslara yıllarca hizmet ettiğini; ayrıca yabancı devlet reislerini de ağırlama vazifesi yaptığını söylemiştir.  Vazifesi karşılığı ücretinin de devletin örtülü ödeneğinden yapıldığını anlatmıştır. Gazetecilerin hangi yabancı devlet reislerini ağırlama vazifesi yaptığını sorması üzerine Lüks Nermin “son olarak” Ürdün Kralı Hüseyin ve Endonezya Devlet Başkanı Ahmed Sukarno’yu ağırladığını söylemiştir.

Aslında 15 yıl boyunca neredeyse dokunulmazlığı olan Lüks Nermin’in başına bu çorapların örülmesinin nedeni Endonezya Devlet Başkanı Ahmed Sukarno imiş. Sürecin anlaşılması için zamanın rulosunu Ahmed Sukarno’nun Türkiye’ye geldiği ve Reisicumhur Celal Bayar tarafından Esenboğa’da resmi devlet töreniyle karşılandığı 24 Nisan 1959 tarihine saralım. Dünya turu sırasında ülkemizi de ziyaret eden Sukarno Dışişleri aracılığıyla “diplomatik” bir dille geceyi bir kadınla geçirmek istediğini iletmiş.  Sukarno’nun bu talebi hızlıca Lüks Nermin’e iletilmiş ve Lüks Nermin’de randevuevinde çalışan kadınlardan birini Sukarno’nun konakladığı Yıldız Şale Köşküne göndermiş. Bu gecenin ardından Sukarno halinden memnun bir şekilde memleketine dönmüştür. Ancak birkaç hafta sonra bu memnuniyet yerini ıstıraba bırakmış. Çünkü Sukarno’nun cinsel yolla bulaşan bir hastalığa yakalandığı ortaya çıkmış. Bu durum Endonezya ve Türkiye arasında diplomatik bir krizi tetiklemiş ve kriz Endonezya’nın Türkiye’ye nota vermesiyle son bulmuş. Verilen notanın tonundan olsa gerek krizin faturası Lüks Nermin’e kesilmiş. Lüks Nermin bu yaşananlardan sonra yeniden tutunmaya çalışmış, farklı yerlerde randevuevleri açmışsa da bir daha tutunamamıştır.

Ahlak sarkacı nedense binlerce yıldır muktedirlerin iyisi ve doğrusu ile bizlerin kötüsü ve yanlışı arasında salınıp durmaktadır. Bu salınım en çok da muktedirler tarafından işaretlenmiş kadın bedenine “zimmetlenen” ahlak üzerinden gerçekleşip durmuştur. Bu nedenle de bir yandan Manukyan’ın “kerhaneciliğine” geçit vermeyenler diğer yandan “kerhanecilikten” kazanılan paranın vergisi ile karınlarını doyururlar. Bir yandan fuhuş yaptırma suçuyla Lüks Nermin’i tutuklayanlar diğer yandan “diplomatik” fuhuşun parasını devletin örtülü ödeneğinden öderler.   

Ne diyeyim eksik olmasın ikiyüzlü ahlak kumkumalığı (!)

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI